Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

SON HAÇLILAR

 

KANLI DENİZ SEFERLERİ

 

Nigel Cliff, 800 yıl önce son bulan Haçlı Seferleri’ni konu alan roman tadındaki araştırma kitabında sadece üzerinde çok durulan kara savaşlarını değil, çok kanlı geçen deniz seferlerini de birbirinden ilginç bilgi ve detaylarla kaleme almış.

 

Haçlı Seferleri bin beş yüz yılı aşkın süre devam eden Doğu-Batı çatışmasının bu kere dini referanslar ön plana alınarak devamı olarak görülmelidir. Bir dönem Persler ile Grekler arasında süren bu çatışma, Büyük İskender’in MÖ 334-323 yılları arasında sürdürdüğü savaşlar sonucu Pers hakimiyetine son vermesiyle bir süreliğine Batı hakimiyetinin Hindistan’a kadar yayılması olarak görülür. Daha sonra yeniden toparlanan Pers Devleti, Doğu’nun Batı ile olan çatışmasını bu kez Roma Devleti’ne karşı sürdürür. İslâm inancının kabulü ve kısa sürede yaygınlaşması çok uzun bir süredir Perslerin üstlendiği Doğu temsilciliğinin Araplara geçmesini sağlar. Önce Mısır’ın, daha sonra verimli Mezopotamya topraklarının, İran ve kısmi olarak Anadolu’nun ve devamında Kuzey Afrika ve İspanya’nın Doğu hakimiyetine geçmesi Batı’yı büyük oranda rahatsız eder. Uzun süredir Doğu yönünde gelişen hakimiyet 732’de Poitiers yakınlarında Charles Martel’in İslam ordularını yenmesiyle durağan bir döneme girer. Bu dönemde Doğu’nun tek devlet yönetimi altındaki bütünlüğüne karşı, Batı’da yönetim bütünlüğü bulunmamakta, Roma İmparatorluğu’nun başkentini İstanbul’a taşıması ve giderek devlet dilinin Grekçe olması Batı dünyası açısından hoş karşılanmamaktadır. Batı’daki devlet boşluğu, Charles Martel’in torunu ve Batı dünyası tarafından Büyük Charlemagne (Şarlman) olarak adlandırılan bir Frank soylusunun yeni Roma İmparatoru olarak (Kutsal Roma Germen İmparatoru) Kutsal Ruh huzurunda ettiği yemin ile doldurulmaya çalışılır.

 

“AVRUPALI”NIN DOĞUŞU

 

İlk olarak bir vakanüvis tarafından Martel’in adamlarını tanımlamak için kullanılan Europenses (Europeans) -“Avrupalılar”- terimi Batı’nın yeni bir örgütlenme içinde olduğunu gösterir. Charlemagne’nin İmparator/Augustus olarak ilanı aynı zamanda o güne kadar Roma piskoposundan daha fazla bir ağırlığı olmayan Papa’nın, Ortodoks Kilisesi ile ayrılma (şizma) yolunu açmasına da imkan tanır (s. 19). Günümüze kadar sürdürülen bu ayrılık Batı’da farklı bir düşüncenin gelişmesine yol açar. Hristiyanlığın önderi olarak görülen Katolik inancı aynı zamanda dünyanın günümüze kadar gördüğü en büyük askeri ve siyasal güç olan Roma ile pekiştirilerek Roma Katolik Kilisesi olarak vücut bulur. Buna karşı bizim Rum (Roma) Ortodoks Kilisesi olarak bildiğimiz ve Roma İmparatorluğu ile bağları çok daha güçlü olan kurum ise, Doğu Ortodoks Kilisesi olarak nitelenerek geri plana itilmeye çalışılır (s. 29). Remzi Kitabevi tarafından Haziran 2013 tarihinde yayımlanan Nigel Cliff’in “Son Haçlılar” kitabı hepimizin okuması ve üzerinde düşünmesi gereken bir araştırma. Deniz Güzelgülgen’in dilimize kazandırdığı bu kitap, Nigel Cliff’in uzun süren, Portekiz, İspanya, İtalya, Fas, Mozambik, Tanzanya, Kenya ve Hindistan gibi çok geniş bir coğrafyada yaptığı araştırmalar sonucu 2011 yılında “Holly War/Last Crusade” adıyla yayımlanır. Akıcı bir dille ve zaman-mekan değerlendirmesi yapılarak yazılan bu kitap, dünya tarihinin bilinmeyen veya yanlış bilinen bir boşluğunu doldurmakta ve günümüze kadar dünyanın keşfi olarak nitelendirilen fetihlerin gerçekte dünya ticaretini ele geçirme girişimleri olduğunu gözler önünü sermektedir. Avrupa’nın Karanlık Çağları, Arapların Endülüs’ü fethi ve Müslüman dünyanın gelişmişliğinin getirdiği ilerleme sonucu son bulur. Karanlık Çağlar boyunca büyük masraflar yapılarak silahlandırılmış ve eğitilmiş savaşçı sınıfının, birbirine saldırmaktan, savunmasız halk üzerinde terör estirmekten ve kilise mallarını yağmalamaktan başka yapacak işi kalmamıştır (s. 32). Üstelik Arapların Doğu’da giderek kaybettiği üstünlüklerini yeni bir güç tekrar sağlamaya başlamıştır.

 

TÜRKLER SAHNEDE

 

Birinci Haçlı Seferi’nin en büyük organizatörü Papa II. Urban bir konuşmasında şövalyelere hitaben “Birbirinizi öldürüyor, savaşlar ilan ediyor ve sürekli karşılıklı açtığınız yaralarla telef oluyorsunuz. Artık bugünden sonra, aranızdaki nefret sizleri terk etsin, anlaşmazlıklarınız sona ersin, savaşlar dinsin, tüm ihtilaflar ve çekişmeler son bulsun. Kutsal Kabir’e giden yolu ele geçirin; o toprakları günahkar ırktan alın ve kendinize bağlayın. Böylece, günahlarınız bağışlansın ve Cennet Krallığı’nın ölümsüz güzellikleri üstünüzde olsun!” der. Ardından da İsa’nın rezil Türklerin kökünü onun topraklarından kazımalarını emrettiğini ekler. “Deus lo volt! ” (Bunu Tanrı istiyor!) diye bağırır (s. 32).

 

Doğu ile Batı arasında binlerce yıldır süren çekişme ve bunun sonucu ortaya çıkan savaşlar bu coğrafyada yerleşmiş halklar ve kültürler arasında yapılmaktadır. Ancak bu kere o güne kadar görülmedik şekilde çok uzak bir coğrafyadan yola çıkan savaşçı bir halk (Türkler) geleneksel Doğu ile Batı arasına yerleşmekte ve büyük bir coğrafyada iktidarı ele geçirmektedir. Üstelik bu ulusa ait bir grup halk (Hunlar) çok daha önceleri günümüz Fransa’sının tam ortasında yer alan Orleans’a kadar gelmiş, bir dönem Batı’da büyük alanlara hakim olmuş ve bir anlamda Roma İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamıştır. Türk ve Türki halklar her zaman için Batı kültürünün korkulu rüyası olmuştur. 1096’da başlayan Haçlı Seferi sonrası 1099 yazında Kudüs Müslüman oluşundan 461 yıl sonra tekrar Hristiyan hakimiyetine girer. Kudüs’ün Batılılarca ele geçirilmesi sırasında gerek Anadolu’da, gerekse Akdeniz kıyı şeridinde büyük katliamlar yapılır. Frenk kronikçi Raoul de Caen anılarında “Maara’da bizimkiler yetişkin puta tapanları kazanlarda kaynatıyorlar, çocukları şişe geçiriyorlar ve kızartarak yiyorlardı.”diyerek bu vahşetin boyutlarını dile getirir.

 

Haçlı Seferleri’nden İstanbul da nasibini alır, mezhepsel ayrılık dışında aynı inanca sahip ve Roma İmparatorluğu’nun devamı olan bir toplumun büyük bir yağma ve katliama maruz kalması yalnızca dini bağnazlık olarak açıklanabilir mi? Anlaşılan Kontantinopolis’in zenginliği ve kültürü inancın görmezden gelinmesine yol açmıştır. Burada öncelik dini birliktelik değil, bin yıldır devam eden Doğu-Batı farklılaşmasıdır. Başkentini İstanbul’a taşıyarak Roma İmparatorluğu tercihini yapmış ve bir süre sonra da bir Doğu Devleti olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Çok daha sonraları ona yakıştırılan ve yaygın olarak kullanılan Bizans tabiri de sanırım bu düşüncenin ürünüdür. Avrupalılarca Batılı kabul edilmeyen, yağmalanan ve 60 yıla yakın bir süre hakimiyetine el konulan bir devletin Roma’nın devamı olduğu nasıl kabul edilebilirdi?

 

Haçlı Seferleri’nin peşi sıra ardı ardına gelen Cengiz ve Timur istilaları İslam Medeniyeti’nin büyük kayıplara uğramasına yol açar, bu kayıplardan sonra tam olarak kendini toplayıp eski günlerin parıltı hayatına kavuşamaz. Osmanlı Türkleri’nin Batı üzerindeki egemenliği bu kayıpların telafisi için yeterli değildir. Her ne kadar Türkler yedi yüz yıl sonra Niğbolu’da Haçlı Ordularını yok ederek Poitiers Savaşı’nın rövanşını almış ve Ortaçağ Haçlı Seferlerini tarihe gömmüşlerse de bu kere Haçlı Seferleri bir başka coğrafyada, bir başka şekilde başlayacak ve günümüze kadar sürecektir.

 

DENİZ SEFERLERİ

 

“Son Haçlılar”, Haçlı Seferleri’nin denizlerdeki devamını anlatmakta. Tüm yakıp yıkmalara, büyük katliamlara karşı dünya ticareti hâlâ Doğu’nun, büyük oranda da Müslümanların tekelindedir. Batı baharat ticareti tüm çabalara rağmen ele geçirilebilmiş değildir. Hindistan yolu ile Arap yarımadasına, İran körfezine taşınan baharat ve değerli ürünler Akdeniz’in doğu limanlarını ve bu limanlarla ticaret tekelini elinde tutan Venedik’i zenginleştirmeye devam etmektedir. Doğu’nun bu zenginliğine deniz yolu ile ulaşmak için girişimlerde bulunan ilk ülke Portekiz’dir. İberya yarımadasının Atlantik yönüne sıkışmış, Akdeniz ile kıyısı olmayan bu küçük ülkenin var oluş için tek şansı önünde uzanan uçsuz bucaksız denize açılmak ve bilinmeyene ulaşmaktır. 1200’lerde başlayan İberya yarımadasının Hristiyanlaştırılması çalışmaları 1400’lerin sonuna doğru sonuçlanır. Tıpkı Karanlık Çağlar sonrası Avrupa’nın genelinde olduğu gibi bu kere de İberya yarımadası silahlanmış ve savaşmak için eğitilmiş insanlarla doludur. Bu insanlar bir süre sonra birbirlerini öldürmeye, yerel otoriteleri tahrip etmeye ve halka zulüm etmeye başlayacaklardır. En kısa süre içinde bu savaşçıların ülke dışına çıkarılmaları gerekmekte ve önlerine bir hedef konulması gerekmektedir. Denizlerde gerçekleşen

 

Haçlı Seferleri de çok kanlı ve büyük vahşet içinde devam eder. Portekizlilerin Afrika kıyılarında, Hindistan’da yaptıkları katliamlar ve kendilerinden başka ulus ve toplulukların ticaretten pay almalarını engellemek için gösterdikleri vahşet inanılması zor tarihi gerçeklerdir. İspanyolların Güney ve Kuzey Amerika’da gerçekleştirdikleri katliamlar, altın için yok ettikleri uygarlıklar bir anlamda bu savaşçıların niçin bir an önce kendi ülkelerinden çıkarılmaları gerektiğini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Dışa açılmayan, açılamayan Batı ülkelerinin gerek kendi aralarında gerekse kendi ülke vatandaşlarına karşı zaman zaman yaptıkları katliamları hatırlamakta fayda vardır. İspanya Kral ve Kraliçesi Fernando ve İsabel’in, hükümdarlıklarının ilk yıllarında, kafirlerin işkence ve infaza mahkum edildikleri günleri tekrar canlandırma istekleri, bu konudaki baskıları ve bunun sonucu tekrar canlanan engizisyon ve onun yarattığı vahşet ortamı insanlık tarihi açısından utanılacak bir dönemdir.

 

Haçlı Seferleri bu seferlere katılan Batı ülkelerine mensup insanların yazdıkları eserler ve yaptıkları araştırmalar ile bilinir. I. ve II. Haçlı Seferleri Vekayinamesi gibi Süryani kaynaklarından derlenen eserler, Amin Maalouf’un dönemin Arap kaynaklarını ön plana alarak yazdığı “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” gibi araştırmalar ne yazık ki çok azdır. Portekizlilere karşı giriştiği sefer sonucu donanmayı terk ettiği için Kahire’de idam edilen büyük haritacı Piri Reis’i dramatik bir şekilde anmak aklımıza gelir de, Doğu kaynaklarına dayanarak ticaretin nasıl denizlere kaydığı konusunda bir araştırma yapmayı düşünmeyiz. 800 yıl önce son bulan Haçlı Seferleri’nin bir dönem denizlerde devam ettiğini yazıyor Nigel Cliff. Sanırım bir süre sonra Batı’nın Hindistan, Filipinler, Endonezya, Çin ve Japonya’da yüz yıllar boyu sürdürdüğü Haçlı seferlerini araştıracak ve günümüzde sürmekte olan Batı’nın Doğu’ya, Doğu’nun Batı’ya egemen olma çabasının altında yatan gerçeklere erişilmeye çalışılacaktır. Nigel Cliff’in Doğu denizleri için yazdığı bu kitabı okuduktan sonra denizlerin Papalık tarafından İspanya ile Portekiz arasında paylaştırılması ve Batı denizlerinin hikayesi olarak Stefan Zweig’ın Macellan kitabını okumanızı tavsiye ederim. Yedi sekiz sene önce Vietnam’a yaptığım bir gezide Saygon’a vardıktan kısa süre sonra büyük bir hayret ile her tarafı saran Amerikan firmalarının ilanlarını, satış mağazalarını, sokakta alışveriş yaparken yaygın olarak doların kullanıldığını gördüm.

 

1960’lı yıllarda Amerika Vietnam’a egemen olabilmek için inanılmaz bir savaş yapmıştı. Başta çok sayıda Vietnamlı olmak üzere pek çok insan öldü. Amerikan ekonomisi büyük bir sarsıntı geçirdi, Vietnam’da üretim durdu, Amerika büyük bir yenilgi ile karşı karşıya kaldı ve bu topraklardan çekildi. Gördüm ki yirmi otuz yıl sonra Amerika Vietnam’ı ekonomik olarak fethetmiş, Vietnam küçük bir Amerika olmuş. Vasco di Gama ile Macellan arasındaki fark budur, biri ticaret ile tanımadığı toprakları İspanya’ya katmaya çalışıyordu, diğeri ise Haçlı ruhunun dar kafalılığı ile ulaştığı her kara parçasını, her insanı Katolik Hıristiyan yapmak için görülmemiş bir vahşet uyguluyordu. Vasco da Gama ve yanında bulunan hiç kimse “bir insanın ruhunun kurtarılması için özgürlüğünün elinden alınmasını garipsemiyordu... birçok tarife göre kâfir ile savaşmak adil bir savaş olduğu için ele geçirilen herkes yasal birer esirdi ve dönemin kabullerine göre köleleştirmekle yükümlüydü” (s. 82).

 

Bin yıla yakın süredir Doğu ile Batı arasına sıkışmış Dimitri Kitsikis’in söylemi ile Ara Bölge’de yaşamını sürdürmeye çalışan bir ulus olarak bize anlatılanların dışında gerçeklere ulaşmak için alacağımız çok yol, yapmamız gereken çok araştırma olduğunu unutmayalım. Ne kadar çok bilgi sahibi olunursa, geleceği oluşturma konusunda o kadar başarılı olmak mümkündür. “Özellikle toprakları denizle sonlanan tüm krallar ve derebeyleri bilinmeyen şeyleri aramalı ve bilgilerimizin sınırlarını genişletmelidir; çünkü onur, görkem, ün ve zenginlikler ancak böyle kazanılır” (s. 252).

 

Portekiz, hemen sonrasında İspanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa’nın okyanuslara açılmaları, yeni toprakların keşfi dünyanın kısa süre içinde Avrupalılaşmasına yol açacaktır. Bundan böyle tüm dünyada Avrupa düşüncesi, Avrupa yaşam biçimi, Avrupa özlemi egemen olacak, hemen her olay Avrupa düşüncesi ile değerlendirilecektir. Kitabın adı olan Son Haçlılar, Afganistan, Irak, Libya, Mısır, Suriye gibi ülkelerde ortaya çıkan olaylar, bu ülkelere yapılan müdahaleler acaba gerçekten Haçlı Seferleri bitti mi diye düşünmemize yol açıyor. Sizce Haçlı Seferleri bitti mi? Yoksa bu çatışmalar binlerce yıldır dünya ticaretine egemen olmak için yapılan savaşlar olup, insanlık var oldukça devam mı edecekler?