Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

OKMEYDANI OKÇULAR TEKKESİ

Pek çok tarihi eser vardır ki, yanından geçeriz, ama göremeyiz. Kimisi beton yığınlarının arasına gizlenmiş, öyle durur, metruk... Kimisinden sadece birkaç parça taş kalmıştır geriye... Kimisi bir çöplük halinde, bir utanç abidesidir, ya görmezden geliriz, ya gerçekten farkına bile varmayız. Kimisiyse neredeyse silinip, gitmiştir zaman içinde... Ama her zaman korunması gerekli kültür varlıklarının günümüze kazandırılma şansı olabilir, eğerki tümüyle yitirilmemişse... Belki fiziki olarak çoğu yok olmuş olabilir, ancak kütüphanelerde çizimler, minyatürleri, tarifler tomar tomar bizleri bekliyor. Yeter ki tarihe sahip çıkacak bir ruh olsun içimizde... İşte Okmeydanı’ındaki Okçular Tekkesi de yeniden kazanılabilecek bir mimari eser. Hem de yüzyıllar öncesinde olduğu gibi, yine Türkler’in ata sporlarından okçuluğun yapılabileceği bir mimari eser hüviyetiyle...

Bu geçmişin geleceğe kazandırılmasına ilişkin bir öykü... Biz önce geçmişe bir yolculuk yapacağız, ardından geçmişi geleceğe kavuşturmanın yollarını arayacağız. İşte size İstanbul’un göbeğinden, Okmeydanı’ından bir hikaye...

Ok ve okçuluk, pek çok ulusun tarih sahnesine çıkışlarından itibaren rağbet ettikleri, avlanmanın yanı sıra bir harp sporu olarak özel önem verdikleri bir faaliyet. Özellikle milletimiz, bu sporla asırlar boyu iç içe yaşamış. Gerek savaşta, gerekse barışta askeri talimleri bir yarışma haline getirmiş. Malazgirt zaferinin kazanılmasında okçuların çok önemli bir rol oynadıkları göz önüne alınarak, Osmanlı Devleti’nin genişlemeye başladığı ilk yıllardan itibaren okçuluğa özel bir önem verilmiş ve Bursa’da Sultan Orhan döneminde bir ok idman alanı yaratılmış. Daha sonra Yıldırım Bayezıd’ın da benzeri bir alanı Gelibolu’da inşa ettirdiği söylenir.

‘Tekke’ sözü geçmişte, sadece tarikatların toplanma mekanı olarak değil, aynı zamanda belirli sporların yapıldığı, özellikle askerî sporların yapıldığı yerler içinde kullanılırdı. İstanbul’da bu nitelikli iki tekke binası bulunduğu bilinir. Biri Okmeydanı Kemankeşler [Atıcılar-Okçular] Tekkesi, diğeri ise bugün hiçbir izi kalmayan Unkapanı Pehlivanlar Tekkesi... Okmeydanı Tekkesi, her yıl Hıdırellez günü olan 6 Mayıs’ta açılır ve burada altı ay oyunca her Pazartesi ve Perşembe günleri ok talimi yapılırdı. Ok taliminin yanı sıra, sırıkla hendek atlamak, kılıç müsabakaları, cirit, tomak, matrak gibi oyunlarda bu alanda icra edilirdi. Okmeydanı Tekkesi, bir anlamda Ahi geleneğinin devam ettirildiği bir spor klübü işlevine sahipti. Bir okçuyu Okmeydanı’na almak, ok atma izni vermek veyahut alandan ihraç etmek, ancak tekke şeyhinin izniyle mümkündü.

Her ne kadar Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi hazırlıkları sırasında bir ordugâh kurulduğu ve Haliç’e indirilen gemilerin burada inşa edildiği konusunda bazı bilgiler varsa da, Okmeydanı adına Fatih döneminde rastlanmaz. Tursun Bey, Barbaro, Ducas, Francis, Kritovulos [1], gibi fethin tanıkları bu konuda herhangi bir bilgi vermezler. Çok daha sonraları Müneccimbaşı Tarihi’nde Fatih’in Haliç’e indirdiği gemileri Okmeydanı’nda yaptırdığından bahsedilmektedir [2]. Ancak pek çok araştırmacı, bu fikre katılmaz. Buna rağmen, fetih sırasında Okmeydanı veya yakın çevresinde önemli bir orgudâh kurulduğu ve artçı birliklerin buraya yerleştirildiği düşünülmektedir.

Fetih sonrasında Akşemsettin’in önderliğinde yapılan büyük zafer bayramlaşmasının Okmeydanı’nda yapıldığı ileri sürülür [3]. Bazı kaynaklar ise fetih sonrası ganimetlerin burada kurulan ordugâhta dağıtıldığından söz eder. Bu sebeplerle Fatih’in bu bölgede bir mescid inşaa ettirdiği söylenirse de, bu güne kadar bu yapıya ait herhangi bir ize rastlanılmamıştır [4]. Matrakçı Nasuh’un 1537 Tarihli İstanbul plânında bu bölgede bir yapı görülür, ancak yapı mescidden ziyade sivil bir yapı izlenimini vermektedir. Fatih Sultan Mehmed’e ait vakfiyede ‘Okmeydanı/Meydan-ı Tîr’ veya ‘Dergâhı Tîrendâzân’ kelimeleri geçmemektedir. Okmeydanı’nın daha sonraları Sultan II.Bayezıd tarafından babasının vakfı adına tescil ettirildiği bilinmektedir [5].

Fatih dönemi sonrası, özellikle II.Bayezıd döneminde, İstanbul’un hızla Türkçeleştirildiği pek çok İslâmi tarikatın şehre getirildiği bilinir. Bu çabaları nedeniyle II. Bayezıd’ın bazı kaynaklarda ‘Sofu Bayezıd’ adıyla da anıldığını görüyoruz. Okmeydanı Tekkesi de bu faaliyetlere paralel olarak II.Bayezıd tarafından muhtemelen XV. yüzyılın sonlarına doğru veya XVI. yüzyıl başlarında inşa ettirilmiş olmalıdır [6]. Bazı kaynaklar II.Bayezıd dönemi başlarında bu meydanda ‘Sorkun [Sivrikoz] Çardağı’ adıyla anılan üstü örtülü bir mekân bulunduğunu ve Bosna Valisi Vezir İskender Paşa’nın bu yapıyı yıktırdığını, daha sonra ise yaptığı bu işten üzüntüye kapılarak, burada bir mescidle tekke binası yaptırdığını ileri sürerler. Kasr-ı Hümâyun veya Şeyh Odası, mescid, mutfak, abar gibi yapılardan teşekkül eden bu yapı Matrakçı Nasuh’un minyatüründe gördüğümüz binadır. Günümüze ulaşan kuyu bileziği Matrakçı’nın bu noktadaki gözlemlerini yansıtmakta ne denli gerçekçi davrandığını da göstermektedir [7]. Sultan II. Bayezıd döneminde yaptırılan bu bir anlamda spor tesisinin, mescidinin 1518’de yaptırılan bir de minaresi olduğundan söz edilirse de, Matrakçı’nın çiziminde böyle bir minare görülmez. Bazı kaynaklar bu yapıların bir bölümünün Mimar Sinan tarafından inşa edildiğini söylerse de, Sinan’ın yapı listelerinde böyle bir faaliyete rastlanmaz [8].

Zaman içinde harap olan bu yapıların H. 1034/1624-1625 yılında Gürcü Mehmed Paşa onartmış ve mescide bir minber ekleyerek, bu bölgeyi ordu kışlağı haline dönüştürmüştür [9]. Sultan III.Ahmed döneminde tekrar yenilenen yapılara, son olarak H. 1184/1770-1771 tarihinde Ebubekir Ağa tarafından bir minare ilave edilmiş. Anlaşılan XVIII. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar benzeri pek çok mahalle mescidi gibi, Okçular Tekkesi Mescidi’nin de minaresi yoktu. Okçular Tekkesi H. 1234/1818-1819 tarihinde Sultan II. Mahmud tarafından bir kez daha esaslı onarılmış. Bu döneme ait bir çizim Carl Gustaf Löwenheim’in 1820 tarihli albümünde karşımıza çıkıyor. Etrafı yüksekçe bir duvarla çevrili dikdörtgen şeklindeki geniş bir avlunun önünde iki katlı ve iki bölümlü bir yapı, muhtemelen tekke binası ve Şeyh Odası seçiliyor. Geride tek şerefeli, ince uzun kurşun külahlı bir minare görülüyor. Kuzeye doğru avlu duvarının hemen arkasında tek katlı bir yapı yer alıyor. Avlunun biri Şeyh odası’nın altında diğerleri daha sağa doğru olmak üzere üç girişi var. Yapı çevresi tamamen boş ve kuzeye doğru yer alan büyük servi ağacının altında bazı mezar taşları seçiliyor. Bu mezarların Kukacı Dede ve önemli okçulara ait olduğu ileri sürülüyor [10]. Söz konusu çizim, yapıların karakteri ve minarenin orijinal kurşun külahı hakkında fikir veriyor. Çünkü daha sonraki tarihlerde çekilen her üç fotoğrafta da minare ampir üslûpta taş külâhlı olarak görülüyor. Anlaşılan, 1890’lı yıllarda İstanbul’daki pek çok cami ve mescidde rastladığımız bu külah değiştirme işlemi Okçular Tekkesi mescidinde de uygulanmış.

Şeyh Odası ve diğer yapıların kısmen görüldüğü tek fotoğraf Mimar Hikmet [Koyunoğlu] imzalı bir kare. Bu fotoğrafla Löwenheim’ın çizimi arasında önemli benzerlikler var. Ancak, giriş kapısının üzerindeki açıklığın Löwenheim’da iki renkli taştan bir kemer olmasına karşın, bu fotoğrafta geniş söveli ve düz atkılı olarak oluşturulduğu seçiliyor. 1930 tarihli bir diğer fotoğrafta ise,avlunun güneydoğu ucunda yer alan diğer bir taş yapı görülüyor. Bu fotoğrafın çekildiği tarihte Şeyh Odası ve eklentileri yanmış veya yıkılmış olmalı ki, yapının arkasından Şeyh Odası’nın altındaki kâgir su haznesi [tonoz] görülüyor. İnce, zarif kurşun külahın yerine yapılan ampir üslûbunda taş külah bu karede de yer alıyor.

Okçular Tekkesi’nin Keramet ve Metin Niğar tarafından yapılmış üç boyutlu bir restitüsyon denemesi de mevcut. Ancak bu denemedeki Şeyh Odası ile Mimar Hikmet imzalı fotoğraf arasında önemli farklar gözleniyor. Mimar Dr. Sinan Genim ve ekibi, bu nedenle eldeki belgeler ışığında yeni bir denemenin hazırlanmasının faydalı olacağı kanaatinde.

1950’li yıllardan başlayarak Okmeydanı ve yakın çevresi yoğun işgal yaşamış, hızla gecekondu yağmasına uğramış. Bu gecekondulaşma döneminde özellikle tekkenin günümüze ulaşan kagir bölümlerinin sökülerek gecekondu yapımında kullanıldığı biliniyor. 2005 yılı içinde tekke ve çevresi gecekondulardan temizlenmiş ve bir bölüm alan koruma altına alınmış. Yazılı ve çizili belgeler ışığında yapılan kazılarda bulunacak yapı kalıntıları tespit edilerek, Okmeydanı Tekkesi’nin yeniden yapımına ve İstanbul’un bu önemli spor alanının tekrar hayata kavuşması için gereken çalışmalara bir an önce başlanması gerekiyor. Bu çalışmalar sırasında tekkenin hemen yakınında bulunan, sofasının bir bölümü molozla kapalı, merdiven korkulukları ve giriş bölümüyle kitabesi kayıp olmuş olan Okmeydanı Namazgâhı’nın da onarılması ve yeniden toplumumuza kazandırılması lazım [11].

Okmeydanı, görüldüğü gibi 500 yılı aşkın süredir önemli bir spor alanı. Bugün tekkenin yanı sıra çevrenin de düzenlenmesi açısından bu bölgeye önemli bir fonksiyon yüklemek gerekecek. Geçmişini anımsatır şekilde ülkemize 500 yılı aşkın bir süredir var olan bir spor alanını yeniden kazandırmak, hemen yakın çevresinde modern bir ok poligonu inşa etmek, tekkeyi ok ve okçuluk müzesi olarak düzenlemek için araştırmalar yapmak, üzerinde çalışılması gereken bir konu.

1 Tursun Bey 1977; Barbaro 1976; Ducas 1956; Francis 1993; Kritovulos 2005.
2 Müneccimbaşı Tarihsiz, I, 259.
3 Ayverdi 1973, III, 480; İşli 2004, I, 259.
4 Ayverdi 1973, III, 480.
5 İşli 2004, I, 255.
6 Uzunçarşılı 1984, I, 332; Ayverdi 1973, III, 480.
7 Matrakçı 1537, 8b-9a.
8 Kuran 1986; Meriç 1965.
9 Ayverdi 1973; III, 480; Ayvansarâyî 2001, 413.
10 İşli 2004, I, 260; Pakalın 1983, 722.
11 Genim 1976, 147-155; Genim 1978, 339-345; Tiryaki 2004, I, 415-420.