Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

EKONOMİK BİRLİKTEN SİYASAL BİRLİĞE AB

 

Nigel Cliff, Son Haçlılar isimli kitabının başlangıç bölümünde “Modern Avrupa kavramı, ne salt coğrafyadan, ne de paylaşılan ortak bir dinden doğmuştur. Bu kavram, İslâmla girdikleri mücadelede ortak amaçlarını bulan boyun eğmez halkların oluşturduğu bir mozaik içinden, yavaş yavaş ortaya çıkmıştır.” demekte. Modern Avrupa Birliği fikri Müslümanlığın ortaya çıkışından kısa bir süre sonra o gün için bilinen dünyanın orta yerinde yaygınlaşması sonucu ele geçirdiği ticaret yolları nedeniyle zenginleşmesi ve bunun tabii sonucu olarak güçlenmesinin getirdiği sıkıntılar sonucu ortaya çıkan sorunların oluşturduğu birliktelikten alır.

 

Henüz Hıristiyanlığın Ortodoks ve Katolik olarak iki ana mezhebe dönüşmesinden önce, doğuya ve onun zenginliğine olan haset nedeniyle ve Roma İmparatorluğu’nun başkentinin doğuya transferi sonrası Batı’da yeni bir Roma hayali yeşermiştir. Bunun sonucu Papa II. Urbanus’un başkanlığında 1095 yılında toplanan Clermont Konsili sonucu Karolenj Kralı Charlemagne’ın imparator ilan edilmesiyle başlayan bu girişim, yaklaşık dört yüz yıl sonra Şubat 1530 tarihinde Charles Quint’in (Şarlken) Kutsal Roma ve Germen İmparatoru olarak ilan edilmesi ile gerçekleştirilmeye çalışılır.

 

İmparatorlukların dili, dini, rengi ve ırkı olmaz ve dolayısıyla bu farklılıklar bir imparatorluk oluşumu için önemli değildir. Eğer bir toplum imparatorluk iddiasında bulunuyor ve bunun için bazı şartlar ileri sürüyorsa, belki bir devlet, bir krallık olabilir ama imparatorluk olamaz. Çünkü farklı halklardan oluşan imparatorluklarda devlete bağlılık ve hizmet önemlidir. Kim ki devlete karşı olan yükümlülüklerini yerine getiriyor veya devlet adına aldığı görevi başarı ile yürütüyorsa onun imparatorlukta ret edilemez bir yeri vardır. Roma İmparatoru olarak görev yapan, Afrikalı, İberyalı, İliryalı vd. çok sayıda insan olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise daha farklı bir oluşum ortaya çıkar. Padişah kesin olarak Osman oğlu sülalesinden biridir, ama onun vezirlerinin, en üst yöneticilerinin göreve gelebilmeleri için tek şart, ki bu da 19. yüzyılda kaldırılmıştır, Müslüman olmalarıdır.

 

Halbuki görüyoruz ki Kutsal Roma ve Germen İmparatorluğu başlığı farklı çağrışımlar yapmaktadır. Kutsal Roma Hıristiyanlığı, dolayısıyla dini hatta bir mezhebi, Germen tabiri ise bir ırkı tarif etmektedir. Peki bu imparatorluğu oluşturan, çeşitli inanç ve ırkları temsil eden halklar ne olacaktır? Onların bu imparatorluğa sadakatlerini kim ve ne sağlayacaktır? İnanç ve ırksal mensubiyetleri nedeniyle daha en baştan reddedilen bu insanları denetim altında tutmak için gerektiğinde güce/silaha başvurulduğu taktirde imparatorluk iç düşmanlarla uğraşmaktan vakit bulup, nasıl dış fetihlere yönelecektir? İç düşmanların olduğu veya olduğunun kabul edildiği bir devlette nasıl olup da ticaret gelişecek ve ülke zenginleşecektir? Batı toplumu uzun yıllar boyunca bu nedenle bir birlik sağlayamamış, gerek din gerekse ırksal kökenler nedeniyle uzun savaşlar yaşamıştır. 1870 Fransa-Prusya (Almanya) Savaşı, 1914-18 arası yaşanan I. Dünya, 1939-45 arası yaşanan II. Dünya savaşları ve bu arada giderek artan üretimin tüketiciye sunulacağı yeni topraklar nedeniyle yaşanan yöresel çekişmeler, büyük yıkımlara neden olmuştur.

 

Yüzyıllar boyu süren savaşların peşi sıra yaşanan iki dünya savaşının getirdiği yıkım, Avrupa’nın başat güçlerinin bir ticaret birliği içinde bu savaşlara son verilmesi gerektiğini fark etmelerine yol açar. 18 Nisan 1951 tarihli Paris Antlaşması ile Batı Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg, Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’ni kurarlar. Kurucular arasında yer alan altı ülkenin gerek I. gerekse II. Dünya Savaşı sırasında en fazla yıkıma uğrayan ülkeler olduğunu unutmamak gerekir. Kısa süre sonra bu verimli ticaret işbirliğini genişletmek isteyen birlik mensupları, 25 Mart 1957 Roma antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kuruluşunu gerçekleştirirler. 1 Ocak 1958 tarihini takip eden on iki yıl içinde birlik ülkeleri “ülkeleri arasında malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlanması ve sosyal Avrupa’nın kurulmasını sağlayacaklardır.” Anlaşılacağı üzere birliğe dahil altı ülke bundan sonra savaş yerine ticaret yoluyla bütünleşmeyi ve zenginleşmeyi ön plana alan bir anlayışa kavuşmuşlar ve bu anlayışı Avrupa ölçeğinde yaygınlaştırmayı ilke edinmişlerdir. Kısa süre içinde Avrupa istikrara kavuşur ve zenginleşmeye başlar. Bu arada bir diğer birlik Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu da kurulur. Üç birlik ve aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek üzere Avrupa Adalet Divanı birbirinden bağımsız kurumlar olarak çalışmalarına devam ederken, 1987 yılında “Avrupa Tek Senedi” imzalanarak Orta Pazar uygulamasına geçilir. 1989 yılında Sovyetler birliği dağılma sürecine girer. O güne kadar büyük bir dış tehdit olarak algılanan bir birliğin ortadan kalkması, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu büyük oranda etkiler ve eski düşünceler yeniden yeşerir. Doğu ve Batı Almanya olarak ikiye bölünen eski Almanya birleşerek tek bir ülke haline gelir ve Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde büyük bir güç kazanır. 1992 yılı içinde Maastricht şehrinde yapılan toplantılar sonrası topluluğun adı 1 Kasım 1993 tarihinden itibaren Avrupa Birliği’ne dönüştürülür. Başlangıçta dolaşımın artırılması, hizmetlerin ve sermayenin serbestliğinin kabulü olarak algılanan bu büyüme kısa süre içinde gerçek yüzünü gösterir. Germenlerin bin yıl evvel başaramadıkları bir Avrupa Birliği rüyasının günümüz versiyonu karşımıza çıkar. Hemen tümü beyaz ırklardan oluşan, tümü çeşitli mezheplerden de olsa Hıristiyan ve her halükarda Germenlerin egemen olduğu veya olmayı düşündüğü bir siyasi birlik.

 

Başlangıçta bir ticaret birliği olan Avrupa Ekonomik Topluluğu veya bir başka deyişle Ortak Pazar, açık açık söylenmese de siyasi bir birliğe dönüşmüştür veya dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlıklarına kavuşan ülkeler de hızla Avrupa Birliği’ne katılır. Bu iş özellikle Almanya’nın çabaları ile o kadar ileri gider ki, yeterli ekonomik büyüklüklere sahip olmamalarına rağmen Türk etki bölgesinde yer alan Romanya ve Bulgaristan bile hızla üye statüsüne kavuşur. 2000’li yıllarda dağılan eski Yugoslavya’yı oluşturan bağımsız devletler de sırasıyla birliğe kabul edilmeye başlanır.

 

Türkiye 12 Eylül 1963 tarihinde Avrupa Ekonomik Birliği ile Ankara Antlaşması’nı imzalar; bu antlaşma bir ticaret birliği ile imzalanmıştır. Geçen zaman içinde bu birlik, bir ticaret birliği olmaktan çıkıp siyasal bir birlik haline dönüşmüştür. Ticaret birliği ile siyasi birlik içinde yer almanın çeşitli farklılıkları vardır. Eğer ticarete siyaset karışırsa, ki günümüzde aksi mümkün değildir, işler, bugün olduğu üzere, içinden çıkılmaz hale gelir. O halde giderek siyasal çekişmelere ve bunun yarattığı ekonomik sıkıntılara maruz kalacak olan bir birlik içinde yer almanın olumsuz yönlerini de düşünmemiz gerekiyor. Günümüzde devletlerin fiilen coğrafi olarak büyümesi mümkün değildir. Bırakın coğrafi olarak büyümeyi, coğrafi olarak etki alanınızı genişletmek dahi büyük sıkıntılara ve hayal kırıklıklarına neden olmaktadır. Sovyetler Birliği’nin Afganistan, Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam, Irak ve Afganistan maceralarının sonucunu hep birlikte gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Artık büyümenin tek yolu ticaret ve kültürdür. Avrupa Birliği başlangıçta seçtiği akılcı yolu terk ederek geçmişte çok kere başarısızlığını gördüğümüz bir siyasi birlik oluşturmaya çalışmaktadır. Ülkemiz coğrafi olarak Avrupa içindedir, eğer aksi olsa idi, doğuya doğru yaklaşık dört saatlik bir uçuşla vardığımız Kazakistan’ın, çok daha doğumuzda yer alan Gürcistan’ın, Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın Avrupa ulusları içinde yer alması, Avrupa Kupaları’nda oynamaları mümkün olamazdı. Siyasetin girmediği alanlarda Avrupa Birliği içinde, siyasetin girdiği alanlarda Avrupa Birliği dışında olmamızın akıl ile izah edilmesi mümkün değildir. Tarih bize gösterir ki siyasetin girdiği bazı alanlarda insanlar akıl tutulmamalarına uğrarlar. Ne zaman ki, akıl egemen olup, Avrupa Birliği siyasi bir birlik olmaktan çıkarak, önceliği ticaret olan bir birliğine dönüşür ise o zaman ona mensup olmamız bizim için en doğru karar olacaktır. Bugün için bunun aksi de mümkün görünmemektedir. Ticaret birlikleri toplumların barış ve mutluluklarını sağlayan birlikteliklerdir, siyasal birliktelikler ise değişen menfaatler doğrultusunda daima çatışmaya açık oluşumlardır. Bu arada yapmamız gereken de dünyanın merkezinde yer alan bir ülke olarak ticaretin gelişmesine destek vermek ve ülke insanın zenginleşmesine ve mutluluğuna yol açan politikalar uygulamak olmalıdır. Hiç unutmamamız gerekir ki AB, büyük bir genç nüfusa sahip Türkiye’nin Avrupa’nın aleyhine, büyümesine ve zenginleşmesine kolay kolay evet diyemeyecektir.