Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

İMPARATORLUK VE CUMHURİYET DÖNEMİNDE
KORUNMASI GEREKLİ KÜLTÜR VARLIKLARI MEVZUATI

ÖZET

H. 1262/1846-1847 tarihinde, Sultan Abdülmecid döneminde, Fethi Ahmed Paşa tarafından Aya İrini kilisesi içinde toplanan Eski Silahlar ve Eski Eserler, bir süre sonra bu koleksiyonun müze olarak hayat bulmasını sağlayacaktır. Taşınır eski eserlerin bir koleksiyon olacak şekilde bilimsel usullerle toplanması ve teşhire açılması, günümüzde korunması taşınmaz kültür varlığı olarak ifade edilen taşınmaz eski eserlerin korunması için bazı yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmasına yol açar. İlk olarak 9 Ağustos 1858 tarihli Ceza Kanunnamesine konulan bir hüküm ile koruma altına alınmaya çalışılan kültür varlıkları ile ilgili yasal mevzuatın gelişmesi ve günümüzdeki durumu hakkında bir değerlendirme.

GİRİŞ

Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuk mevzuatı içinde XIX. yüzyıl öncesi korunması gerekli kültür varlıkları ile her hangi bir belgeye ulaşmak günümüze kadar mümkün olmamıştır. Hazine-i Evrak kayıtları içinde bazı belgeler bulunmakta idiyse de, bu hüküm ve emirnamelerin çağdaş koruma anlayışı ile değerlendirilmesi mümkün değildir. Ancak özellikle H. 1143/1730-1731 ve H. 1266/1849-1850 tarihli iki kayıt çevre koruması açısından dikkat çekicidir. Sultan I. Mahmud ve Sultan Abdülmecid dönemlerinde yayımlanan Divan-ı Hümayun emirnamelerine göre; bir kamusal alan olan Okmeydanı’na bağ, bahçe ve bina yapılmaması, bu gibi girişimlerde bulunanlara mani olunması istenmektedir [Ahmet Refik 1930, 112-115]. H. 981/1573 tarihli bir diğer kayıtta ise Ayasofya Camii etrafına yapılan fazla evlerin kaldırılması ve cami binasına tecavüz edenlerin cezalandırılması istenmektedir [Ahmet Refik 1935, 22-24].

Bu arada çok daha erken bir tarihte, XVII. yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi’nin Bitlis’te başından geçen bir olay ilgi çekicidir. Evliya Çelebi Bitlis’te bulunurken bir kitap müzayedesi yapılır ve bu müzayededen minyatürlü bir kitap alan kişi, kitaptaki resimleri tahrip ettiği gibi bedelini de ödemez. Bitlis Paşasına yapılan şikayet üzerine divanda yapılan bir toplantı sonrasında hem kitabın bedeli tahsil edilir hem de kitaba zarar veren kişi cezalandırılır. Bu yargılama sırasında Paşa’nın tahrip edilen kitabı “mâl-ı pâdişâhî/devlet malı” olarak nitelemesi, korunmaya değer bir kitabın tahribine gösterdiği duyarlılık dikkat çekicidir... [Evliya Çelebi 2001, IV, 155; Evliya Çelebi 2010, 4-1, 341-343].

Bazıları tekraren yayınlansa da genelde tekil olan bu düzenlemelerin, ne yazık ki kural haline getirilmiş bir devamlılığı yoktur. İmparatorluk hukuk düzenlemeleri içinde korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili ilk hüküm Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde 9 Ağustos 1858 tarihinde yayımlanan Ceza Kanunu’nda görülmektedir. Bu kanunun 133. Maddesinde “Hayrat-ı şerife ve tezyinatı beldeden olan ebniye ve asar-ı mevzuayı hedm ve tahrib veyahut bazı mahallerini kırıp rahnedar edenlerin...” cezalandırılacağı belirtilmiştir. Anlaşılan 1848 tarihinde Askeri Müzenin açılması ile birlikte hızlanan koruma çalışmaları bazı hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmasına yol açmıştır.

Kısa süre sonra İmparatorluk kültür mirasını korumak amacıyla Takvim-i Vekayi’nin 1 Zilkade 1285/1 Şubat1284/13 Şubat 1869 tarihli nüshasında I. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi yayımlanır. Yedi maddeden oluşan bu nizamname korumaktan çok bundan böyle yapılacak kazı ve ortaya çıkacak eserlerin nasıl değerlendirileceğine dair hükümler içermektedir.

Kısa süre sonra 1869 tarihli Âsar-ı Âtika Nizamnamesinin yetersizliği görüldüğü için 29 Safer 1291/27 Mart 1290/8 Nisan 1874 tarihli II. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi yayımlanır. Otuz altı maddeden oluşan bu nizamnamenin aşağıda sıraladığımız üç maddesi taşınmaz kültür varlıkları ile ilgilidir [Can 1948, 1-5].

6. Madde:

“Âsarı sabiteden sahipli yerlerde bulunan ve mükemmel olan bazı meabit ve ebniyei sairenin muhafazası için canibi hükümetten mahalline icabına göre memur dahi tayin olunacaktır.”

 (Taşınmaz Eski Eserlerden özel arazilerde bulunanlar ve çok değerli olan dini yapılar ve binaların korunması için devlet tarafından duruma göre memur görevlendirilir.)

14. Madde:

“Maabit ve tekaya ve medariste ve makbere ve su yolu ve tariki amme misillü umuma mazarratı olacak yerlerde hafriyat icrası caiz olmıyacaktır.”

(İbadethaneler, tekkeler, medreseler, mezarlar, su yolu ve toplumun kullanımında olan yerlerde kazı yapılması yasaktır.)

35. Madde:

“Ebniye vesaire gibi umumi ve hususi mahallerde mevcud ve merkuz âsarı atikayı tahrip veyahut rahnedar edenlerden Kanunu Cezanın yüz otuzuncu maddesi mucibince tazminat ve cezayı nakti alınmakla beraber haklarında bir aydan bir seneye kadar hapis mücazatı dahi icra kılınır.”

(Binalar gibi genel ve özel yerlerde bulunan ve dikili olan eski eserleri tahrip eden veya alıkoyanlara Ceza Kanunun yüz otuzuncu maddesi gereği ceza verileceği gibi haklarında bir aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.)

On yıl sonra, otuz yedi maddeden oluşan III. Âsar-ı Âtika nizamnamesi yayımlanacaktır. 23 Rebiülahir 1301/9 Şubat 1299/21 Şubat 1884 tarihli bu nizamnamenin yalnızca iki maddesi taşınmaz kültür varlıkları ile ilgilidir [Can 1948, 6-12].

4. Madde:

“Cemaat ve efradın tahtı tasarruflarındaki arazi ve emakinde mevcut ve meknuz olan asarı atikayı hotbehot yıkup kaldırmağa arazi sahiplerinin selahiyetleri yoktur. Ve bu makule asarı vaziyeti asliyelerinde ipka için lazım gelen tedabiri hükümet ber vechiati ittihaz etmiştir.”

(Kurum ve şahısların elinde bulunan arazi ve mekanlarda mevcut ve gömülü olan eski eserleri yıkıp kaldırmak yasaktır. Bu eserlerin asıl halleriyle korunması için devlet aşağıdaki tedbirleri almıştır.)

5. Madde:

“Eshabı uhdelerinde bulunan arazide bilâruhsat keşfolunacak âsarı atikayı ve ebniye ve turuku kadime asarını kal’e duvarlarını ve burç istihkâmları ve hamam ve mezarları vesaireyi bozmaları ve parçalayıp tahrip etmeleri âsarı atikaya irası mazarrata sebep vevesile peyda idilmemek üzere harabelerden rubu kilometre mesafede kireç ocakları inşası ve âsarı atika kurbünde, bunların ziyanı mucip olabilecek her nevi inşaat ve ameliyat icrası ve yıkılmış ebniyei atikadan yerde yatan taşların kaldırılması ve ölçmek ve resim kalıplarını almak için velhasıl her ne maksada mebni olursa olsun ebniyei kadimeye iskele kurulması ve ebniye ve âsarı atikayı gerek kâmilen ve gerek kısmen istimalleri taktirinde, derhal zayi olsa bile mesken ittihazı ve hububat ve ot ve saman vaz’ı ve havuz ve yalak ve çeşme vesaire makamında istimali kat’iyen memnudur.”

(Sahibi oldukları arazide ruhsatsız bulunacak eski eserleri, kale duvarlarını, burç siperlerini, hamamları, mezarları ve benzerlerini bozmaları, parçalayıp tahrip etmeleri, eski eserlere zarar ve ziyan vermeleri, korunması gerekli yapılardan beş yüz metre yakına kireç ocakları inşası, eski eserler yakınında bunlara zarar verecek her türlü inşaat ve tamirat yapılması, yıkılmış eski binalardan yerde bulunan taşların kaldırılması, ölçü ve resimlerinin alınması için ve her ne maksatla olursa olsun eski eserlere iskele kurulması, bina ve eski eserleri gerek tümüyle gerek kısmen kullanmak, ev haline getirmek, hububat, ot ve saman ambarı yapmak, havuz, yalak ve çeşme gibi yerlerde kullanmak kesinlikle yasaktır.)

Bu üç nizamnameyi takiben kurulan Âsar-ı Âtika Müzesi içinde bir nizamnameye gerek duyulur. 12 Ramazan 1306/1 Mayıs 1305/12 Mayıs 1889 tarihli Müze-i Hümayun Nizamnamesi doğası gereği, yalnızca korunması gerekli taşınır kültür varlıkları ile ilgili hükümler içermektedir [Can 1948, 48-55].

Osmanlı İmparatorluğu döneminde korunması gerekli kültür varlıkları ile ilgili en detaylı düzenleme Sultan II. Abdülhamid döneminde, 29 Safer 1324/10 Nisan 1322/24 Nisan 1906 tarihinde yayımlanan IV. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi’dir. Yedi bölüm, otuz beş maddeden oluşan bu nizamnamenin, iki maddeden oluşan üçüncü bölümü Taşınamayan Eski Eserlere ayrılmıştır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Taşınamayan eski eserler

7. Madde:

Her nerede ve ne surette olursa olsun her kim deniz, göl ve su kaynaklarında toprak işlediği, kanal ve hendek, kuyu, bina temeli kazdığında, taş, kum ve sair madde taşıttığı sırada bir bina ve sair taşınamaz eski esere tesadüf ederse eski eserler memuruna ve memurun bulunmadığı durumlarda en yakın mülki memura veya askeriyeye on beş gün içerisinde haber vermeye mecburdur. Aksi halde kendisinden 100 ila 1000 kuruş arasında para cezası alınır. Bu şekilde kendisine bilgi ulaşan mülki memur veya asker en hızlı şekilde bulundukları ilin maarif müdürüne haber vermek mecburiyetindedir. İçinde eski eser bulunun arazinin sahip veya kiracısı söz konusu binayı yahut taşınmaz eski eserin korunmasına ve söz konusu eseri haber verdiği günden itibaren zamanı gelinceye kadar en azından altı hafta bakmağa mecburdur. Bu müddet zarfında eski eserler idaresi tarafından bir memur tayin edilerek bulunan bina yahut taşınmaz eski eserin muayenesiyle bulunduğu arazinin devlete devrinin belirlenmesi için oraya gidilir. Temlik işleminde bu yerin özel kanun gereğince istimlaki yapılır. Bu şekilde verilecek tazminatta yalnız arazinin yeni kıymeti dikkate alınarak söz konusu arazinin üzerinde bulunan veya bulunması muhtemel eser veya eski eserlerin kıymeti dahil hesap edilecek ve iş bu kıymet takdiri hususu Bab-ı Ali’ye sorulacaktır.

8. Madde:

1. Bina ve diğer tüm taşınmaz eski eserleri her ne şekilde olursa olsun yerinden oynatmak, yıkmak, sakatlamak, yok etmek veya eser ve taşınmaz binadan birisinin tamamen veya kısmen oluşacak tahribinden doğacak hasarı müracaat edilecek merciinin ruhsatı olmaksızın zapt eylemek,

2. Eserler ve taşınmaz eski binalara 300 metreden yakın kireç ocağı ve tuğla harmanı inşa etmek,

3. Eski binalara gerek doğrudan ve gerek herhangi bir şekilde sarsıntısıyla zarar verecek yakınlıkta her türlü çalışmada bulunmak,

4. Eski binaları ölçmek, kalıplarını ve stampajlarını yapmak için veya her ne maksada bağlı olursa olsun özellikle söz konusu binaya ruhsatsız iskele kurmak,

5. Eski eser içinde oturmak,

6. Eski eseri ahır, erzak, ot veya saman ambarı haline getirmek ve herhangi başka bir maksatla kullanmak kesinlikle yasak olduğundan, yukarıda sayılan fiilleri yapanlara, ceza kanununun yüz otuz sekizinci maddesi gereğince tazminat ve para cezası verilmekle birlikte bir aydan bir seneye kadar hapis cezası verilir.

IV. Âsar-ı Âtika Nizamnamesinde de günümüz anlayışı ile bir koruma söz konusu değildir. Alınan tedbirler daha ziyade tahribi önleyici ve haber zorunluğunu artırıcı hükümlerdir.

Korunması gerekli taşınır kültür varlıklarının yanı sıra giderek önem kazanan taşınmaz kültür varlıkları için nizamnameler ile getirilen düzenlemelerin yetersiz kaldığı görülerek bu kere 16 Şaban 1330/ 18 Temmuz 1328/ 31 Temmuz 1912 tarihli Muhafaza-i Abidât Hakkında Nizamnamesi ile yeni hükümler ihdas edilir.

Sekiz maddeden oluşan bu nizamnamenin birinci maddesinde hangi yapıların korunması gerekli kültür varlığı olduğu belirtilir. İkinci madde gereği söz konusu eserlerin hangi maksatla olursa olsun yıkılması yasaktır ve tahribe neden olanların 24 Nisan 1906 tarihli Âsar-ı Âtika Nizamnamesinin ilgili maddesi gereği cezalandırılacağı açıklanmaktadır. Nizamnamenin üçüncü ve dördüncü maddeleri ise gerekli görüldüğü taktirde yıkım işlemlerinin nasıl yapılacağı hükme bağlanmaktadır. Beşinci maddede ise korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarında bulunan nakış ve hatların nasıl değerlendirileceği ve müzeye intikal şekli açıklanmaktadır. Altıncı madde gereği bu gibi eserlerden toplanan nakış ve yazıların İstanbul Müzesi’ne gönderilmesi istenmektedir. Diğer iki madde ise harcırah ve yürütme maddesidir [Can 1948, 34-36].

Bu Nizamname hükümleri gereğince çalışmak üzere, 17 Mayıs 1917 tarihinde Heyet-i Vükela kararı ile Müzeler Müdüriyetinde oluşturulan Müdürü Umumi Halil Ethem Bey’in reisliği altında, İstanbul Mebusu İsmet, Doktor Nazım, Evkaf İnşaat ve Tamirat Müdürü Mimar Kemalettin, Tarih Encümeni azasından Efdalettin, Maarif Nezareti teli ve tercüme heyeti ile İstanbul Muhipleri Cemiyeti azalarından Mehmet Ziya, Şehremaneti heyeti fenniye şubesi Müdürü Mimar Asım, Kadıköy Belediye Dairesi Müdür Celal Esat Beylerden müteşekkil bir heyet kurulur [Arseven 1958, I, 531-534].

29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin kurulması ile Osmanlı İmparatorluğu ve meşruti idare tarihe karışır. Bu nedenle pek çok kanun, nizamname ve talimatnamede gerekli değişiklikler; örneğin Maarif Nezareti yerine, Maarif Vekaleti veya İrade-i Seniye yerine Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti gibi şekli düzenlemeler yapılır.

Korunması gerekli taşınır kültür varlıklarının koruma altına alınması, nizamnameler ile belirtilen müzelerde toplanması hükme bağlanmış iken, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının tespiti, korunması ve haklarında işlem yapılabilmesi için gereken düzenlemelerin yetersiz olduğu görülerek, H.1340/1924 tarihinde İstanbul’da Müteşekkil Muhafaza-i Âsar-ı Âtika Encümeninin Teşkilat ve Vazifelerine Dair Talimatname adı altında Maarif Vekili (Vasıf Bey) [Hüseyin Vasıf Çınar: Saruhan Milletvekili 6 Mart 1924 ile 21 Kasım 1924 arasında Maarif Bakanlığı yapar] tarafından 17 maddelik bir talimatname yayımlanır. Bu talimatname uyarınca çalışmaya başlayan encümen, Âsar-ı Âtika Müzesi Müdürü’nün başkanlığında dört üye ile bir genel sekreter ve müze mimarından oluşmaktadır. Haftada bir müze binasında toplanması hükme bağlanan encümenin yetki sahasına, 14. madde gereğince ağaçlar (tabiat varlıkları) da girmektedir [Can 1948, 65-67].

24 Nisan 1906 tarihinde yayınlanan IV. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi de bazı değişikliklerle 25 Nisan 1973 tarih ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu yayımlanıncaya kadar yürürlükte kalır. Buna karşı korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili olarak yeni bir düzenlemeye gidilerek, 2 Temmuz 1951 tarih ve 5805 sayılı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Teşkiline ve Vazifelerine Dair Kanun yürürlüğe konulur [Akozan 1977, 45-46].

Bu gelişim özellikle günümüzde gelinen nokta açısından ilginçtir. Ülkemizin korunması gerekli kültür varlıkları ile ilgili işlemlerin büyük bir bölümü imparatorluk dönemi hukuki düzenlemelerine göre yürütülmekte iken, taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili yeni bir kanun yürürlüğe konulmaktadır.

“Yurt içinde korunması gerekli mimari ve tarihi anıtların koruma, bakım, onarım, restorasyon işlerinde riayet edilecek prensipleri ve bunlarla ilgili programları tespit, tatbikatını genel olarak takip ve murakabe etmek anıtlarla ilgili olarak tevdii olunacak veya kendi vasıta ve tetkikleri ile ıttıla kesbedilecek her türlü konu ve ihtilaflar üzerinde ilmi mütalâa bildirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Anıtlar Yüksek Kurulu teşkil edilmiştir.” [2 Temmuz 1951 tarih ve 5805 sayılı kanunun 1. Maddesi].

14 üyeden oluşması kararlaştırılan Yüksek Kurulu’nun birer üyesi, o dönem ülkemizde bulunan üç üniversite (Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri) ile Güzel Sanatlar Akademisi tarafından, birer üye Bayındırlık, İçişleri, Milli Eğitim Bakanlıkları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, diğer dört üye ise yukarda belirlenen üyeler tarafından seçilecektir. Vakıflar Genel Müdürü ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü bu kurulun tabii üyeleridir. Yüksek Kurula seçilecek üyelerin tarih, arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, estetik ve şehircilik bilim dallarının birinde veya birkaçında tanınmış ve bu dallarda eser ve etütler yapmış kimseler arasından seçilmesi şarttır. Yüksek Kurul üyeliği süresizdir. Ancak, ölüm, istifa ve mazeretsiz olarak ardı ardına üç toplantıya katılmamak şartı ile son bulur. Bu süresiz üyeliğe karşı alınan bir tedbir ise; Yüksek Kurulunun her hangi bir sebeple ve üçte iki çoğunlukla bir üyenin çekilmiş sayılmasına karar verebileceğine dair hükümdür.

Kanunun 4. Maddesi gereğince Kurul özerktir, kendini ilgilendiren konularda kendi çalışma kurallarını (Yönetmelik, İlke Karı, vb.) üretme yetkisine sahiptir. Her ne kadar Kanunun 1. maddesinde “ilmi mütalaa bildirmek” gibi bir görev tarifi yapılmışsa da, Kanunun 5. Maddesi gereğince, Hükümet kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler kendilerini ilgilendiren hususlarda Kurul kararlarına uymaya mecburdurlar.

Bu kadar geniş yetki ile donatılan, kendi üyelerinin bir bölümünü seçmesine izin verilen ve süresiz üyelik gibi ülkemiz için alışılmadık bir yöntemin uygulandığı bu kurulun üyeleri acaba kimlerdir.

Örneğin; Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 25.01. 1957 tarih ve 614 sayılı kararının altında isim ve imzası bulunan şu isimlerden oluşmaktadır.

Başkan Tahsin Öz, Başkan Vekili Orhan Alsaç, Ekrem Akurgal, Orhan Çapçı (Vakıflar Genel Müdürü), Faik Binal (daha önceki üye Cevat Memduh Altar), Celal Esad Arseven, Zeki Faik İzer, Arif Müfit Mansel, H. Kemali Söylemezoğlu, Ahmed Hamdi Tanpınar, Osman Turan, Ali Saim Ülgen, Behçet Ünsal, Mithat Yenen [Adı sıralanan üyelerin çoğu akademik unvanlara sahiptir, hatta ikisi aynı tarihlerde ordinaryüs profesördür. Ama hiç birinin unvanı yazılmamıştır, çünkü onlar kanunun 2. maddesinde belirtildiği şekilde akademik unvanları nedeniyle değil, kendi bilim dallarındaki saygınlıkları ve karar verici özellikleri nedeniyle ismen seçilmişlerdir. Ne yazık ki altmış yılı aşkın süre önce sahip olduğumuz bu duyarlılığı ve bilime saygıya, ülkemizde bu tür kurum ve kuruluşların varlığına tahammül edemeyen merkezi bürokrasi nedeniyle kayıp ettik. Dikkat çekici bir diğer husus ise üyelerin soyadlarının önce yazılmasıdır, günümüzde çok az koruma kurulunda devam eden bu özellik, sanırım yalnızca İstanbul koruma kurullarında devam etmektedir. Kimi okuyucu tarafından şekli bir düzenleme olarak görülecek bu yöntemin, kurumlaşmak için önce kalıcı şekli düzenlemelerin gerekli olduğunu dair uluslararası uygulamaları hatırlatmak isterim].

Kendi üyeleri tarafından hazırlanan ve 1952 tarihinde uygulamaya konulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu yönetmeliği 1959 ve 1962 tarihlerinde iki kere yenilenir.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bir süre anayasa askıya alınır ve 1961 yılında yeni bir anayasa kabul edilir. 1961 Anayasası olarak bilinen bu temel kanununda Korunması gerekli kültür varlıklarına dair tek hüküm; VIII. Öğrenimin Sağlanması başlıklı bölümün üçüncü paragrafında belirtilen “Devlet, tarih ve kültür değeri olan eser ve anıtların korunmasını sağlar” sözcükleridir.

Cumhuriyetin ilanından elli yıl, 1961 Anayasasının yürürlüğe girişinden on iki yıl sonra ilk defa, günün tabiri ile eski eserler konusunda bir kanun yayımlanır. 25 Nisan 1973 tarih 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu [Akozan 1977, 50-56]. 10 bölüm, 55 esas ve beş geçici maddeden oluşan bu kanunun birinci maddesinde çok detaylı bir şekilde taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının neler olduğu açıklanmaktadır. Kanunun “Taşınmaz Eski Eserlerin, Tarihi ve Tabii Anıtların tespit, tescil, koruma ve onarım işleri ve mülkiyeti” başlıklı ikinci bölümünü oluşturan 12 maddesinin tamamı taşınmaz kültür varlıkları ile ilgilidir.

Bu kanunun yürürlüğe girmesinden kısa süre sonra 18 Haziran 1973 tarih ve 1741 sayılı “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Teşkiline ve Vazifelerine Dair 2 Temmuz 1951 tarih ve 5805 sayılı Kanununda Bazı Değişiklikler Yapılması Hakkında Kanun” yürürlüğe girer [Akozan 1977, 49-50].

Bu kanun ile Kurul üye sayısı beşi tabii, geri kalan on altısı seçilmek suretiyle gelen yirmi bir üyeye çıkarılır. Vakıflar Genel Müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Müsteşarı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, İmar ve İskan Bakanlığı Planlama ve İmar Genel Müdürü ile Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Turizm Genel Müdürü bu kurulun tabii üyeleridir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı ve İmar İskan Bakanlığı’nca seçilecek üyeler ile tabii üyelerin bir araya gelerek üniversiteler tarafından gösterilecek adaylar arasında seçecekleri on üye ile tüm bu üyeler (18 üye) tarafından seçilecek üç üye yeni kurulu oluşturacaktır. Dört madde ile bir geçici maddeden oluşan kanununun 1. Maddesinin b fıkrası gereğince, ”Kurula seçilmek suretiyle girecek üyelerin yüksek öğrenim görmüş olmaları, arkeoloji, tarih, sanat tarihi, mimarlık tarihi, mimarlık, şehircilik ve restorasyon sahalarının birinde veya birkaçında temayüz etmiş ve bu sahalarda etütler yaparak eser vermiş kimseler arasından seçilmeleri şarttır” hükmü bulunmaktadır.

Bu kanunla getirilen bir diğer değişiklik ise yaş sınırlamasıdır, daha önceleri süresiz olan üyelik, bundan böyle 65 yaş ile sınırlandırılmaktadır. Ancak bilgiye olan saygı ile Kurul üye sayısının üçte ikisinin kararı ile bu sürenin beş yıl daha uzatılması (69 yaş) mümkündür.

Yeni düzenleme ile 21 üyeden oluşan bu saygın kurum ülkemizdeki koruma ve korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili pek çok ilki başarmıştır. Her şeyden önce kurul üyelerinin bilgi birikimleri saygı duyulacak niteliktedir. Küçük bir uyarı olarak bu kurulunda pek çok üyesinin akademik unvanlarının olduğunu fakat hiç birinin kurul kararlarında bu unvanları kullanmadıklarını söylemek gerekir. Çünkü hepsi de kendi bilim dallarında saygın ve konu ile ilgili hemen herkesçe tanınan kişilerdir.

Ancak ne yazık ki ülkemizde ki demokratik yaşam bu kere 12 Eylül 1980 darbesi ile bir kere daha kesintiye uğrar. Bu kere 1961 Anayasası askıya alınır ve yeni bir Anayasa çalışması yapılarak 1982 Anayasası kabul edilir. Bu anayasada da korunması gerekli kültür varlıkları ile ilgili tek bir madde bulunmaktadır.

XI. Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması başlıklı bu madde de “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır. Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir” hükmü bulunmaktadır.

Kısa süre sonra, darbe yönetiminin hazırladığı, 21 Temmuz 1983 tarih ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanun yürürlüğe girer. Yedi bölüm, yetmiş sekiz esas, altı geçici maddeden oluşan bu kanunun, on altı maddeden oluşan ikinci bölümün tamamı “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları”na ayrılmıştır. Bir yönetmelik anlayışı ile hazırlanan bu kanun hazırlanışındaki mantık ve uygulamada doğan sıkıntılar nedeniyle yürürlüğe girişinden günümüze on tanesi kanunla, üç tanesi kanun kuvvetinde kararname ile olmak üzere on üç değişiklik geçirir.

İşin ilginç tarafı bu değişikliklerin hemen hemen tümünün kanunun Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları ve bunlar hakkında karar verici Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ile Koruma Bölge Kurulları hakkındaki maddelerinde yapılmış olmasıdır. Kanunun “Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları” ile “Araştırma, Sondaj, Kazı ve Define Arama” başlıklı ve yirmi maddeden oluşan üçüncü ve dördüncü bölümlerinde yürürlüğe girmesinden günümüze yalnızca üç değişiklik (tümü de 17.6.1987 tarih ve 3386 sayılı kanunla) yapılma gereği duyulması ilgili Bakanlığın taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları konusundaki bilgisizliğini ve konuya uzaklığını açık bir şekilde ifade etmektedir.

1917 tarihinden itibaren ülkemizdeki taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları hakkında karar üreten, bir dönem üyelik süresi sınırsız, daha sonra 69 yaş ile sınırlandırılan özerk bir bilim kurulu, tüm uyarılara rağmen konu hakkında bilgisi olmamasına karşı fikri olan bir grup tarafından yok edilerek, bu kanunla Bakanlığa bağlı bir bürokratik kurum haline getirilir. Yeniden oluşturulan kurulların en üst organı olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu başlangıçta, Bakanlık Müsteşarı başkanlığında sekiz seçimlik üye ile yedi bürokrattan oluşurken, 1987 yılında yapılan değişiklik sonucu bakanlık müsteşarı başkanlığında, sekiz bürokrat, altı seçimlik üyeden oluşur hale getirilmiştir. Bu bürokratik düzenlemelere çok sayıdaki ilke kararı, yönetmelik, tebliğ, yönerge, genelge ve ülkemizin hemen her ilinde açılan sayısını hatırlamakta güçlük çektiğim Koruma Bölge Kurullarına rağmen koruma ve kullanma konusunda giderek büyüdüğü bir gerçektir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bürokrasisinin bilgi ve birikimlerinin çok üstünde çözüm bekleyen konuları bilim ve bilgi birikiminin ışığında çözüme kavuşturacak tedbirleri almak yerine giderek daha bürokrasi içi çözümler aramaya yönelen bir zihniyet taşımaktadır. Bu nedenle de, 08.08.2011 tarih ve 6348 sayılı KHK ile korunması gerekli tabiat varlıkları ile yetkilerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devir etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bürokratik bir kurumun hem değerlendirici hem de karar verici nitelikleri kendi bünyesinde ve aynı genel müdürlük çatısı altında toplaması çözüm üretmeye mani olan en önemli yanlıştır. Hukuk dili ile savcı ve hakimin aynı kişi veya kurum olması kabul edilebilir bir yöntem değildir. Bakanlık bürokrasinin bilgi yetersizliği ile çözüm üretmede zorlanması sonucu Koruma Bölge Kurulları konuları çözüme kavuşturucu kararlardan çok, suç duyurusu kararları almaktadır. Kültür Bakanlığı bürokrasisi bu ölçüde suç oluşmasının temel nedenini araştırmak ve çözüm oluşturmak yerine, kurul sayısı artırmak ve suç duyurularını çoğaltmak yoluyla korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları için çözüm üretebileceğini düşünmek yanılgısı sürdürmeye devam etmektedir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, ne yazık ki 1983’den bu yana geçen otuz yılı aşkın süredir, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun oluşturduğu ve giderek azalan saygınlığı kullanmakta olduğunu ve bu kurumun yarattığı birikimi yok etmekte olduğunun farkında değildir. 14-16 Mart 1990 tarihinde Ankara’da yapılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurultay’ında [Genim 1990, 49-54] da belirttiğim gibi çok uzun bir süredir Bakanlığın siyasi görüşüne göre yandaşlarına iş ve aş bulma kurumu haline dönüşen Koruma Bölge Kurulları gerçekten endişe verici bir hale getirilmiştir. Bakanlığın atadığı bazı üyelerin kanunda belirtilen şartları taşımamasına rağmen beş yıl (günümüzde üç yıl) süre ile üyelik yaptıkları bir kurumun bugünkü yönetim tarzı ile devamı ne kadar mümkündür

SONUÇ

Eğer bir kurum, bilime gerek duymadan, hatta çoğunlukla bilimsel çözümlere karşı olmasına rağmen, bürokrasinin isteği doğrultusunda serpilip büyüyorsa, o zaman bu kurumu tasfiye etmek ülke yararına yapılacak en iyi iş olacaktır.

KAYNAKÇA

Ahmet Refik 1930
Ahmet Refik (Altınay), Hicri On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul, 1930.

Ahmet Refik 1935
Ahmet Refik (Altınay), On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), İstanbul, 1935.

Akozan 1977
Feridun Akozan, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, İstanbul, 1977.

Arseven 1958
Celal Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, İstanbul, 1958.

Can 1948
Nurettin Can, Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Ankara, 1948.

Evliyâ Çelebi 2001
Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Hazırlıyanlar: Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman, IV, İstanbul, 2001.

Evliyâ Çelebi 2010
Evliyâ Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Hazırlıyanlar: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, 4. Kitap, I, İstanbul, 2010.

Genim 1990
M. Sinan Genim, “Koruma Olgusunda Onama Ve Denetleme Mekanizmaları: Koruma Kurulları-Kurul-Yerel Yönetim İlişkileri”, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurultayı, Ankara, 1990, s. 49-54.