Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

KANUN BOLLUĞUNA SAYGI DUYULMAZ

 

Büyük Selçuklu İmparatoru Melikşah H. 470/1077-78 tarihinde, devlet idaresine dair bir kitap yazılması için kendi drevlet adamları arasında yarışma açar. “Her biriniz memleketimiz hakkında düşününüz ve zamanımızda iyi olmayanın ne olduğunu, divan ve bargâhımızda o şartları yerine getirmeyenlere veya bizden gizlenmiş olana, bizden önceki padişahların şartlarını yerine getirdikleri (bizim ise) tedbir almadığımız hangi meşguliyetler bulunduğuna bakınız. Selçuklu sultanları ve başkaları devrinde geçmiş meliklerin her ne kanun ve adetleri varsa, onlar üzerinde düşününüz, açık bir şekilde yazınız ve bize arz ediniz ki, biz onlar üzerinde düşünelim; bundan sonra din ve dünya işlerimizin düzgün yürümesi için emir verelim; gerçekleştirilmesi gerekeni gerçekleştirelim ve her meşguliyet şartı kendi prensibine göre yürüsün... ” Bu talep üzerine büyük vezir Nizamü’l-mülk kaleme aldığı ünlü eseri Siyâ setnâ me’nin; “Dergâhtan yazılan ferman ve emirlere uyulmasına dair” olan bölümünde; “Dergâhtan birçok mektuplar yazıyorlar; her çok olana saygı olmaz: Mühim (bir iş) olmadıkça, saraydan bir şey (ferman) yazmasınlar. Yazılan bir şeyin haşmeti öyle olmalıdır ki, yerine getirmedikçe (veya yerine getirilinceye kadar) kimsenin o yazıyı elinden bırakmaya cüreti olmamalıdır. Bir kimsenin o fermana hakaret gözü ile bakmış olduğu, önündeki fermanı dinlemede ve ona itaatte ihmal göstermiş olduğu görülürse, o kişi dergâh yakınlarından da olsa şiddetle cezalandırılmalıdır ” demektedir. Anlaşılan daha on birinci yüzyılda saraydan yazılan ferman ve emirnamelerin sayılarındaki fazlalık ve birbirleri ile olan uyumsuzlukları dikkat çekici bir sayıya ulaşmış ve büyük vezirin dikkatini çekerek, geleceğin yöneticilerine bu ve benzeri işlemlere yol verilmemesi tavsiye olunmuştur. İki yüz yılı aşkın süre sonra bu kere, İbn Haldun, insan düşüncesinin yarattığı en önemli ve ilginç eserlerden biri olan Mukaddime isimli birinci kitabının, birinci cilt, üçüncü bölüm, otuz beşince faslı olan “Resmi yazılar, yarlığlar ve tahrir işleri dairesi ” adlı yazısında, devlet adına ferman buyuranların, yazı yazanların öneminden, yaptıkları işlerin devletin düzeni açısından ne kadar vaz geçilmez olduğundan söz eder. “Ey yazı ve tahrir işini meslek edinen yazmanlar! Allah sizi korusun. Size başarılar bağışlasın, sizi doğru yoldan saptırmasın... Sizler yöneticinin işitme vasıtası olan kulak ve görme vasıtası olan göz hükmündesiniz” . İbn Haldun döneminde devlet görevlileri olan bu insanlar, günümüzün kanun yapıcıları olan parlamenterler ve bürokratlardır. “Ey yazarlar sınıfı! (Allah sizi esirgesin) idare başında bulunduğunuzda şiddet ve kahırla davranmaktan sakınıp, mülayemet (insaf) ve şefkatle ve imkan dahilinde fikir ve aklınızı işleterek, derin düşünerek iş görünüz ve muamele ediniz”.

 

“Yasaların çok sayıda oluşu, çoğu zaman ahlak bozukluklarına özür teşkil eder; oysa sayıca pek az, ama sıkı sıkıya uygulanan yasalara sahip bir devletin yapısı daha düzenlidir ”. Metot Üzerine Konuşma isimli kitabında Descartes ülkelerin düzeni hakkındaki düşüncesini bu sözlerle açıklıyor. İnsanlığın yerleşik düzene geçmesi ile başlayan bir arada yaşama sorununun, ancak bir arada yaşama arzusu gösterenlerin belirli kurallara uyması ile mümkün olduğu anlaşılmıştır. Ünlü Hammurabi kanunları insanlık için bir ilktir. Bundan böyle giderek hızla şehirlerde yaşamaya başlayan insanların önünde uymaları gereken, yazılı, bir arada yaşama için gerekli bir dizi kural bulunmaktadır. Kanunlar bir anlamda birlikte yaşamamızın teminatı olan belgelerdir. Bir arada yaşanan bir şehir ve giderek bir devletin oluşması ve devamı için elbette bir dizi kurala ihtiyaç vardır. Ancak bu kurallar, kesin ve net ifadeler içermeli, her kesin anlayacağı bir dille kaleme alınmalı ve kendi içlerinde uyumlu olmalıdırlar. Descartes’in de belirttiği gibi ülkenin düzeni kanun ve kuralların düzeni ile paralellik gösterir. Ne kadar iyi ve uygulanabilir kanun ve kurallara sahipseniz, o kadar iyi ve doğru bir yönetime sahipsinizdir.

 

23 Nisan 1920 tarihinde açılan I. Büyük Millet Meclisi’nde başlangıçtan itibaren parlamentoda yer alan en yüksek sayıdaki meslek mensubu, hukuk eğitimi almış üyelerdir. Buna karşı son zamanlarda büyük bu hayal kırıklığı ile karşı karşıya kaldığımız bir hukuk düzenine sahibiz. Neden sıkıntı yaşıyoruz bu konuda? Sanıyorum bu işin altında yatan en önemli neden çok sayıda kanun ve kural ile yaşamaya çalışmamız. Günümüzde, devlet tarafından konulan kurallar dizisi o kadar genişlemiş ve karmaşık hale gelmiştir ki “ bazı yönetmeliklerde uyulması gereken kanun ve yönetmeliklerin isim olarak belirtilmesinden sonra, bu kanun veya yönetmelikte ismi belirtilmeyen ancak yürürlükte olan benzer yönetmeliklerde uygulamada dikkate alınacaktır ” gibi bazı ek açıklamalara gerek duyulmaktadır. Sanırım kuruluşundan bu yana üzerinden 90 yılı aşkın bir süre geçen ülkemiz için yeni bir çalışmaya başlamamız ve yürürlükte olan tüm kanunlarımızı elden geçirip daha basit, birbiri ile çatışmayan, yeni bir kanun ve kurallar dizisi oluşturmamız gerekiyor.

 

Roma imparatoru Justinianus tahta çıkışından bir süre sonra, 13 Şubat 528’de Haec guae necessaria (gerekli olan şeyler) adıyla tanınan bir emirname yayımlar; buna göre hukuk görevlilerinden ve uzmanlardan oluşan bir komisyon, o güne kadar bilinen Codex Gregorianus, Codex Hermogenianus ve Codex Thedosianus’un içerikleriyle onlardan sonraki yasaları bütünleştirerek yeni bir Codex, yani imparatorluk yasaları derlemesi oluşturacaktır. Bu derleme 7 Nisan 529 tarihinde Summa rei publicae (Cumhuriyet yasaları derlemesi) adıyla yürürlüğe girer. Bir süre sonra yayımlanan yeni bir emirname ile bu kere geçmiş dönemlere ait içtihatlar 50 ciltlik bir derleme ile Digesta seu Pandectae adı ile yayımlanır. Justinianus’un imparatorluk hukuk düzeni üzerinde yapılmasını sağladı bu çalışma, günümüze kadar onun Büyük Justinianus olarak anılmasını sağlayacaktır. Son zamanlarda hukuk ve adalet düzeyinde yaşadığımız karmaşıklık yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunun en açık belirtisidir. Ülkemiz hukuk düzeninin sağlamlaşması ve adaletin adil olarak uygulanabilmesi için net yazılmış, anlaşılabilir, adalet duygusunu güçlendiren yeni bir düzenlemeye gerek vardır. Bunun başarılabilmesi için gereken yolu açan ve o yolun güvenle izlenebilmesi için gerekli kararlılığı gösteren yöneticiler umarım tarihte saygıyla anılacaklardır. Dilerim, bundan böyle çok sayıda yasa yerine az sayıda fakat uygulanabilir yasalara ihtiyacımız olduğunun farkına varırız.