Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

UFUKLARIN EFENDİSİ OSMANLILAR

 

Jason Goodwin’in 1998’de yayımladığı ve orijinal adı “Lords of The Horizons” olan kitabı “Ufukların Efendisi Osmanlılar” ismiyle dilimize tercüme edilir.

 

Müthiş etkileyici bir başlık “Ufukların Efendisi”, bu başlık yazarın aklına nereden gelmiş diye düşünürken, Orhan Gazi’nin Bursa’daki camiinin kitabesini hatırladım.

 

Gazilerin sultanı, ufukların efendisi, tüm dünyanın muhafızı, Osman’ın oğlu Orhan Gazi

 

Küçük bir beylikten devlet olma yoluna doğru hareketlenen bir toplumu yöneten bir insanın ileri görüşlülüğü ve büyüme yolundaki isteği ancak bu şekilde ifade edilebilir.

 

Eğirdir Hanı Kitabesi

Daha sonraları benzer kitabelerde de aynı anlama gelebilecek ifadelere rastladım. Örneğin Eğirdir’deki H. 635 / 1237-1238 tarihli taç kapı kitabesinde dönemin hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev halkına şöyle seslenmekte idi; “Bu mübarek (kutlu) hanın yapımını, büyük sultan yüce şâhenşâh ümmetlerin dizginlerinin sahibi, Arap ve Acem sultanlarının sultanının efendisi iki kara ve iki denizin sultanı, zamanın zu’lkarneyni, bütün zamanların hükümranı, ikinci İskender, dünya sultanlarının sultanı, gökyüzünden desteklenen, düşmanlarına karşı muzaffer muvahhidlerin koruyucularına yardımcı olan, kafirleri ve müşrikleri kahreden, zındıkları ve dik başlıları ezen, haricileri (ehli sünnet yolundan çıkanları) ve azgınları kökünden söküp atan, adaletin dayanağı, halkın güvenci, Allahın halifesinin yardımcısı, Rum, Ermeni, Şam, Diyar-ı Bekr ve Frankların Sultanı, Selçuk Ailesinin tacı, dünya ve dinin yardımcısı, fetih babası Keyhüsrev bin Keykubad bin mutlu Sultan Kılıçarslan bin Mesud bin Kılıçarslan, Halifenin ortağı, Allah yeryüzünün doğusunda ve batısında mülkünü kalıcı kılsın.

 

Sanırım bir ülkeyi yöneten akıllı ve ileri görüşlü yöneticiler, ülke insanlarının öz güvenlerini artırmak için benzer ifadeler kullanmaktadır ve de kullanmaya mecburdurlar.

 

Yeni Saray Kitabesi

Benzer bir ifadeyi Fatih Sultan Mehmed’in Topkapı Sarayı girişindeki kapı kitabesinde görürüz. Görmesine görürüz de kaç kişi orada ne yazıldığının farkındadır. Niçin bu kitabenin günümüz Türkçesi, İngilizce, Fransızca gibi dillerdeki tercümesi büyük panolar halinde yakınlardaki bir yerde insanların bilgisine sunulmaz?

 

Allah’ın inayeti ve izniyle, iki kıtanın Sultanı ve iki denizin Hakanı, bu dünyada ve ahirette Allah’ın gölgesi, iki ufukta Allah’ın gözdesi, yer ve su küresinin hükümdarı, Kostantiniyye kalesinin fatihi, Sultan Mehmed Han oğlu, Sultan Murad Han oğlu, Sultan Mehmed Han, Tanrı mülkünü ebedi kılsın ve makamını feleğin en parlak yıldızlarının üstüne çıkartsın…

 

Geçmişte kalan Osmanlı

Jason Goodwin kitabının giriş bölümünde “... Bu kitap, mevcut olmayan bir halk hakkındadır. ‘Osmanlı’ sözcüğü bir yer tanımlamaz. Günümüzde Osmanlıca konuşan yoktur. Sadece birkaç profesör onların şiirini anlar. 1964’de Sofya’da yapılan bir şiir sempozyumunda, bazı kişiler klasik Osmanlı şiirini tanıtmasını istediklerinde, bir Türk şair ters bir şekilde, ‘Bizim klasiğimiz yoktur’ diye yanıt vermişti...” demekte (s. x).

 

Ne yazık ki bazı insanlarımız geçmişi reddetmeyi hüner sanıyorlar, bilgisizlik- lerinden mi, yoksa bir kampa mensubiyet hissettiklerinden mi bilinmez.

 

Özellikle uluslararası toplantılarda yapılan bu tür kendini bilmez açıklamaların ülkemizin başına işler açtığının da farkında olmak gerekir. Bir taraftan Kara Kuvvetleri’nin 2230. Yılı kutlamalarını yapacaksınız, diğer taraftan Türk şiirinin klasiğinin, yani geçmişinin olmadığını söyleyeceksiniz, aklı başında bir insan için bunun kabul edilebilir bir yanı var mı? Bilir bilmez söylenen bu tür sözlerin yıllar sonra karşımıza çıkması ne acı değil mi?

 

Kökenler

Kitabın “Kökenler” isimli ilk bölümünde Balkanlarda Osmanlı büyümesinin sebeplerini açıklayan bazı satırlar arasında önemli gördüğüm bir bölüm var; “... İslam ortodoksluğunun merkezlerinde uzakta, sık sık yabancı ve heretik inançlarla karşılaşılan ve kendine özgü bir uzlaşmacılık geliştirmiş olan sınır bölgelerinde, inancın asi bir havası vardı. Kadınları peçesiz gezen, koşulları sert bir ülkenin halkı olarak, eski kentlerin kıvrak zekâlı aydınlarıyla başa çıkmasını bilen kutsal adamları tercih ediyorlardı. Derbeder ve gezginci olan bu kutsal kişilerin hoşlandıkları şeyler, ateşli konuşmalar ve vahşi davranışlardı; makul ama beklenmedik sözler eden bu yarı meczupların sayıklamaları Allah’ın doğrudan fakat anlaşılması güç yakıcı sözleriydi...

 

Goodwin yukarıda yazdıklarını açıklamak için Niyâzî-i Mısrî’yi örnek verir; “... Sınır toprakları imparatorluğa katıldıktan ve imparatorluk inancın saygın koruyucusu olduktan çok sonra ve mollalar tek bir ses halinde Mısrî Efendi’nin birleştirici şiirini lanetlediklerinde bile, şiirlerin birer kopyası hâlâ alınıp satılabilmekteydi. Şiirlerin başında şu uyarı yer alıyordu: Müftü şiirleri ateşe attı ve şu fetvayı çıkardı. Mısrî Efendi dışında her kim ki Mısrî Efendi gibi konuşur ve inanırsa, yakılmalıdır. Ancak, inanç ve büyük bir istekle çalışan kişiye karşı fetva çıkarılamaz...” (s. 20-21).

 

Yazarın bu tespiti ne kadar doğru bilmiyorum, herhangi bir kaynakta rastlamam mümkün olmadı, ancak kulaktan duyma bir hikâye de olsa, bir dönemin adalet anlayışını göstermesi açısından ilginç bir tespit.
Ufukların Efendisi Osmanlılar”, satır aralarına sıkıştırılmış olumsuz ifadelerden kaçınarak okunması gerekli bir kitap. Ne yazık ki biz geçmişimizi bu gözle inceleyen araştırmalar, roman tadında okunacak kitaplar yazmaktan uzak duruyoruz. Bilmem hata yaparız mı diye düşünülmekte, yoksa Mısrî Efendi’ye yüzyıllar önce gösterilen anlayış artık kaybolduğu için mi?

 

Sultan II. Mahmud

Bu yazımı son bir alıntı ile bitirmek istedim. 1838 yılında Sultan II. Mahmud yeni mezun olan tıp öğrencilerine hitap ederken; “... Fransızca eğitim yaptırmaktaki amacım size Fransızca öğretmek değil; amacım size bilimsel tıp öğretmek ve öğrendiklerinizi yavaş yavaş kendi dilimize geçirmek...” demiş. O tarihlerden günümüze insanımıza yabancı dil öğretmek için büyük çaba sarf ediliyor. Bunun geriye dönüşü, ülkemize kazancı nedir? Bir kez daha düşünüp, öğrendiklerimizle bilimsel çalışmalarımızı çoğaltmalı, geçmişimizi ret değil, irdeleyerek kabul etmemiz gerekiyor.