Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İKİ DİN TEK BAYRAK


Samuel Huntington tarafından Soğuk Savaş sonrası ortaya atılan “Medeniyetler Çatışması” tezi acaba bir gerçeği mi yansıtmaktadır. Yoksa yalnızca tarihi kendi inançları doğrultusunda sığ bir şekilde yorumlama çabası mıdır? Özellikle son yıllarda artan bir yoğunlukta Batı medyasında sık sık gündeme gelen haberler, seyrettiğimiz görüntüler ve yorumlar, İslam inancı ile Müslüman toplumların gerçekten bir medeniyetler çatışmasına yol açabilecek karşıtlıklar mıdır? Yoksa ideolojilerin büyük oranda sona erdiği günümüz dünyasındaki olan biteni saklamak amacıyla yaratılmaya çalışılan bir öteki isteği midir? Acaba yaratılmaya çalışılan İslam fobisi, toplumları korku ile yönetme isteğinde olan bir grubun, dünya üzerinde kurmaya çalıştığı yeni bir düzenin sonucu mudur?

 

İki din, Müslümanlar ve Hıristiyanlar, günümüzde insanlığa verilmeye çalışılan mesaja benzer şekilde her zaman birbiri ile çatışma halinde midir? Yoksa zaman zaman aynı bayrak altında işbirliği yaparak, yine aynı bayrak altında işbirliği yapan aynı inançlara mensup (Müslüman ve Hıristiyan) topluluklara karşı savaşmışlar mıdır?

 

Daha çok erken tarihlerde, İslam inancının Mekke ve yakın çevresi ile sınırlı olduğu dönemde tebliğ edilen ve Kuran-ı Kerim’in 30. Suresi olan “Rumlar yenilgiye uğradılar. Hem de Araplara en yakın yerde. Ama onlar bu yenilgiden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir” müjdesi bulunmaktadır. Kitap ehli olan Rumların, Mecûsî olan İranlılara yenilmesi Müslümanlar tarafından hoş karşılanmaz, bu nedenle gelecekte onların (kitap ehli) galip gelecekleri bildirilmektedir. Kuran-ı Kerim’de kitap ehli olan Hıristiyanların galibiyetini isteyen bir inancın zaman içinde ötekileştirilme isteğine taşınması kabul edilebilir bir düşünce midir?

 

Ülkemizde üç üniversitede ders vererek altı yıl yaşayan İngiliz yazar Ian Almond “Müslüman-Hıristiyan çatışmasını takıntıya dönüştürmüş bir medya çağında ben, bu modeli tersyüz etmeye, sürtüşme ve bölünme yerine, birlik ve beraberliğe odaklanmaya karar verdim” diyerek, dilimize “İki Din, Tek Bayrak” adıyla Gülü Çağalı Güven tarafından çevrilen “Two Faiths, One Banner: When Muslims marched with Christians across Europe’s battlegrounds” isimli kitabı yazmış. 2009 yılında Londra’da yayımlanan bu kitap ne yazık ki oldukça gecikmiş olarak 2013 yılında dilimizde yayımlandı.

 

Bu kitap, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de medyanın takıntı haline getirdiği Müslüman-Hıristiyan çatışmasının veya Müslüman inancının ülke bütünlüğünü tehdit eden bir fobi haline getirildiği günlerde çok daha evvel farkına varmamız gereken gerçekleri bize hatırlatmakta.

 

Beş bölümden oluşan bu kitabın ilk bölümünde İber Yarımadası’nda ki Müslüman-Hıristiyan işbirliklerini görmekteyiz. Kültür tarihi içinde yadsınamaz bir önemi olan eski Yunan kültürü ile günümüz Avrupa kültürünün bağlantılarını sağlayan Endülüs yaşamının gerek ekonomik gerekse yönetim gücünü elde tutmak amacıyla yaptığı işbirlikleri. Bir dönem Müslüman İspanya’nın apaçık bir biçimde Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudilerin dilde, sanatta ve adetlerde büyük bir çeşitliliği paylaştığı bir yer olduğunu ne çabuk unuttuk veya görmezden gelme şansına sahibiz (s. 43). Bir dönem, Latincede “mesut” demek olan Felix adını, Arapçada aynı anlamı taşıyan Said’e çeviren, Cassius gibi soylu bir Hıristiyan ailesinin Müslüman olduktan sonra “Benu Kasi” ismini benimsemesinin acaba kaşımız farkındayız? 11. yüzyılın ortalarına kadar İspanya’daki Hıristiyan krallıklarda yaşayanların, Müslümanlar tarafından yoksul akrabalar olarak görüldüğü gerçeği ne çabuk unutuldu (s. 32)?

 

“II.Friedrich ve Güney İtalya’nın Sarazenleri” başlığını taşıyan kitabın ikinci bölümü ise Sicilya ve İtalyan yarımadasındaki Müslümanların serüvenlerini anlatmakta. Müslüman Arapların ilk Sicilya seferi 652 tarihinde Halife Osman döneminde olur. Çeşitli kuşatma ve yağma seferleri sonrası 827 yılında başlayan fetih 902’de tamamlanarak Sicilya’nın tümü Arap hakimiyetine geçer,1052’ye kadar süren bu hakimiyet sırasında Sicilya’da başlayan kültür patlaması günümüze kadar görmezden gelinmiştir. Büyük oranda Norman hakimiyetine geçen adada yaşayan Müslümanlar, 1223’de başlayan ve 1240’a kadar devam eden bir göç sonrası, bu kere İtalya’nın içlerine Roma’nın aşağı yukarı 240 kilometre doğusunda küçük bir kent olan Lucera’da zorunlu iskana tabi tutulurlar. Bir dönem ordusunda bulunan Müslüman okçular yüzünden Friedrich “Vaftizli Sultan” diye adalandırılmakta, buna karşı inanmış bir Hıristiyan olan Friedrich ise papanın ordularını “serseriler ve suçlulardan oluşan ayaktakımı güruhu” olarak nitelemektedir (s. 69). Aynı dönemde, üç bin Sicilyalı Müslüman Arap’ın bir Hıristiyan imparator adına Parma kentini kuşatmayı nasıl başarabildikleri anlamak ise doğrusu zordur.

 

Günümüzde Palermo’daki Capella Palatina’da, taşa kazınmış, Latince, Yunanca ve Arapça kitabe II. Roger döneminde sarayın resmi dili olan üç dilin somut bir örneğidir. Giderek büyüyen Hıristiyan hakimiyeti sonucu ihtidayla yüz yüze kalan Müslümanların tercihi Katolik Kilisesi yerine Ortodoks Kilisesini seçerler. Sicilya’da 1180’lerde Phillippos ismiyle anılan, fakat babaları “Muhammed “ veya “Ahmed” adını taşıyan yeni bir Hıristiyan çiftçiler kuşağı görülmektedir (s. 73). Yakın zamanda da gördüğümüz gibi Sicilya’daki Müslüman nüfusun tehciri, özellikle tarım alanında büyük oranda kayıplara neden olur, bu nedenle üretime devam edilebilmesi için Kuzey Afrikalı toprak sahibi Museviler, imparator II. Friedrich tarafından Sicilya’ya davet edilirler (s. 79).

 

Kitabın üçüncü bölümü ise “Anadolu’daki Türk-Hıristiyan İttifakları 1300-1402” başlığını taşıyor. Bu bölüm aynı zamanda küçük bir göçebe Türk aşiretinin, dünyanın gelmiş geçmiş en büyüm imparatorluklarından birine, Roma imparatorluğunun varisi olma hikayesinin anlatımı. Almond “Osmanlı kültürünün melezliği-yabancı unsurları ve kültürleri kendi yapısına eklemlemeye her zaman istekli olması gerçeği- artık onun muazzam başarısının bir parçası olarak görülmeye başlanmış durumda” diyerek, uzun zamandır üstünü örtmeyi marifet saydığımız bir gerçeğin gün yüzüne çıkmasına yardımcı olmaya çalışıyor (s. 118). Aynı dönemde Müslüman bir ermiş olan Hacı Bektaş’ı bazı Rumların Aziz Haralambos adıyla takdis etmeleri, son derece önemli ruhani örtüşmelere işaret etmektedir. Bir şiirde dile getirilen, köydeki Müslüman ermişin ölümü üzerine Yahudiler, Ermeniler ve Rumların “Şeyhim nerelere gittin?” diyerek ağlayıp feryat ettikleri gerçeğini günümüzde nasıl anlamamız gerekir (s. 129-130).

 

Latin/Katolik tehdidine karşı işbirliği yapan, Roma İmparatoru İoannes VI. Kantakuzenos ile Aydın Beyi Umur’un birbirlerine kardeşim diye hitap etmeleri. Umur Bey’e aşık olan imparatorun Theodora isimli kızının evlenme isteğinin, Umur Bey tarafından “İmparator benim ağabeyim, kızı da benim kızım, bizim dinimizde bu caiz değildir” sözleri ile ret etmesini nasıl anlamamız gerekir (s. 148).

 

Roma İmparatorluğu ile Anadolu Beylikleri ve Osmanlılar arasındaki inanç farkına rağmen gelişen bu işbirliğine karşı, Müslüman bir lider olan Timur ve ordusunun Anadolu’yu yağmalamaları, nerede ise Osmanlı Devleti’nin yok oluşuna neden olabilecek 1402 Ankara Savaşı’nı nasıl değerlendirmemiz gerekir (s. 154)?

 

Osmanlı Döneminde (1526-1683) Macaristan’ın hikayesi ise bir başka birlikteliği günümüze taşımakta. “Bazı siyasi yorumculara göre, Avusturya’nın son zamanlarda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişini engelleme çabaları- ve kamuoyunun büyük bir bölümünün bu stratejiyi onaylaması- sadece günümüz Türk nüfusu, daha fazla göç ve Avusturya’nın ulusal değerlerinin bozulması endişesiyle ilgili değil; aynı zamanda az da olsa, Korkunç Türk’ün ve üç yüzyıl önce kenti az kalsın zapt edecek olmasının anısının etkisinden kaynaklanıyor” (s. 166). Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde başlayıp, Sultan IV. Mehmed (1648-1687) dönemine kadar, yaklaşık 150 yıllık bir zaman aralığını kapsayan bu dönem için savaşlar dışında ne kadar bilgimiz var? Bu dönemin anısını olarak Avrupalı insanın bilinç altında ne gibi korkular yatıyor? Günümüzde bölgede yaşayan insanların İslam inancı ile birlikte yaşama arzusu ne boyutta, özellikle son dönemde dağılan Yugoslavya birlikteliğin sonrası meydana gelen karmaşa ve savaşlar yalnızca dinsel ayrılıklarının bir sonucu mu, yoksa Avrupalının ekonomik kaygılarının bir sonucu mu? Sanırım geçmişi yeterince bilmemek ve geçmiş hakkında kahramanlık öyküleri dışında merak duymamak bizi bazı yanılgılara sürüklemekte.

 

Müslüman-Hıristiyan birlikteliğinin en büyük örneklerinden biri olan Kırım savaşını ve sonuçlarının yorumunu ise okuyucuya bırakmak isterim. Sanırım Medeniyetler Çatışması savsatası sonrası bu konuda okuduğum en iyi kitap Ian Almond’un bu kitabıdır. Medeniyetler Çatışması gerçekte gelecekte dünya üzerinde devam etmekte olan ekonomik savaşının sonucudur. Almond’un da belirttiği gibi Afganistan’ın mevcud cumhurbaşkanının Kaliforniyalı bir boru şirketinin üst düzey danışmanı olduğu, ülkede kurulan Amerikan üstlerinin boru hattıyla aynı güzerğahı takip ettiği gerçeğinin nasıl üstünün örtülmeye çalışıldığı öğrenildiği taktirde, İslam fobisinin gerçek tetikleyicileri de gün yüzüne çıkacaktır.

 

Bu kitabı tekrar tekrar okumanızı isterim, beraberinde Amin Maalouf’un “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” kitabı ile Dimitri Kitsikis’in “Türk-Yunan İmparatorluğu: Arabölge Gerçeği Işığında Osmanlı Tarihine Bakış” kitabını da okursanız, günümüzde yoktan yere var edilmeye çalışılan İslam fobisinin nedenini büyük ölçüde anlamış olursunuz.

 

Geçen yazılarımdan birinde Gül Çağalı Güven’i Jack Goody’in Tarih Hırsızlığı kitabındaki çevirisi yüzünden eleştirmiştim. Anlaşılan Gül Çağalı Güven’e biraz haksızlık yapmışım, belki yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı bir konuda yaptığı çalışma, belki de Jack Goody’in karmaşık dili nedeniyle anlaşılması zor bir tercümeydi. Bu kere yaptığı çalışma gerçekten mükemmel ve insana kendi dilinde yazılmış bir kitabı okumanın verdiği hazzı veriyor. Kendisini kutlar, bu kadar önemli bir kitabı dilimize kazandırdığı için teşekkür ederim.

 

Ian Almond’un da belirttiği gibi, geçmişte İspanyollar, Almanlar, Macarlar ve Yunanlar arasındaki Müslümanların varlığını hatırladığımız da, gelecekte şu anda olandan daha zengin, daha farklı ve daha orijinal bir Avrupa mirasına sahip olacağımız hatırlatmak isterim.