Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İSTANBUL’UN VAPURLARI

 

İstanbul limanına ilk buharlı gemi 1828 yılında gelir. Swift isimli bu İngiliz yapımı buharlı tekneye İstanbullular, verilebilecek en güzel ismi verirler: Buğu Gemisi. Gemiyi, İstanbul’un sayılı zenginlerinden ipek tüccarı Artemis Efendi’nin öncülüğü ile bir grup tüccar padişaha hediye etmek için getirmişlerdir...

 

Sultan II. Mahmut’un (1808-1839) saltanat döneminde, 20 Mayıs 1828’de ilk buharlı gemi İstanbul limanına gelir. İki yanındaki kocaman çarkları, direğinde küçük bir yelkeni, simsiyah Duman çıkaran ince uzun bacasıyla hemen herkesin aklını başından alır. Seyredenler, ilk defa yelken veya kürek yerine kendi kendine hareket eden bir gemi görmekteydiler. Swift isimli bu İngiliz yapımı buharlı tekneye İstanbullular, verilebilecek en güzel ismi verirler: Buğu Gemisi. Halkın ilgisini çeken bu tekneye Padişah da hayran olur. Gemiyi, İstanbul’un sayılı zenginlerinden ipek tüccarı Artemis Efendi’nin öncülüğü ile bir grup tüccar padişaha hediye etmek için getirmişlerdir. Böylelikle Boğaziçi’nin vapur ile tanışması başlamış olmaktadır.

 

Adı Sürat olarak değiştirilen vapur ile Sultan Mahmud Boğaziçi ve Marmara’da gezecek, Büyük Çekmece ve Tekirdağ’a kadar uzanan seyahatler yapacaktır. Süheyl Ünver bir yazısında bu geminin seyir defterini yazacak, Sultan’ın 1829 ile 1833 arasındaki seyahatlerinin kayıtlarını günümüze aktaracaktır. Kısa süre sonra, 1829’da ikinci bir gemi daha gelir. İsmi Hilton Joliffe olan bu teknede Boğaz ve Marmara’da boy göstermeye başlar. 1839’da üçüncü bir tekne gelir; devlet büyüklerini Boğaziçi, Üsküdar, Kadıköy ve Adalar’a götürmek üzere satın alınan bu gemiye de Sagîr adı verilir.

 

Yandan çarklı, buharlı teknelerin kısa süre içinde sağladığı süratli ulaşım, İstanbul’un ileri gelenlerinin konfor isteğini artırır. 1837 yılında biri İngiliz, diğeri Rus iki şirket birer vapur çalıştırmaya başlar. Hemen hepsi yabancı bayraklı olan bu gemilere karşı artık Türk bayraklı vapurlara da ihtiyaç duyulması üzerine Tersane-i Amire bünyesinde yer alan Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi Hümapervaz isimli bir vapurla yolcu taşımacılığına başlar. Düzenli olmayan, biraz da çalıştırıcısının insafına kalmış bu vapur seferlerinin yarattığı sıkıntıyı aşmak, düzenli vapur seferleri başlatmak üzere 1 Mayıs 1851 günü bir ilan yayımlanır. “Padişah’ın sayesinde, Boğaziçi’ne gidip gelmek isteyenler için bir vapur tahsis edilmiştir. Vapur, akşamları saat (alaturka) 11.00 sularında İstanbul’dan kalkacak, uğrayacağı yerlere uğradıktan sonra geceleyin İstinye’de yatacak. Sabahleyin 04.00 sularında (alaturka) hareket edip, yine önceki yerlere uğrayarak İstanbul’a inecektir...”

 

7 VAPURLA İLK SEFERLER BAŞLAR

 

Bu arada 17 Ocak 1851 günü Osmanlı Devleti’nin ilk anonim şirketi olan Şirket-i Hayriye kurulacaktır. Şirketin kuruluşu tamamlanır tamamlanmaz ilk olarak yedi vapur alınmasına karar verilir. Baca numarası 1 olan Rumeli ile baca numarası 2 olan Tarabya isimli bu vapurlar İstanbul ile Üsküdar arasında düzenli vapur seferlerine başlarlar. Hemen peşi sıra Baca numarası 3 olan Göksu, 4 olan Beylerbeyi, 5 olan Tophane ve 6 olan Beylerbeyi hizmete girer, birbirinin eşi olan bu vapurlar 1852 ve 1853 yıllarında İngiltere’de East Cowes’da John Robert White tezgahlarında inşa edilmiş olup, 46.6 metre uzunluğunda, 9.8 metre genişliğinde, su kesimi 2.9 metre olan ahşap gövdeli, 60 beygir gücünde tek silindirli buhar makinasına sahiptirler.

 

Kısa süre içinde artan talep, beş yeni tekne daha sipariş edilmesine yol açar. 1857 yılında 7 numaralı İstinye, 8 numaralı Bebek, 9 numaralı Kandilli, 10 numaralı Beykoz ve 11 numaralı Anadolu inşa ettirilerek aynı yıl hizmete girmeleri sağlanır. Talep o kadar fazladır ki, 1860’da üç; 12 kabataş, 13 Galata, 145 Büyükdere, 1863’de iki; 15 Bayezıd, 16 Büyükada, 1865’de iki; 17 Bahariye, 18 Asayiş, 1869’da dört; 19 Seyyar, 20 Terakki, 21 Sürat, 22 Tayyar isimli vapurlarda filoya katılır. Düzenli vapur seferleri artıkça yolcu sayısı da artmaktadır. 1871 yılında filodaki vapur sayısı 25’i bulur. Aynı yıl vapur seferleri sırasında yük ve hayvan taşımacılığı da yapılmasının da yarattığı mahzurları gidermek amacıyla, Boğaz’ın iki yakası arasında at ve araba ile askeri amaçlarla da kullanılabilecek bir tekne yapımı için Şirket-i Hayriye müdürü Hüseyin Hâki Efendi, umum müfettiş İskender Efendi ve Hasköy Fabrikası baş mimarı Mehmed Usta yeni bir tekne tipi planlarlar. Böylelikle günümüzde araba vapuru veya feribot adıyla anılan vapur tipinin atası ortaya çıkar.

 

AHŞAP GÖVDEDEN SAC GÖVDEYE

 

1871 yılında Londra’da Maudslay Sons&Fieldstezgâhlarında inşa edilen bu tekneler 26 Suhulet ve 27 Sahilbent adı verilir. İkiz olarak inşa edilen ve gövdeleri saç olan bu tekneler 45.7 metre uzunluğunda, 8.5 metre genişliğinde, su kesimi 3.1 metre olan, 450 beygir gücünde buharlı makinaya sahiptirler. 1872 yılında hizmete giren tekneler, Üsküdar’daki Balaban iskelesi ile Kabataş arasında sefere başlarlar. Suhulet 1961 yılında sökülmek üzere satıldığında 89 yıldır hizmet vermektedir, Sahilbent’in ise özel sektöre satıldıktan sonra yapısı değiştirilerek 1996 yılına kadar kullanıldığı bilinmektedir. Bu gemilerin İngiltere’den İstanbul’a getirilişi de oldukça maceralıdır. Yolda şiddetli fırtınalar nedeniyle büyük zorluklarla karşılaşıldığı, bir kaç kere batma tehlikesi geçirildiği, İngiliz kaptanın bir daha su kesimi az, safrası olmayan, üstelik boş bir tekne ile böylesi bir yolculuğa çıkmayacağı konusunda yemin ettiği söylenir. Suhulet ve Sahilbent, Şirket-i Hayriye’nin Boğaziçi’nde boy gösteren ilk sac gövdeli gemileridir. Bundan böyle ahşap gövdeli tekne tarihe karışacak ve yeni yapılan vapurların hepsi sac gövdeli olarak inşa edileceklerdir.

 

Sac gövdeli tekne yapımı aynı zamanda bu teknelerin uskurlu olarak inşa edilmelerine de olanak sağlar. 1872’de bu kere parçalar halinde getirilerek Hasköy fabrikasında monte edilen ilk uskurlu gemiler, 28 Meymenet, 29 Nüzhet, 30 Refet ve 51 Amed hizmete girer. Ancak bu tekneler küçük vapurlar olup, çok az yolcu almakta ve rüzgârlı günlerde çalışmaları sakıncalı idiler. Bu nedenle yandan çarklı, ancak sac gövdeli vapurların yapımına devam edilir. 1903 yılında ilk olarak 30.6 metre uzunluğunda, 5.8 metre genişliğinde, 2.2 metre su kesimi olan dört tekne 47 Tarz-ı Nevin, 48 Dilnişin, 49 Hale ve 50 Seyyale hizmete girer. Hepsi kömürle çalışan bu teknelerin Boğaziçi, giderek Kadıköy, Adalar ve Yalova seferleri şehrin içindeki canlılığı artırır.

 

İSTANBULLULARDAN YOĞUN İLGİ

 

Zaman zaman, Deniz Kuvvetleri’nin emrine verilerek savaş gemisi olarak da kullanılan bu teknelerin eğlenceli hikâyeleri dilden dile dolaşmakta ve İstanbulluların ilgisi çekmektedir. 1 Temmuz 1944 günü Şirket-i Hayriye’nin bütün vapurları ve Hasköy’deki fabrikası Ulaştırma Bakanlığı tarafından satın alınır. 15 Ocak 1945 günü yüzyıla yakın süredir hizmet vermekte olan Şirket-i Hayriye fiilen ortadan kalkar ve yerine bir devlet kurumu olan Şehir Hatları Müdürlüğü hizmet vermeye başlar.

 

1950’li yılların başında Kuzguncuk’ta bir grup küçük çocuk ilkokul numaralarımız ile sefer yapan vapurları özdeşleştirirdik. Benim numara 63 idi, 63 Sütlücede benim vapurum. Balta burunlu 1909 Fransa yapımı bu tekne öğrendiğime göre 1917’de Karadeniz’de Rus savaş gemileri ile muharebeye tutuşmuş ve İğneada önlerinde batırılmıştı. Daha sonra yüzdürülüp Hasköy fabrikasında onarılan vapur aynı zamanda bir gazi idi, arkadaşlarıma karşı nasıl öğündüğümü benim geminin aynı zamanda bir gazi olduğunu sık sık nasıl hatırlattığım varın siz düşünün. 1 Eylül 1974’te satılmak üzere hizmet dışı bırakılan bu vapurun fotoğrafını saklarım, baktıkça çocukluk günlerimi hatırlarım. Sütlüce bende güler yüzlü, neşeli ve geleceğe umutla bakan arkadaşlarla renklenen günlerin anısıdır.

 

SU YOLLARININ HİKAYESİ

 

Boğaz vapurlarının serüveni kısa bir yazıya sığacak kadar kısa bir hikaye değildir. Şirket-i Hayriye’nin yanı sıra Adalar ve Marmara’ya sefer yapan Seyr-i Sefain İdaresi’nin de uzun bir hikayesi vardır. Bu konuları merak edenler rahmetli Eser Tütel’in Şirket-i Hayriye, Seyr-i Sefain, Gemiler ... Süvariler... İskeleler isimli kitaplarını okumalıdırlar. Bu kitaplar günümüzde yok farz edilen, gereken önem verilmeyen İstanbul su yollarının bir dönem nasıl hizmet verdiğinin de hikayesidir. Şimdilerde kimse hatırlamaz ama 9 Temmuz 1852 tarihli gazetelerde Boğaz postası yapan vapurların Yeşilköy ve bazı günler Küçükçekmece’ye kadar seferlerine devam edeceği ilan edilmektedir.

 

Hemen her iskeleden arkasında yer alan büyük iskan alanlarına ulaşmak için imkan varken, mümkün olan her iskelede büyük otopark alanları inşa ederek, su yolunu kullanmayı düşünmek için acaba kim öncülük edecek? Büyük vapurların yanı sıra gerek Boğaz’ın her iki yakası arasında çoğu denize bitişik yerleşmelere ulaşmak için daha küçük, süratli vapurlar veya tekneleri seferber etmek için neyi bekliyoruz? Zaman zaman yeteri kadar yolcu yok denildiğini duyorum. Düzenli sefer yok ki, alışkanlık doğursun ve insanlar kullanabilsin. Zaten çoğu iskele devre dışı bırakılarak kapatıldı, satıldı veya başka amaçlarla kullanılmak üzere kiralandı. İçinde deniz geçen bir şehirde yaşayan ve denize küskün insanlar, yerel yönetimlerin bu sesime kulak vereceğini ve deniz yolculuğunu teşvik edecek tedbirler alacağını umuyorum. Bir önceki yazımda bahis ettiğim kayıklarda olduğu gibi niçin Sahilbent veya Suhulet gibi arabalı vapuru tipi veya İhsan ve Şükran gibi geçmiş örneklerini andıran ve buharla işleyen birer vapur yapıp Boğaziçi’nde salınmasını sağlamayız? Niçin hiç olmazsa bir adet yandan çarklı, buharla işleyen bir vapurumuz yok? Bu işlere harcayacak paramız mı yoktur, aklımız mı, niçin günlük didişmeleri bir yana bırakıp, biraz da gönlümüzü eğlendirmeyiz doğrusu merak ediyorum.