Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

TÜRK EVİ VE ŞEHRİ

Mimarlık Tarihi eleştiri ve kuramın başlangıç noktası anıtsal yapıları ele alırsa da, bir toplumun yaşam kültürünü en net şekli ile onun yaşadığı evde görürüz.

Son yıllarda sık sık gündeme gelmesine karşın, Türk Mimarisi’nin en az bilinen yönü evleridir. Oysa bu alanda yaratılmış eserler, anıtsal mimariye göre çok daha yaygındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik sınırları içindeki [Balkanlar ve Orta Doğu’nun büyük bir kısmında Gayr-i Müslimler de dahil] milyonlarca insan Türk Evi’nin yaşam üstünlüğünü benimsemiş ve hemen hemen aynı evleri inşa etmiştir, yüzyıllar boyu bu evleri kullanmışlardır.

Türk Evi, öncelikle Anadolu’da kendine has karakterine kavuşmuş, zaman içinde gelişerek ve çeşitli etkilerle yenilenerek Osmanlı fetihlerinin peşi sıra Rumeli ve Anadolu’ya yayılmıştır. Günümüzde Kırım, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk ve Yunanistan’da en güzel örneklerini gördüğümüz Türk Evi XV. ve XVI. yüzyıllardan itibaren Türk Hakimiyeti ve Osmanlı Kültürü’nü kabullenen toplumların yerleştikleri veya oturdukları bölgelerde önceki konut mimarilerinin yerine egemen olmuştur. Türk Evi’nin yayılma sınırları kesin bir hudut ile çevrelenemez, toplu yayılmaların yanı sıra, bölgesel tesirlerde etkili olmuş ve bazı bölgeler Türk Evi’nden yüzeysel ve geçici olarak etkilenmiştir. Bu arada Osmanlı hakimiyeti ile birlikte yaşam güvenliğinin artması ve ticaretin gelişmesi şehirleşme hızını arttırmış, bunun sonucu olarak ta yoğun bir şehirsel yapı faaliyeti başlamıştır. Bu nedenle, Türk Evi’nin şehirlerdeki gelişmesinin köylerden çok daha hızlı olduğunu söylemek gerekir. Bir başka deyişle, Türk Evi tüm yerleşme birimlerinde inşa edilmişse de esas olarak şehir evidir.

Türk Evi plan tiplerinin ve genel karakterinin yaygın olarak kullanımı XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ortaya çıkar. Bu evlerin ve bunların meydana getirdikleri mahallelerin karakteristikleri, bugünkü sivil mimari ve şehircilik anlayışına uygunlukları, gün geçtikçe daha iyi anlaşılmakta ve yaygın araştırma konusu olmaktadır. Türk Evi’nin günümüz mimarlık anlayışına uygunlukları arasında ferah ve bol ışıklı olması, serbest ve günlük kullanışa cevap veren bir planlamaya sahip bulunması, özellikle zeminden koparılarak kolonlar üzerine oturtulması ile elde edilen bahçe ve doğa ile organik bağlantılı yaşam alanı oluşturabilmesi gibi özellikleridir.

Bunun yanı sıra evin içinin eşya ile dolu olmayıp sedir, yüklük gibi kullanım unsurlarının sabit ve yapının bünyesine katılmış olması modern mimarlığın ev anlayışına uygun bulunmaktadır.

Hela, gusülhane, hamam gibi eski devirler için konfor ifadesi olan elemanların XV. yüzyıldan başlayarak evin içindeki gereken yerlerini almaları, çağdaş Batı evlerine göre Türk Evi’nin üstünlükleri arasındadır. Mimari tasarım ve proporsiyon olarak alçak tutulmuş, yayvan ve geniş saçaklı olmaları bu evlere genel kurgu açısından bir estetik ve doğaya uyum sağlamıştır. Ama ne yazık ki tüm dünyada ve ülkemizde özlemle bakılan ve yoğun inceleme konusu olan, geleneksel ev kültürümüz ile büyük benzerlikler gösteren Japon Evi’ne karşın Türk Evi -yani evlerimiz- üzerlerinde yeterli araştırma yapılmadığından modern mimari içinde hak etmiş olduğu yeri alamamaktadır.

Şehirlerimizin genel görünüşünde ön planda dini ve sivil anıtsal yapılar, arka planda ise göz okşayıcı ve büyükleyici evler görülür. Özellikle İstanbul’un bu görünümü, şehre gelen hemen hemen tüm sanatçıları etkilemiş ve onları şehrin genel panoramasını çizmeye zorlamıştır.

Evler, dışa taşan geniş saçakları, yayvan çizgileri, çeşitli yönlerdeki cumbaları, aynı meyildeki kiremit örtülü çatıları, birbirleriyle uyumlu mimari ölçüleri ile şehir dokusu içinde bir bütün meydana getirmektedirler. Bu düzende hiç bir ahenksizlik, ölçü bozulması ve göze batma yoktur. Bu topraklarda binlerce yıldır var olan kerpiç yapı geleneğinin devamı hımış yapı kendini belli ederse de, taş ve özellikle ahşap yapı sistemi konut mimarisinin esas malzemesidir. Bu evlerin sokaklara ve meydanlara bakan yüzleri sıvalı, zaman zaman derzli, çoğu zamanda boyalıdır. Doğada olduğu gibi kullanılan canlı ve kontrast renkler, şehri birer çiçek tarlası gibi süsler. Katran siyahı, aşı kırmızısı, çivid mavisi, saman sarısı, Osmanlı yeşili gibi renkler anıtsal yapılara çarpıcı bir fon görevi yapmaktadırlar. Evler daima bahçeli veya bahçe içindedirler, bunların arasından anıtsal yapıların çevresindeki ulu çınarlar yükselir, mezarlık ve camilerin hazirelerindeki selviler şehir görünümlerindeki azımsanmayacak yeşil alanlardır. Bütün bu görüntü içinde alt kısımları panjurlu, kepenkli veya ahşap parmaklıklı, üst kısımları alçı çerçeveli binlerce göz halindeki pencereler yaşamın canlılığını ifade eder. Boyları ufaklı büyüklüdür, fakat hepsi de bir bütünün parçaları gibidirler.

Günümüzde Türkiye sınırları içinde Türk Evi ve Şehri niteliklerini topluca taşıyan çok az yerleşme kalmıştır. Genel ulaşım akslarının uzağında, endüstrileşme faaliyetlerinin kısmen dışında kalan ve içe dönük bir yaşam sürdüren bu yöreler; Safranbolu, Göynük, Kula, Birgi gibi kasabalar, Ormana, Darkale, Adatepe gibi köyler dışında kalan hemen hemen tüm köy ve kentlerimiz yüzyılların başlarına, hatta 1950’lere kadar taşıdıkları karakteristiklerini kaybetmişlerdir. İstanbul’da uzun yıllar üzerinde tartışılan, ama ne yazık ki küçük ölçekli bir kaç yapı dışında toplu koruma uygulamasına geçilemeyen bazı mahalleler; Zeyrek, Süleymaniye, Kariye çevresi ile birkaç sokak Soğukçeşme, Kirazlı Mescit, Bozacı dışında toplu örnekler kalmamıştır diyebiliriz.

Buna karşın; son savaşa kadar Yugoslavya’da Banya Luka, Mostar, Priştine, Poçitel, savaşın tesiri dışında kalan Üsküp ve Ohri, Bulgaristan’da Menlik, Filibe, Avratalan [Koprivştitsa] Gabrovo, Sliven, Grades, Kotel, Tırnova, Kazanlık, Nessebar, Yunanistan’da Yenişehir, Yanya, Kastorya, Kavala, Türk şehir ve evlerinin en güzel ve en bakımlı örneklerini toplu olarak barındırmaktadırlar. Bu anlayışsızlık ve vurdum duymazlıkla yakın bir gelecekte geleneksel Türk Evi ve Şehrini görebilmek için bu yerleşmelere gitmek gerekecektir.

Günümüzde şehirlerimizin ve evlerimizin en büyük düşmanı doğal afetler ve yangınlar değil, insanlarımız daha doğrusu meslek adamlarımızdır. Yeni şehir düzenlemeleri, imar planları, sanki yalnızca eski karakteri bozmak, yok etmek için yapılmaktadır. Bu olumsuz durumu değişen hayat şartlarına, artan nüfus yoğunluğuna, ulaşım güçlüklerinin getirdiği sorunlara bağlamak kendimizden kaçmaktır. Doğrusu eski zevk ve anlayış tamamen değişmiş, kültürümüzün kökenleri ile bağlarımız kopmuştur. Eski şehir ve evlerimizin güzelliğini, komşuluk münasebetlerinin gerekliliğini anlayan nerede ise kalmamış, dıştan gelen yabancı bir kültürün özümsenmemiş yaşam tarzı, modern ev tutkusu, şehirsel rantın cazibesi, doğadan kopma bir kanser dokusu gibi şehir, ev ve yaşam kültürümüzü kemirmiş ve bugünkü olumsuz neticelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Bugün içinde yaşadığımız ve çoğunluğumuzun özlem duyduğu günümüz evlerinin çok büyük kısmı, Türk Evi karakterini ve kültürünü taşımazlar. Bu evleri geleneksel Türk Evi kültüründen faydalanarak yaratacağımız, modern Türk Evi’nin doğuşuna kadar geçici olarak kullanacağımız uydurma ve zevksiz bir arabesk anlayışın ürünleri olarak kabul etmemiz gerekir.

TÜRK EVİ’NİN ŞEKİLLENMESİ

Bir evin bölümlenmesi, bünyesi ve bir dereceye kadar kütlesi planı ile belirlendiği gibi, ekonomik ve sosyal durumda yine planı ile belirlenir. Bu açıdan evin planı, meskenler üzerinde yapılan araştırmalarda daima öne alınması gereken bir noktadır.

Türk Evi şekillenmeye başladığı ilk dönemlerde genellikle tek katlı olarak inşa edilmiştir. Gelişen mimari anlayış ve geçen zaman ile kat adedinin artmasına rağmen, daima esas kat tektir ve üstte bulunan kat esas kat olarak planlanır. Evin bulunduğu yer yani arsanın büyüklüğüne göre esas katın altı ya tamamen veya kısmen boşaltılır. Esas kata Türk Evi geleneği gereği fazlaca ışık, güneş ve hava almak arzusu, bu katın mümkün olduğu kadar zeminden yükseltilmesine neden olmuştur. Geniş bahçe içinde, genellikle şehirlerin varoşlarında veya az yoğunluklu yerleşme bölgelerinde ışık ve hava durumu kendiliğinden çözümlendiğinden esas kat, zemine yaklaşmış. Buna karşın yoğun yerleşmelerde, dar ve kalabalık bölgelerde ve özellikle bitişik nizam yapılanmalarda esas kat mümkün olduğu kadar zeminden yükseltilmiştir. Esas katın altında yer alan zemin yahut giriş katında herhangi bir oturma veya yaşama bölümü düşünülmemiştir. Bu bölüm çokluk bahçe duvarları ve evi taşıyan konstrüksiyondan ibarettir. Gerek doğanın olduğu gibi yapının içine alınması, gerekse üst katı havalandırmak ve rutubetten korumak amacıyla bu katın bahçeye bakan kısımları duvar ile kapatılmaz. Zamanla bu kısım önceleri kısmen, daha sonraları ise tamamen duvarlarla kapanmaya başlamıştır. Zemin kat; yerine göre ahır, arabalık, odunluk ve büyük bir kısmı taşlık olarak kullanılır, zemini genellikle dövülmüş ve sıkıştırılmış toprak veya taş kaplıdır.

Özellikle şehir içinde, yoğun iskân bölgelerinde ve dar arsalar üzerinde inşa edilen evlerde zemin kat ile esas kat arasında ailenin büyüklüğü ile orantılı bir ara kat teşekkül etmiştir. Ara katın önceleri bina alanının tamamını kaplamamasına karşın, giderek önem kazandığı ve bütün bina alanını kapladığına görülür. Bütün yapı alanını kaplaması ve ayrı kat olarak kullanılmasına rağmen hiçbir zaman ara kat yüksekliği, esas kat yüksekliği seviyesine ulaşmaz. Bu arada ara katın gelişmesine rağmen genellikle zemin kat taşlığının üstünü kaplamadığı, böylelikle giriş ve taşlığın çoğu zaman iki kat yüksekliğinde olduğu görülür. Ara katta daima ikinci derece odalar yer alır, bu kat gerek tavan yüksekliğinin az olması, gerekse hacimlerinin ufak ve zeminden gelen olumsuz şekillendirmelerle teşekkül etmesinden dolayı çoğunlukla kışlık kat veya depo olarak kullanılmıştır. Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi, zemin katın gerek araziye uyum sağlaması için yapılan düzeltmeler, gerekse bölmesiz veya az bölmeli olması, ara katın ise tüm bina alanını kaplamamasından dolayı evin planından bahsedildiği zaman daima esas kat anlaşılır, planlama bu kata göre yapılır. Esas kat, asıl yaşam katı veya bir başka deyişle evin şeref katı olduğundan, evleri bir plan tipi üzerinde incelemek ve tasnif etmek için bu katın planını göz önüne almak gerekir.

Rahmetli Sedad Hakkı Eldem uzun yıllar süren rölöve çalışmaları sonrası Türk Evi plan tiplerinin belirlenmesini sağlamıştır. Özgün bir çalışma olan bu tipoloji kesinlikle kronolojik, coğrafi veya iklimsel bir ayrım taşımaz, zaman ve yer kavramlarından uzaktır. Tiplemeye neden olan tek kabul esas katın planlamasıdır. Bu nedenle plan tiplerini araştırmak için öncelikle planı meydana getiren elemanları tanımamız gerekir. Türk Evi’nde bir katı şekillendiren plan elemanlarını, Odalar, Sofalar ve ekleri, Geçit ve merdivenler olarak üç bölümde inceleyebiliriz.

ODALAR
Plan tipinin meydana çıkmasındaki en önemli unsur odaların sayı ve şekilleridir. Oda sayısının az veya çok olması plan tipinin değişmesine ve gelişmesine sebep olmaktadır. Örneğin orta sofalı plan tipinin uygulanabilmesi için bir katta en az dört oda bulunması gerekir. Daha az sayıdaki oda ile bu plan tipi gerçekleşemez. Odaların şekli daha doğrusu belirli bir yöne göre yerleştirilmesi de plan tipini etkiler. Odaların yalnızca bir yöne bakması ve bir taraflarından dışa açılması istenir veya gerekirse, dış sofalı plan tipi kullanılmalıdır. Böylelikle odalar aynı yönde ve peş peşe dizilmiş olur. Odaların dört ayrı yönde bulunması ve dışa bakması istenirse, bu taktirde orta sofalı plan tipi ortaya çıkar.

Gerek odaların bir sıra üzerine dizildiği dış ve iç sofalı plan tiplerinde, gerekse odaların dört yöne baktığı orta sofalı plan tipinde çoğunlukla bir odanın diğer odalara göre önem kazandığı görülür. Eğer, bu oda oda dizileri arasında yer alıyorsa "Orta Odası", köşelerde yer almaktaysa "Köşe Odası" adını alır. Ancak ikisine de kazandığı önemi belirtmek amacı ile yaygın olarak "Baş Oda" denir. Bazı yapılarda baş odanın plan içindeki büyüklüğü, şekillenişi veya yönlendirilişi farklı olmayabilir, ama bu odanın iç mekân olarak düzenlenmesi ve dekorasyonu evin içine girildiği taktirde onu hemen tanımanızı sağlar.

SOFA VE EKLERİ
Odalar kendi başlarına, yapı içinde belirli bir fonksiyonu karşılayan birimlerdir. Elbetteki bu birimlerin çevre ile ilişkilerini düzenleyen bir hizmet alanına gerek vardır. İşte bu hizmet alanı fonksiyonunu aynı zamanda odaların ortak yaşam alanı olan sofa üstlenir. Eğer odaları bir şehir dokusu içinde yer alan müstakil konutlar olarak kabul edersek, sofayı da bunları birbirine bağlayan sokaklar ve meydanlar olarak düşünebiliriz. Tıpkı şehirde yaşayanlar tarafından ortak hizmet alanları olarak kullanılan sokak ve meydanlar gibi, sofada evde yaşayanlar arasında ortak olarak kullanılan yaşam ve sirkülasyon alanı olarak şekillenmiştir.

Sofanın yapı düzeni içindeki yeri doğrudan plan tipinin belirlenmesini sağlar. Sofanın, oda dizisinin bir yüzünde, arasında veya ortasında yer alması detaylı olarak açıklamaya çalışacağımız üç plan tipinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Erken tarihli plan tiplerinde sofa dışa açıktır, üzerinin bir çatı ile örtülmesine mukabil, dış duvarları yoktur. Sofanın rüzgar, yağmur ve soğuğa karşı açık olmasına karşın, yan duvarların sağırlaştırılması ve hakim rüzgara ters yönde yerleştirilmesi gibi tedbirler alınmıştır. Bu arada sofanın dıştan görülmesini önlemek içinde, ya açık kısımlar belirli bir yüksekliğe kadar kafeslerle örtülmüş veya komşudan görülen kısımlar duvar ile kapatılmıştır. Daha sonraları özellikle soğuk bölgelerde artan yaşam seviyesine paralel olarak bu kısımlar önceleri cemekan, daha sonraları da bol pencereli duvarlarla örtülerek açık sofa, kapalı sofa haline getirilmiştir. Bütün bu değişmeler sofanın esas fonksiyonuna büyük bir tesir yapmadıklarından dolayı, dış sofalı plan tipinin belirlenmesinde fazlaca etkili olmazlar. Buna mukabil, özellikle bitişik nizam yerleşmelerde yapının araziye uyumu ve sofanın yönlendirilişi dolayısıyla dış sofanın uzun yüzünün kapatılıp, dar yüzünden dışa açılması, giderek plan tipini de etkilemiş, iç ve orta sofalı plan tiplerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Sofa genel olarak bir hizmet ve sirkülasyon alanıdır. Ancak, zaman içinde bu kullanımların dışında kalan bölümleri de fonksiyon kazanmış ve özellikle yazlık oturma alanı olarak değerlendirilmiştir. Bu kullanım alanları oda dizileri arasında sofanın bir devamı olarak yer alan eyvan ve sofanın önüne doğru, ileri çıkan bir ilave bölüm; şekillik veya köşk halinde düzenlenmiştir. Planlarda da görüleceği gibi eyvan dış tesirlere daha kapalı bir oturma yeridir: Sekilik veya köşkler ise iki veya üç tarafı açık ve daha çok manzara tarafına doğru yapılan ilavelerdir ve zeminleri esas sofa zeminine göre biraz daha yüksektir. Sekilik veya köşkler zemin kat sınırları dışına taşan ve konsol veya dikmeler ile taşınan bölümler halinde teşekkül etmişlerdir. Sekilik ve köşkler eğer duvarlarla çevrelenmişlerse, bu duvarlara evin diğer odalarına nazaran daha çok pencere açılmış, hatta diğer odalara cam takıldığı halde bu kısımlara cam takılmamış, yalnızca pencerelerin kepenklerle örtülmesiyle yetinilmiştir.

Sofanın ek bölümlerinden olan yan ve ara sofalar ile eyvanlar sayıları ve şekilleri itibariyle plan tipleri içinde muhtelif varyasyonlar meydana getirirler. Ancak, bu işlem plan tipinin ana şemasına önemli bir etkide bulunmaz. Fakat daha ileride göreceğimiz gibi orta sofalı plan tipinde sofanın köşe odaları arasına uzanan bölümünün [eyvan] sofa yönünde duvarla örtülmesi ve buranın bir oda haline getirilmesi orta sofalı plan tipinin giderek dejenere olmasına yol açacaktır.

GEÇİTLER VE MERDİVENLER
Başlangıçta iki odayı, sofaya çıkmadan birbirine bağlayan yüklük bölümleri içindeki bir kapı aralığından ibaret olan geçitler, daha sonraları arada kalan odaların yüklüklerini küçültmek ve bu odaların bir bölümünü aynı zamanda sirkülasyon alanı olarak kullanmak sureti ile çözülmüştür. Gelişen ve büyüyen yapılar içinde bu anlamdaki geçitler kullanıma cevap veremez hale gelince de, geçitlerin yerini koridorlar almıştır. Önceleri dar ve ışıksız olan koridorlar, daha sonraları genellikle aydınlıktan ışık alır hale gelmişlerse de her zaman için odaları veya sofaları birbirine bağlayan sirkülasyon alanları olarak kullanılmışlardır.

Merdivenler sofanın içinde yer aldıkları taktirde, plan tipi üzerinde fazlaca tesirli olmazlar. Fakat sofanın dışında özel bir yere alındıkları zaman plan tipini etkilerler. Merdivenlerin önem kazanması, sofanın bir yanına, oda aralarına [eyvan yerine] veya merdiven sofası içine alınmaları ile başlar. Dış sofalı plan tipinde merdiven sofanın belirgin olmayan bir yerindedir. İç ve orta sofalı plan tipinde ise genellikle merdiven için özel bir yer ayrılmıştır. Özellikle XIX. yüzyıl sonlarına doğru batılılaşma tesiri ile merdiven plan içinde önem kazanmaya başlar ve etrafı galerilerle çevrili, tavandan ışık alan özel bir "merdiven evi" veya "sofası" meydana çıkar.

TÜRK EVİ PLAN TİPLERİ
Türk Evi plan tipleri yayıldıkları büyük coğrafi alan üzerinde ve özellikle İstanbul’da gerek arsa ve arazi düzensizlikleri, iklim koşulları, şehrin yoğunluğu gibi faktörler, gerekse yangınlar ve depremler yüzünden çok çabuk ve sık sık tahrip olup, kısa zamanda tekrar yapılma gereği duyulduğundan çeşitli değişikliklere uğramışlar ve ilk plan netliklerini kaybetmişlerse de ideal olarak ortaya konan dört ana plan tipini muhafaza etmişlerdir.

Bu ideal şemalar; Sofasız Plan tipi, Dış Sofalı Plan tipi, İç Sofalı Plan tipi, Orta Sofalı Plan tipi olarak karşımıza çıkmaktadır.

SOFASIZ PLAN TİPİ
Genel olarak Güney ve Güneydoğu Anadolu’nun Kuzey Suriye ile ortak kültürünün bir fades olan ve genellikle taş konut mimarisinde görülen sofasız plan tipi aynı zamanda en ilkel plan tipidir. Odaların yan yana gelmesi ile meydana gelen evde, hizmet alanı fonksiyonunu odaların önünde yer alan kaldırım veya avlu karşılar. Odalar zeminden yüksekte bulundukları taktirde ise, önlerinde uzanan ve merdivenle zemine bağlanan üstü ve yanları açık bir balkon veya teras hizmet alanı fonksiyonunu görmektedir.

İklimin sıcak olduğu bölgelerde sıklıkla kullanılan bu plan tipi, soğuk ve yağışlı iklim bölgelerinde kullanışsız bulunmuştur. Kuzeye doğru ilerledikçe açık hizmet alanlarının kısmen de olsa örtülmesi ile başlayan işlemler sonucu sofasız plan tipi dış sofalı plan tipine dönüşür.

DIŞ SOFALI PLAN TİPİ
Türk Evi plan tiplerinin gelişimi içinde sofasız plan tipini takiben karşımıza dış sofalı plan tipi çıkar. Dış sofalı plan tipinin ideal şemasında aynı yöne bakan odalar, hizmet alanı fonksiyonunu gören bir sofa ile birbirine bağlanır. Yaygın olarak tüm Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kullanılan bu plan tipi, her türlü malzeme ile yapılan [ahşap, ahşap+kâgir, hımış, kerpiç, kâgir] konutlarda başarı ile uygulanmıştır.

Zaman içinde uzun kenarı dışa açık ve dikdörtgen şeklinde gelişen dış sofanın, bir ucuna önceleri servis hacimleri, daha sonraları ise köşk veya bir oda getirilmek sureti ile "L" şekline veya her iki ucuna benzeri hacimlerin yerleştirilmesi ile "U" şekline dönüştürüldüğünü görürüz. Bu düzenlemeler ile dış sofa, dış tesirlere daha kapalı bir hale getirilmiş olmaktadır. Bu arada dış sofanın, bir ucuna servis hacmi ile birlikte yerleştirilen baş oda ile hem harem, hem de selamlık sofası olarak kullanılabildiğini görürüz. Giderek gelişen dış sofalı plan tipinde zaman zaman sofa, oda dizileri arasına girerek bir eyvan şeklini de almaktadır.

İÇ SOFALI PLAN TİPİ
Dış sofalı plan tipine göre daha gelişmiş bir mimari anlayış ve planlama sonucu ortaya çıkan iç sofalı plan tipi, dar arsalarda bir veya iki tarafı bitişik evlerde planlama açısından sağladığı kolaylıklar yüzünden özellikle büyük yerleşim birimlerinde yaygın olarak kullanılmıştır. Planlamada kolaylıklar göstermesine rağmen, sofa yönlendirilmesinin arsa ve manzara yönüne uymaması gibi sakıncaları da bulunan iç sofalı plan tipi, bu gibi durumlarda ideal şemadan fedakarlıklar yapılmak sureti ile değişik varyasyonlar haline uygulanmıştır. Karşılıklı iki sıra halinde dizilen odaların arasında hizmet alanı fonksiyonunu gören bir sofanın yer aldığı ideal iç sofalı plan tipi, eyvan ve merdiven sofası gibi ilaveler ile zaman zaman daha geniş ve ferah hizmet alanları haline getirilmiştir.

İdeal iç sofalı plan tipinde merdivenin belirli herhangi bir yeri yoktur. Daha sonraları özellikle XIX. yüzyılda geniş ve aydınlık merdiven evlerinin kullanılması sonucu, merdiven genellikle oda dizileri arasına alınmış, giderek önem kazanarak bu kısmı tamamen kaplamış ve üç kollu merdiven şeklini almıştır.

Soğuk ve yağışlı iklimlerde daha çok kullanılan iç sofalı plan tipi, aynı zamanda sofanın dış duvarlarından faydalanmak açısından ekonomiktir de. İç sofalı plan tipi ile odalar arasındaki sirkülasyon imkanı kolaylaşmış, buna karşın tabiat ve bahçe ile sofanın yakınlığı azalmıştır. Bu plan tipinin daha çok şehirlerde kullanımı ve giderek tabiattan kopma eğilimi göstermesi, iç sofalı plan tipinin genellikle şehir evi karakterini taşımasına yol açar.

Ender görülmekle beraber sofadan dışa doğru bir köşk şeklinde çıkan ve dış sofalı plan tipinin özelliklerini taşıyan motifler bulunmasına rağmen, genel olarak pahlanmış oda kapıları ve oda dizileri arasına giren eyvanlar ile iç sofalı plan tipi daha çok orta sofalı plan tipine yakınlık gösterir.

ORTA SOFALI PLAN TİPİ
Sofanın, odaların ortasına alınması ve ışık alabilmesi için de oda dizilerinin arasına eyvan şeklinde girmesi ile elde edilen orta sofalı plan tipi, dış tesirlere kapalı bulunması, odaların arasındaki sirkülasyon alanlarının azalması, arsa ve arazi topografyasının plan tipi üzerinde fazla etki yapmaması bakımından şehirlerimizde yaygın olarak kullanılmıştır.

Orta sofalı plan tipinde, eyvanlar daima sofanın merkez aksları üzerine yerleştirilmiş, böylelikle sofanın eyvan ile bir bütün teşkil etmesi sağlanmıştır. Bu tipin karşılıklı iki eyvanlı örneklerinde, sofa ile eyvanların bütün teşkil ederek iç sofalı tipinde olduğu gibi planı boydan boya kat ettikleri görülebilir. Sofaya açılan eyvan sayısının dörde çıkarılması bu plan tipinin çok zengin kompozisyonlar yaratmasına yol açmıştır. Böylelikle orta sofalı plan tipi, daha büyük ve ekonomik bakımından güçlü konutlarda çok geniş bir uygulama alanı bulmuştur.

Sofanın tamamen odalar ile çevrilerek, ışıksız ve havasız kalmasına hemen hiç rastlanmaz. En olumsuz hallerde dahi merdiven evi veya sofasından ışık alındığını görürüz. Erken örneklerde kare veyahut dikdörtgen şeklinde olan sofanın merkez bölümü, oda kapılarının planlanması ile kenarları birbirine eşit olmayan sekizgene dönüşmüş ve bu genişleme sofanın mimari olarak hareketlenmesine yol açmıştır. Oda kapılarının pahlanmasının getirdiği form değişikliği, batılılaşma döneminde merkez sofanın elips veya daire şeklini almasına yol açmıştır.

Orta sofalı plan tipinde merdivenin yeri bellidir. Sofanın dört eyvanından biri önceleri kısmen, daha sonraları ise üç kollu merdivenlerin kullanılması ile tamamen merdivene tahsis edilmiş böylelikle bir merdiven evi veya sofası teşekkül etmiştir. Büyük konutlarda ana merdivene ek olarak servis merdiveni de kullanılmış, fakat bu ikinci merdiven arsa ve arazi topoğrafyasının verdiği imkana göre uygun yerlere yerleştirilmiştir.

Orta sofalı plan tipinde merdiven sofası hariç diğer eyvanlar tamamen hizmet alanı dışında tutulup, yaşama ayrılmıştır. Bunun sonucu bazı yapılarda daha sonraki devirlerde bu eyvanlar oda haline getirilmişse de, planın genel karakteri bozulmamıştır. Bu işlem sonucu plan ilk saflığını kaybetmemekle birlikte, sofa biraz daha karanlık bir hizmet alanı olma karakterini devam ettirmiştir. Büyük yapılarda eyvanlara eklenen yan sofalar ve diğer bölüm ve geçitler ile bu plan tipi hemen her yapıda başarı ile kullanılmış ve daima ana plan tipini muhafaza etmiştir.

GÜNÜMÜZ EV MİMARİSİ
XVIII. yüzyıl başlarında en mükemmel seviyesine ulaşan Türk Evi Plan Tipi, giderek XIX. yüzyıl ortalarından itibaren dejenere olmaya başlamış ve evin her katı aynı özellikleri taşıyan katlar haline dönüşmüştür. XVIII. yüzyılda doruğuna ulaşan mesken mimarisinin daha sonraki gelişimi ne yazık ki olumlu bir yönde devam etmemiştir. Önceleri günlük hayatın değişik kesimlerinde kendini gösteren yabancı etkiler, giderek yaşamın vazgeçilmez unsurları haline dönüşmüş ve bu olaylar zinciri geleneksel yaşamı büyük ölçüde etkilemiştir. Pek tabidir ki, bu etki ne kadar köklü bir geleneğe dayanırsa dayansın, günlük yaşamın en büyük gereksinime cevap veren meskenlerde de kendini yoğun olarak hissettirmiştir. Önceleri dekoratif unsurlarla başlayan değişme, yaşam fonksiyonlarının çeşitlenmesi ile [ayrı yatak odasının ortaya çıkması, orta sofrası yerine masanın kullanılmaya başlanmasıyla bir yemek odası veya yemek köşesi teşekkülü, vs] yapı planlamasında karmaşıklığa yol açmış, daha önceleri sofa olarak kullanılan alanların kapatılarak çeşitli yeni ihtiyaçlara cevap verebilecek odalara dönüşmesine sebep olmuştur.

Geleneğe bağlı Türk Ev mimarisinin en önemli unsuru olan sofanın yok olması, konut mimarisinde kullanılan esas plan şemalarını yok etmiştir. Yeni mimaride bu tür bir ana elemanın olmayışı planlamanın gelişi güzel ve başı boş olarak yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu dejenerasyon sonucu zemin katın, yaşam katı haline dönüşmesiyle, geleneksel Türk Evi’nin tabiatla olan organik bağı kopmuş, meskenin bazı fonksiyonlarına cevap veren hacimler yok olmuş, fakat bu kere yeni fonksiyonların gereği ile bodrum katı ortaya çıkmıştır. Daha önceleri zemin katta gereksinim duyulan ışık ve hava, bu defa bodrum kadar gerekmiş ve bodrum kat belirli oranda arazi seviyesinin üzerine çıkmıştır. Bu gelişim zemin katın toprakla irtibatının kesilerek su basma seviyesinde yükselmesine yol açmıştır.

Bu değişme acaba zemin katın gömülerek yok olması mı, yoksa bodrum diye yeni bir katın ortaya çıkması olarak mı bakılmalıdır? Kanımızca bu gelişim Batılılaşma etkisiyle zemin katın gömülmesi ve ara katın zemin kat haline gelmesidir. Böylelikle tabiattan kopan Türk Evi iç yüksekliklerin arttırılması, içte dekorasyona ağırlık verilmesi ile geleneksel yaşantımıza uydurulmaya çalışılmış, ama bu tutum günümüzde tek tek kat birimlerine dönüşen apartman mimarisi ile sonuçlanmıştır.

Anıt yapıları ve yerleşme dokusunu kısmen muhafaza ederek şehri, doğulu şehir bünyesinden [Çıkmaz sokaklar, eğri ve değişen perspektiler] çıkarıp, batı anlayışı [dik açı ile kesişen sokaklar, geniş ve aksiyel yollar] ile düzenlemek isteği XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan çeşitli planlama girişimlerine rağmen olumlu bir çözüme ulaşamamış, günümüzde ise çok büyük zorlamalarla yapılan plan entegrasyonları sorunları arttırmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Modern yaşam tutkusu, artan nüfusun konut ihtiyacını karşılama zorunluluğu, geleneksel konut planlamasının bıraktığı boşluğun doldurulmaması, bugün hepimizin şikayet ettiği durumu yaratmıştır. Artık geçmişte olduğu gibi, şehir ve konutlarımızın en büyük düşmanı doğal afetler ve yangınlar değil, insanlarımız daha doğrusu uygar bir dünya görüşünden ve kültürden yoksun meslek adamlarımızdır. Yeni şehir düzenlemeleri, imar planları sanki yalnızca eski karakteri, yüzyıllar boyu oluşan şehir doku ve silüetlerini bozmak, yok etmek için yapılmaktadır. Eski şehir ve evlerimizin güzelliğini, insancıllığını, komşuluk münasebetlerinin gerekliliğini anlayan kalmamış, dıştan gelen detay ve inceliklerinin farkına varamadığımız yabancı bir kültürün yaşam tarzı, modern ev tutkusu, doğadan kopma bir kanser dokusu gibi şehir, ev ve yaşam kültürümüzü kemirmiş ve bugünkü olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yeni Türk Ev mimarisinin ne gibi özelliklere sahip olması gerektiği uzun zamandır tartışılan ve henüz bir çözüme ulaştırılamayan bir sorundur. Çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre artık, modern yaşamın gereklerine cevap verecek evrensel mimariden ayrı bir ulusal mimari yaratılamaz.

Oysa ki, Türk Evi’nin çağdaşlığı ve evrenselliği tartışılamaz, o halde öncelikle geçmiş kültürümüzü ve kendi öz kaynaklarımızı tanımamız, şehirlerimizin gelişimini ve buna bağlı olarak mesken tiplerini araştırmamız, bunların ortaya koyduğu birikimi çağdaş yaşama ve teknolojik imkanlara uyarlamamız gerekmektedir. İçinde yaşamak zorunda kaldığımız kabusun tek çözüm yolu, kendi kaynaklarımızdan beslenen birikim ve çağdaş olanaklar ile yeni fikir ve görüşler oluşturmaktır. Şikayet etmek değil.