Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

EDİRNE SELİMİYE CAMİİ


Bu bölümde Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş devrini,muhteşem Süleyman’ı ve büyük Mimar Sinan’ı takip edeceğiz. Osmanlı İmparatorluğu, altın çağlarında, hem karada hem de denizde yenilmezdi; ticaret ve kültür alanında örnek devlet kabul edilirdi. Her inanç ve etnik kökenden insanı bir araya getirirdi. Burada, Padişah II. Mehmed, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kanununu çıkardı. Doğu’dan Batı’ya vekiller, beyler ve diplomatlar, Osmanlı’yı yöneten elit bürokratlar tarafından bu odada kabul edildi. Belki de en önemlisi, Osmanlı tabiiyetindeki her kulun (en düşük sınıftan olanın bile), sarayın kapılarından geçip Padişahın huzuruna çıkma hakkı vardı.

16. yüzyılda, İmparatorluğun sınırları üç kıtaya yayıldı. Osmanlılar, Batı Asya, Kuzey Afrika ve Günaydoğu Avrupa’nın büyük kısmını kontrolleri altına aldılar. İlkeleri ile uygulamaları herhangi bir bölgeye ya da ülkeye özel olmadığı için, büyük ve karışık bir imparatorluğu kolayca yönetebiliyorlardı.

“Örneklere bakacak olursak, Osmanlıların, bir yeri hedef aldıklarında öncelikle bir teklifte bulunduklarını görüyoruz: ‘Teslim olun başka hiçbir şey değişmeyecek.’ Dikkatle üstünde durdukları noktalardan biri de İstimâlet dediğimiz politikadır. Hoşgörü ve iyi muamele. Beraberlerinde bir nevi Pax Ottomanica, bir tür Osmanlı barışı getirdiler. Ele geçirilen topraklarda halka böylesi bir iyi muamele gösterilmesi, sistemin hemen kabul görmesine neden oldu. Bence tabii ki başarılarının temel faktörü budur.” (Heath Lowry)

Bir cihan hükümdarı olan Sultan Süleyman, bir cihan devletinin ancak küresel adalet ve evrensel barışla mümkün olabileceğini düşünmüş ve bunun için de büyük bir çaba harcamıştı. İslamiyet’in kalbi Mekke’den, Hristiyanlığın merkezi Roma’ya kadar bir barış hattı kurmak istiyordu. Bunun için her şeyden önce güçlü bir orduya ve gelişmiş teknolojiye sahip olmak gerektiğinin farkındaydı.

Osmanlı’nın yenilmez seçkin piyadeleri, Yeniçeriler, Avrupa’nın en büyük ordusunun öncü kuvvetiydi.

1526’daki Mohaç Savaşı’nda galip gelen Sultan Süleyman, yeni sınırlarını Macaristan’a doğru genişletti. Üç yıl sonra, 300.000 kişiden oluşan kuvvetli Osmanlı savaş makinesi, Viyana kapılarına dayandı. Viyanalılar direnmeyi başardı. Uzun bekleyiş ve yaklaşan kış şartları Sultanın karar değiştirmesine sebep oldu. Viyana kurtuldu. Avrupa’da Osmanlı korkusu hâlâ hissediliyordu fakat azalmıştı. İlerleyişleri, Viyana’da engellenmiş olsa da, onlar hâlâ Avrupa’daydılar.

Bu parşömen kağıttaki harita, 1560 yılı civarında, Haritacı el-Hacc Ebu’l-Hasan tarafından Sultan Süleyman için yapıldı. Daha detaylı bir incelemede, Belgrad, Buda ve Rodos gibi yerlerdeki Osmanlı bayrağı artık Avrupa’nın büyük bir kısmının Osmanlı egemenliğinde olduğunu gösteriyor. Fakat Osmanlı, Avrupa’yı sadece karadaki varlığıyla endişelendirmiyordu. Artık Süleyman’ın donanması da Hıristiyan Batı’nın başına dert olmuştu.

Osmanlılar altın çağlarının zirvesine doğru ilerlerken İstanbıl, Paris’in 5 katı olmuştu ve dünyanın en büyük şehri haline gelmişti. Sultanın Topkapı Sarayı’daki tahtı dünyanın en prestijli mekânıydı. I. Francois’nın Fransa’sından I. Elizabeth’in İngiltere’sinden elçiler, politik yarar sağlamak için diplomatik misyonla Osmanlı sarayına gönderildiler. Ve sarayın, zenginlik, üslup ve hükümranlık anlayışı bakımından Rönesans Avrupa saraylarına denk olduğunu gördüler.

Osmanlılar, İslam dünyasının tartışılmaz lideriydiler ve Doğu’daki en önemli şehirlerinden biri de Şam’dı. Burası Mekke ve Medine’ye giden kutsal Hac rotasında önemli bir duraktır. Ve bu yerde, Süleyman’ın Şam ve İstanbul arasında açık bağlantı kurması gerekiyordu.

Bölgede Tekke olarak bilinen bu külliye, Şam’da, Osmanlı mimarisinin girdiği yeni evrenin başlangıcının bir işaretidir. “Muhteşem Süleyman’ın Şam’daki bu devasa kompleksin, İstanbul’daki komplekslerin stiliyle aynı olması için verdiği karar, iki amaca birden hizmet ediyordu: Hacılara rahat bir konaklama ve iyi bir hizmet sunmanın yanı sıra kendisinin dindar ve yüce bir Müslüman hükümdar olduğunun kanıtlanması.” (Zena Takiyyeddin)

Ayrıca Şam’da daha önce görülmemiş yenilikler ile orijinal dokuya uygulanan Osmanlı eklemeleri de görüyoruz, özellikle gördüğümüz simetrik iki sivri uçlu minare. Şam’daki minareler genellikle kare tabanlıdır ve sadece bir tane olabilir, simetri şart değildir. Mimarideki bu simetri hayranlığı aslen İstanbul’dan geliyor. Ve burada yani Tekke’de özellikle kapı ve eşiklerde, pencere alınları ile koridorların üstünde, yeşil, mavi ve turkuaz renklerde, yarım daire şeklinde çiniler görürsünüz. Mimaride bu çini kullanımı Osmanlı’ya has bir tarzdır.

Süleyman’ın ilk dönemindeki fetihlerde, Osmanlı hâkimiyeti hiç olmadığı kadar genişledi. Hükümdarlığının olgunluk döneminde, 54 yaşında, Süleyman gücünün zirvesindeydi. İstanbul’da tüm dünyanın görebileceği bir eser inşa etmek istiyordu. Bu, aynı zamanda hükümdarlığının bir sembolü olacaktı. Bu isteğni yerine getirmek üzere büyük bir dahiyi seçti: Mimar Sinan Ağa.

50 yıl boyunca Başmimar olan Sinan, Şam’dan başkente uzanan Osmanlı kentlerinin simgesi olacak yüzlerce eser tasarladı ve yaptı. Ve Süleyman, Mimar Sinan’a başkent tarihini en büyük ve en yüksek yapısını inşa görevini verdi: Süleymaniye Camii ve Külliyesi.

Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Osmanlı Devleti’nin gücünün doruk noktasını temsil eder. Gönümüzde bile şehirdeki silueti nefes kesicidir. Caminin yanı sıra, Mimar Sinan dört medrese, bir aşevi, bir hamam, bir kervansaray, bir hastahane ve Sultan Süleyman’ın ebedî istirahatgâhı olacak bir türbe yaptırdı. Süleymaniye kısa zamanda şehrin odak noktası haline geldi.

“Mimaride yapılar, yalnızca yüksekliklerine ya da boyutlarına göre değil içeri giren ışık miktarına göre de değerlendirilir. Sinan’ın eserleri, tüm kubbeli yapılar arasında en aydınlık olanlarıdır. Örneğin kiliselerde insanlar kendilerini küçücük hissederler. Burada ise havada asılı ışıktan bir tavan görüyorsunuz. Bu, bize insanın boyutlarını hatırlatıyor ve bunun altında ezilmiyoruz.” (Sinan Genim)

Sinan’ın bu harika dokusuna özel bir anlam yüklemesini sağlayan diğer bir sebep de usta hattatların, kalemkârların ve cam ustalarının maharetlerini ustaca sergilemeleriydi. Kur’an sayfalarının Osmanlı stili dekoratif aydınlatılması olarak başlayan hareket muhteşem bir seviyeye ulaştı.

Beş yüz yıl önce inşa edilen bir yapıda dönemin teknolojisi ve imkanları düşünüldüğünde, ayrıca zamanın mimari kısıtlamaları da eklendiğinde, Mimar Sinan’ı büyük bir saygı ile anmamak imkansızdır. Uzun kariyeri boyunca Sinan 84 camii inşa etti. Kendi geliştirdiği yöntem sayesinde yapıyı duvarların içinde gizleyerek namaz için açık alan sağladı.

Bugün kentlerin siluetini oluşturan yapıların pek çoğu Sinan’ın eserleridir. Sinan, Edirne’deki Selimiye’yi, Süleyman’ın oğlu ve varisi Sultan II. Selim için inşa etti. Selimiye en göz alıcı Rönesans yapıları arasında yer aldığı gibi klasik Osmanlı mimarisinin başyapıtı olarak da dünya mimari mirasında yerini almaktadır.

Selimiye’de Sinan’ın açık ve aydınlık stili mükemmel hale gelmiştir. Kıble duvarını geriye çekerek doğal şekilde aydınlanma sağlanmıştır. Böylece mihraba odaklanılarak mihrabın her yönden net bir şekilde görülmesini temin etmiştir.

Koca Sinan, Selimiye’de Osmanlı’nın nizam ve ahenge dayalı dünya görüşünü adeta taşlarla dile getirmiştir.