Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ASYA NEREDE BAŞLAR, AVRUPA NEREDE BİTER?

 


Boğaziçi Köprüsü’nün Anadolu yakası çıkışına yakın bir noktada, bir tabela var. “Asya’ya Hoş Geldiniz”. Aman ne büyük macera, bilir bilmez aklı evvel bazı kişilerin turistik amaçla koydukları bir levha ile Asya kıtasına geçmiş oluyoruz. Gerçekten İstanbul’un Rumeli yakasından Anadolu yakasına geçerken Avrupa’dan Asya’ya mı geçmiş oluyoruz? Gerek İstanbul, gerekse Çanakkale Boğazları’nın her iki kıtayı ayırdığı söylenirse de bu değerlendirme coğrafi bir oluşum, çocuklara mahsus bir nitelemedir. Anadolu yarımadası Asya kıtasının bir uzantısı mıdır, peki o taktirde Rusya coğrafyasında bu ayrımı yapmak nasıl mümkündür?

 

ANADOLU COĞRAFYASI
 

 

Çok erken tarihlerden beri Küçük Asya adı ile anılan Anadolu coğrafyasının büyük bir bölümü her zaman için Avrupa sayılmıştır. Gerek Helen-Pers, gerekse Pers-Roma anlaşmazlıklarının büyük bir bölümü, Fırat - Euphrates nehrinin çizdiği sınıra yapılan müdahaleler sonucu başlar. Fırat’ın doğusu Asya, batısı Avrupa’dır. Çok uzun olmayan bir süre önce Birecik Barajı’nın inşası sırasında Zeugma Antik Kenti’nin bir bölümünün sular altında kalması dolayısıyla ortaya çıkan protestoları hatırlamamız gerekir. Fırat Nehri’nin hemen hemen en sığ noktasında Selevkos İmparatoru I. Seleukos/Seleukos Nikotor (MÖ. 312-281) Seleukos Euphrates adıyla bir kent kurar. Fırat üzerinde inşa edilen bir köprü ile birbirine bağlı iki yerleşmeden oluşan bu kent, Uzak Asya ile Antakya arasındaki ticaret yolunun geçtiği noktadır. Giderek önem kazanan bu yerleşme bir dönem Anadolu’da egemen olan Kommagene Krallığı’nın dördüncü büyük kenti haline gelir.
 

 

FIRAT’IN DOĞU VE BATISI

 

Bir zaman sonra Seleukos Euphrates şehrinin batı bölümü Roma hakimiyetine geçer ve Zeugma adı ile anılır. Fırat’ın doğu yakasında Zeugma’nın tam karşısında yer alan bölüm ise giderek bir doğu şehri hüviyeti kazanır ve adı Apameia olarak değişir. Birecik barajının inşası söz konusu olunca hemen her yerden Zeugma için protesto sesleri yükselir, ama Apameia için kimsenin sesi çıkmaz, hatta çok kişi böyle bir kentin varlığından bile habersizdir. Üstelik Apameia’nın tümü sular altında kalır ve Zeugma’da çok sayıda kazı yapılmasına karşı Apameia’da hemen hemen hiç bir kazı yapılmaz. Niye mi? Çünkü Apameia bir doğu şehri olarak kabul edilmektedir ve ne yazık ki sözü edilmeye değmez! Ne acı değil mi cehaletimizin sonuçlarını nasıl ödüyoruz, acaba farkında mıyız? Anlaşılan, Anadolu ve onun üzerinde egemen olan devletler - Büyük İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu gibi - batı kökenli iseler onların bıraktığı kültürel miras korunmalı ve geleceğe taşınmalıdır. İskender İmparatorluğu’nun parçalanması sonucu oluşsalar da Bergama Krallığı, Selevkos Krallığı, Pers İmparatorluğu daha sonraları Beylikler, Selçuklu Devleti veya Osmanlı İmparatorluğu gibi batıya baş kaldıran veya onun egemen olma politikalarına karşı çıkan yönetimlerin kültür varlıklarına sahip çıkmanın ise pek fazla bir değeri yoktur. Daha önce de defalarca belirtmeye çalıştığım gibi eğer Asya İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan başlıyorsa bizim çok daha doğumuzda, Hazar Denizi kıyılarında yer alan Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan gibi ülkelerin Avrupa kupalarında ne işleri vardır. Hadi bu ülkeler Uralların güneyinde yer alır, ya büyük bir bölümü Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayıran Uralların doğusunda kalan Kazakistan’ı nasıl değerlendirmemiz gerekir.
 

 

BOĞAZ’IN İKİ YAKASI
 

 

Balkanlarda bulunan topraklarının büyük bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu 1856 Paris Antlaşması ile bir Avrupa Devleti olarak kabul edilir. Ancak önemli olan kabul edilmek değildir, çağdaş devlet anlayışının gerektirdiği reformları yapmanın yanı sıra halkımızın bu katılıma inanmasını sağlamaktır. Hâlâ İstanbul Boğazı’nın Anadolu tarafını Asya olarak kabul eden bir anlayışın geçerli olduğu ülkemizde, anlaşılan Avrupa Birliği’ne katılmak için yürümemiz gereken çok uzun bir yol vardır. Bir hoşluk olsun diyerek her iki köprünün çıkışına yerleştirilen bir tabela bize nerelere götürdü. Bu ve benzeri olayların, bize düşündürdüklerinden çok, bizim dışımızdaki kişiler üzerindeki imajı önemlidir. Uzun bir zamandır Batı kültürü ve düşüncesinin oluşturduğu bir birlik içinde yer almak için yoğun çaba harcayan ülkemiz insanı ve ülke yöneticileri ufak da olsa bunun gibi aklına gelenin sadece aklına geldiği için yaptığı işlerden dolayı sıkıntı çekmektedir. Anlaşılan bu konuda yaptığımız müktesebat birliği çalışmalarının yanı sıra, bazı konularda da daha akıllı olmamız, geleceği planlamamız ve en önemlisi de halkımızı, özellikle de bu konuda söz söyleme yetkisine sahip kişileri bilinçlendirmemiz gerekmektedir. Sanırım bazı kifayetsiz muhterislerin kamu adına yaptıkları girişimler zaman zaman hepimizi sıkıntıya sokmakta, konu hakkında bilgisi olanların alaycı tebessümlerine neden olmaktadır. İyi bir okuyucu satır aralarına gizlenmiş detaylar görmeli ve onları okuyabilmelidir. 1963 tarihli Ankara Antlaşması’ndan günümüze dile kolay 51 yıldır, kesintilerle de olsa devam eden, Batı kültürü ve düşüncesinin oluşturduğu ve günümüzde çağdaşlığı temsil ettiği düşünülen bir birlik içinde yer alma isteğimizin, sadece Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalımları ile gerçeklemesini düşünmek hoş bir hayalden ibarettir. Avrupa ve Avrupalılık kavramları içinde önce biz kendimizi tanımlamalıyız ki, sonra başkalarına anlatabilelim.