Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

KONSTANTİNİYYE'DEN İSTANBUL’A RUMELİ

Yüzyılın başlarında İstanbul’da yaşayan fotoğraf ustalarının ve amatörlerin çektiği fotoğrafların çoğu, Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayınlanan "Konstantiniyye’den İstanbul’a, XIX. Yüzyıl Ortalarından XX. Yüzyıla Boğaziçi’nin Rumeli Yakası Fotoğrafları" albümünde toplandı. Albümde 415 fotoğraf var.

"Bir defada göremezsiniz"

Yüksek Mimar Dr. Sinan Genim, hazırladığı “Konstantiniyye’den İstanbul’a” kitabıyla ilgili olarak şunları söylüyor: "Fotoğraf ne gösteriyorsa göstersin, bizim ondan aldığımız, bildiklerimizin, meraklarımızın elverdiği ölçüde. Belkide bu fotoğraflara bakanlar benden başka şeyler görecekler. Ben bundan beş on sene sonra bu fotoğraflara baktığım zaman daha farklı, bugüne kadar görmediğim şeyler göreceğim. Bir defada bir şey göremezsiniz, insanlar bilgileri arttıkça, dünya görüşleri geliştikçe daha önce görmedikleri şeyleri görür. Her bakışınızda farklı bir nokta yakalarsınız."

"Boğaziçi gerçekten yeşilliklerle kaplı bir alan mıydı? Boğaziçi’nin tüm yapıları görkemli birer mimari anıt mıydı? Biz, XX. yüzyılın insanları mı Boğaziçi’ni katlettik, yoksa Boğaziçi kendi kendine gelişen, şehrin kültürü ile yer yer entegre, yer yer şehrin kültürüne aykırı yapılarla mı oluştu?" sorularının yanıtları ve İstanbul’un Rumeli yakasına dair pek çok giz, iki ciltlik devasa bir fotoğraf albümünde toplandı. İstanbul’la ilgili bilmediğimiz pek çok ayrıntıyı barındıran ve hazırlanması yaklaşık beş yıl süren albümün metinlerini Yüksek Mimar Dr. Sinan Genim kaleme aldı. Genim’e araştırmacı Ahmet Abut yardımcı oldu. Sınırlı sayıda basılan albümü alamayanlar da buradaki fotoğrafları, 7 Ocak’a kadar Pera Müzesi’nde görüp geçmişe yolculuk yapabilecek. Sinan Genim’le yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe ve kentin ayrıntılarına ışık tutan fotoğraf albümünü konuştuk.

Neslihan Svaş: "Konstantiniyye'den İstanbul’a" iki ciltlik, hacimli bir kitap. Projenin oluşum sürecinden söz eder misiniz?

Sinan Genim: Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü’nden buna benzer iki tane kitap çıkardık. "XIX. Yüzyılda İzmir Fotoğrafları" ve iki ciltlik "Osmanlı Dönemi’nden Bursa" ... Bu arada bir İstanbul fotoğrafları albümü gündeme geldi. İçindekilerin büyük kısmı Suna ve İnan Kıraç Koleksiyonu’ndan, yaklaşık 10 tanesi benim koleksiyonumdan. Ayrıca Ahmet Abut’tan, Bahattin Öztürk’ten ve bir de bir Fransız’dan aldığım fotoğraflar var. Bunlar 1852’den itibaren, fotoğraf dünyada yaygınlaşmaya başladığı zaman çekilmiş. Doğrusu her zaman İstanbul’u yazmayı, İstanbul’la ilgili böyle bir değerlendirme yapmayı isterdim. Bu fotoğrafları görünce kitabı yazmaya talip oldum. İstanbul’la ilgili başka kitaplar da var. Fotoğrafı kim, hangi tarihte çekmiş, içeriği nedir; bunlardan bahsediyor ama, genel olarak bir mimar veya sanat tarihçisi gözüyle değerlendirilmiş. Bazı sanat tarihçileri tek tek fotoğrafları değerlendirmiş, ama böyle topluca Boğaziçi fotoğrafı yok. Boğaziçi için herkesin aklında farklı imajlar var. İstanbul elbette çok önemli bir şehir, dünya kenti. Sanırım dünyada İstanbul gibi ortasından deniz geçen başka bir şehir yok. Çok büyük iki imparatorluğun, Roma ve Osmanlı imparatorluklarının merkezi. Yani bugün ufak, sıkışmış bir bölgedeki İstanbul’u düşünüyoruz ama geçmişte hizmet verdiği veya yönetim merkezi olduğu bölge çok büyük. Böyle bir şehri ne içinde yaşayanlar, ne medya, ne de bu konuda söz söyleyenler yeterince tanıyor. Lewis Hine şöyle diyor: "Fotoğrafçılar yalan söyleyebilir ama fotoğraflar yalan söylemez." Mesela "İstanbul çok yeşildi" diyorlar. Fotoğraflardan görüyoruz ki, İstanbul’un tepelerinde tek tük ağaçlar var. Yeşillenmesi XX. yüzyılda olmuş. Bu fotoğrafların çekildiği dönemde imparatorluğun ekonomik durumu oldukça kötü. Buna rağmen dünyanın en önemli fotoğrafçıları gelip fotoğraf çekiyor. Demek ki çok cazip bir kent. Önemli mimarlar, sanatçılar, herkes bu şehri bir kez görmek ve bu şehirde yaşamak İstiyor. Müthiş bir aktivitesi var; hareketli, yapıları müthiş, rengarenk, her ulustan insanlar var. Bu albüm bunun görsel bir sunuşu. Bazı fotoğraflar çok küçük olduğu halde biz onları digital ortamda büyüttük ve neleri kapsadığını gördük. Pek çok kaybolmuş, yanlış değerlendirilmiş yapıyı görüyoruz. Burada mimar olmamın bir avantajı vardı. Yalnızca yazılı kaynakları değil, haritaları da kullandım. Bu haritalar da oldukça eski, biri 1837 tarihliydi.

Savaş: O haritalara nasıl ulaştınız?

Genim: Biri kendi arşivimde vardı. Birini de kitabın bir kısmını yazdıktan sonra, Almanya’daki bir müzayededen satın aldım. Tabii bunlar çok uzun sürdü, böyle bir yöntemle arşivimi yaratmak epey zamanımı aldı. Bazı belgelere ulaşmak da çok zor oldu. 1850’den sonra, mesela 1700’lerin sonuyla 1800’lerin başında Boğaziçi’nin kıyı şeridindeki bütün yapıları bir sene aralıkla yazan bostancıbaşı defterleri var. 1923’e kadar İstanbul’dan “Konstantiniyye” diye bahsedilirken XVI. yüzyılda İstanbul deniyor. Burada farklı kültürlerin oluştuğunu görüyoruz. Kitabın sol sayfalarında metin, sağ sayfasında fotoğraflar var. Guillaume Berggren, James Robertson, Pascal Sebah, Abdullah Kardeşler, Bogos Tarkulyan, Gülmez Kardeşler gibi önemli fotoğrafçıların yapıtlarının yanı sıra amatörlerin çektiği fotoğraflar da var. Bunlar hem fotoğraf tekniği açısından hoş hem de o zamanki günlük hayat ve mimari hakkında enteresan gözlemler yapma fırsatı sunuyor.

Savaş: Bu çalışma için elinize geçen tüm fotoğrafları kullandınız mı?

Genim: Hayır. Rumeli yakası için elmizde 1200’ü aşkın fotoğraf vardı; onların bazıları çok küçük farklarla aynı yerleri gösteriyordu, içinden en iyilerini seçtik. Bazıları da çok fazla bilgi aktarmıyordu, o yüzden almadık. Yani 415 fotoğrafın yer almasını uygun gördük. Geri kalanlarını eledik, ama belki İstanbul Araştımaları Enstitüsü onları ileride daha küçük boyutlarda bir kitap olarak yayınlayabilir. Bu konuda çok fazla belgeye erişmek mümkün değil. Genellikle hatırat ve gezi notlarından o yapıların kime ait olduğunu öğrenebiliyoruz. O yapıların pek çoğunu bilmiyoruz, çoğu sahil yolları açılırken yıkılmış. Rumeli sahilinde büyük yıkımlar var; Salı Pazarı ile Kabataş arasındaki yalıların bugün hiçbiri yok.

Savaş: Sizin bu fotoğrafları seçerken kullandığınız ölçüt neydi?

Genim: Belgesel değere dikkat ettik. Yani orada gördüğümüz yapıların önemini, bölgenin o dönemdeki özelliklerini gösteren fotoğrafları koymaya çalıştık.

Savaş: O yapıların bugün hiçbirisi yok dediniz. Fotoğrafta gördüğünüz yapı hakkındaki bilgiye nasıl ulaştınız?

Genim: Çok zor ulaştık. Hatırat, anı kitabı okumaktan bitkin düştüm. Pek çok kitabı hızlı okumakla başa çıkılmıyor, indeksine veya içindekiler kısmı oluyor. O yüzden hepsini okumak ve not almak mecburiyetindesiniz.

Savaş: Çok ilginç bir fotoğraf bulup da bilgisi olmadığı için kullanamadığınız oldu mu?

Genim: Öyle bir fotoğraf var, hiçbir yere koyamadım. Rumeli yakasında olması lazım, büyük bir yalı. Eskimiş, pek çok odasından da soba borusu çıkmış dışarı doğru, ama aradım nerededir bu yapı diye, bulamadım. O yalıyı koyamadım albüme, çünkü nerede olduğunu çıkaramadık. Ama önündeki kayıklardan Boğaziçi’nde olduğu belli. Bizim “piyade” denilen bir kayık türümüz var mesela. Bunlar Eminönü’nden Arnavutköy’e 15 dakikada gidebiliyorlarmış. 1890-1900’lerden itibaren bu ince uzun kayıkları terk ediyoruz, onun yerine Batı türü ağır sandallar geliyor. O dönemlerde karayolunun kullanımı çok az. Her şey; et, sebze, zerzavat deniz yoluyla taşınıyor. O yüzden karayolunun genişletilmesine o kadar gerek duymamışlar. İstinye körfezinde İsmail Paşa’nın büyük bir yalısı var, onun yanına İran Büyükelçiliği’nin yazlığı var. Bu yapıların sahil kısmından ancak yürüyerek geçmek mümkün, atla bile zor. Çünkü yalıların altına, bahçesine giren kayıkhaneler var, onlar yolda yükseltiler yapıyor. İnsanlar, 1850’lerden itibaren vapurlarla gelip iskeleye yanaştıktan sonra sandallarla yalılarına gidiyor. Bütün hepsi denize açık; çok büyük yapılar var. Mesela Bebek’te, Zeynep Kamil Hastanesi’nin yapımını sağlayan Zeynep Hanım ve onun kocası Yusuf Kamil Paşa’nın Bebek’te büyük bir yalısı var. Paris operasını yapan mimar tarafından yapılmış. Ne yazık ki Cumhuriyet’ten sonra bir dönem tütün deposu olarak kullanılıyor. Ondan sonra da yıkılıyor, parsellenip satılıyor. Cumhuriyet’in başkentinin Ankara’ya taşınmasıyla beraber bütün hanedan da yurt dışına gönderiliyor, sarayın nimetleriyle geçinen birçok insan da birden bire parasız kaldığı için yapıları terk ediyorlar. Pek çoğu da devlete intikal ediyor ve boş kalıyor.

Savaş: Kitabın hazırlık aşamasında yalnız mı çalıştınız?

Genim: Hemen hemen tek başıma... Bahattin Öztuncay’ın çok yardımı oldu. Burada her fotoğraf bir makaleydi. Oradaki fotoğraflarla o yapıları, o bölgeyi değerlendirdik. Onun için bu kitaptaki 415 tane fotoğraf 415 tane makale demek; baştan sona bütünlük halinde olmalıydı. Her fotoğrafı değerlendiriyordum. Pek çok insanın katkısı var; birçok insandan fikir aldım. Rahmetli Gündağ Kayaoğlu ilk iki sene bazı konuları gündemimize almamıza yardımcı oldu. Ahmet Abut ve Ömer Türel’in katkıları oldu. Pek çok arkadaştan da şüpheye düştüğüm konularda destek aldım.

Savaş: Eksikler neler size göre?

Genim: Bazı eksikler elbette vardır ama daha fazla titizlenseydim bu kitap bitmezdi. Bazı insanlar okudukça eksikleri görüp söyleyecekler. Böylelikle onları ikinci baskıda revize edeceğiz. Hemen hemen bütün bu kaynaklar benim şahsi arşivimde, kitaplığımda var. Bu, kütüphaneye giderek yapılacak bir şey değil. Bütün bunları kütüphaneye taşımak zor. Bütün bilgiler, haritalar arşivimde olduğu için zamandan kazandım. Elimin altında olduğu için çok rahat ettim. Danıştığım kişiler de çok yardımcı oldu.

Savaş: Rumeli yakasının Anadolu yakasına oranla yeşilini koruduğu söylenir, buna katılıyor musunuz?

Genim: Yok böyle bir şey. Bir olayı değerlendirirken bugünkü yaşantımızın getirdiği görüşle değil, o günlerin koşullarıyla değerlendirmek lazım. Ben Kuzguncukluyum. 1950’lere kadar aşağıdaki taşlıkta hiç durmadan yanan, arada külle kapatılarak muhafaza edilen ocaklar vardı. Odundan başka yakacak bir şey yoktu. Odun, yalnızca kış aylarında ısınmak için kullanılan bir şey değildi, yaz aylarında da yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, yıkanmak için kullanılırdı. Belgrad Ormanı hariç Kilyos’taki veya Şile tarafındaki ağaçlar kesilirdi. Fotoğraflarda da görülüyor, tepelerde tek tük ağaçlar var. Bir araziyi sahipli kılarsanız onu yeşillendirmek mümkün. Boğaziçi’ndeki en yeşil alanlar, padişahın sarayının bahçesine ait. Sonra mezarlıklar var, kimse oradaki ağaçları kesmiyor; genellikle selvilere kudsiyeti olduğu için müdahale edilmiyor. Bunlar dışında yeşil alan pek yok. Yeşil olduğu söylenemez.

Savaş: Bu çalışmanın devamı gelecek mi?

Genim: 10 yıllık bir proje bu. Sonra Anadolu tarafına geçeceğiz. Kadıköy, Kartal, Adalar var, ardından Bakırköy, Yeşilköy, Tarihi Yarımada kısmını düşünüyoruz. Bir terminoloji, çalışma usülü de geliştirdim. Bundan sonrası daha kolay olacak sanırım. Bu, fotoğrafın kendisinin değerlendirmesiyle ilgili bir proje. Tek tek yapılmış olan var ama, böyle topluca bir çizgiyi takip eden yok.

Savaş: Kent dünden bugüne nasıl değişti sizce?

Genim: Bütün bu yapılaşmalar komşuluk ilişkileri ve ekonomik güç nispetinde yapılıyordu. Bugünse insanlar yapılarını sığınarak yapıyor, yani imar kanunu size beş kat yapı izni veriyorsa, normalde siz komşuluk münasebetleriyle manzarasını kesmemek için iki kat yapıp zemini de büyütecekken, beş kat yapıyorsunuz. Komşuluk münasebetleri içinde böyle bir şey yapamazsınız o bölgede oturamazsınız.

Savaş: Mimar gözüyle fotoğraf detaylarında neler gördünüz?

Genim: Mümkün olduğu kadar tabanda yerleşmeye çalışmışlar. Ama genellikle tabanda yerleşenler gayrimüslimler. Çünkü onların çok fazla ekip biçmekle alakası yok, balıkçılık veya ticaret yapıyorlar. Türkler genellikle yönetici oldukları için, biraz da bahçe merakları var. Özellikle Nakkaştepe ve Beylerbeyi’nde tepeler, yamaçlar tamamen Müslüman.

Savaş: Kitabın misyonunu nasıl açıklayabiliriz?

Genim: Bir imparatorluk başkentinin ulus devlet şehrine dönüşünün hikâyesi görsel olarak ortaya çıktı. Yalnızca geçmişi seyretmek için değil, bundan ders alıp yeniyi yaratmak için de bu çalışmadan faydalanmak lazım. "Yeşildi" yalanına son verip yeşillendirmek için ne yapacağımızı düşünüp çözüm üretmek lazım. Böyle kitaplar insanları düşünmeye sevk eder; çünkü yazılı metinler de yalan söyleyebilir veya bir yalana devam edebilirsin ama fotoğraflar yalan söylemiyor. Herkes görecek, görenlerin aklına bazı sorular gelecek, bunları etrafıyla konuşmaya başlayacak... Pek çok insanın kişisel arşivindeki fotoğraflar çıkacak.