Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İSTANBUL NASIL KURTULUR?

 

Çoğunluğu ağaçlara, dallara, yapraklara bakmaktan ormanı görmeyen bir kültürün büyük sorunları çözecek iradeyi ortaya koyması mümkün değildir.

 

Günümüzden doksan yıl önce, daha sonraki tarihlerde Türk Mimarisine yön verecek olan yirmi üç yaşında genç bir mimar; Alişanzade Sedat Hakkı (Eldem 1908-1988, Mimar Mecmuasının Kânunusani 1931 tarihli ilk sayısında “İstanbul ve Şehircilik” başlıklı bir makale yazar.

 

Başkent olduğu dönemde nüfusu milyonu aşan İstanbul, 1930’lu yılların başında büyük bir nüfus kaybı ile 600.000 kişinin yaşadığı, büyük yangınlarla nerede ise üçte biri harap olmuş bir haldedir. Ülkenin yaşadığı ekonomik sıkıntılar şehrin onarımına mâni olmakta, geniş bir alana yayılmasının getirdiği ulaşım problemleri sıkıntı yaratmakta ve bu şehir yaşayan nüfus için fazla büyük mü sorusunun sorulmasına neden olmaktadır.

 

İstanbul’un Hududu

İstanbul’un hududu ne olmalı? Şehir hangi yöne doğru gelişmeli? Hangi bölgeleri gözden çıkartmak gerekir? Yangın yerleri imar edilmeli mi, yoksa bahçe, bostan, park halini mi almalı? Genel olarak İstanbul’un imarı için nasıl bir program takip edilmeli? Benzeri sorular soruyor ve kendi düşüncelerini ifade ediyor.

 

Her tarafta dağınık büyük, küçük tarihi sanat eserleri vardır ki bunların Roma ve Atina’da olduğu gibi daima yaşaması arzu edilir. Bu gibi şehirlerde şehircinin vazifesi her zaman son derece naziktir. Zira bir taraftan asrın tekemmülâtını (gelişimini) takip ederek benimsemeli ve diğer taraftan meşhur abidelerini muhafaza etmeli. Bu abidelerin muhafazası, yalnız asıl binanın harabiden (harap olmaktan) kurtarılması ile bitmez. Abidenin muhiti mümkün olduğu kadar ya eski halini muhafaza etmeli veya asıl abidenin güzelliğini bozmayacak bir tarzda imar edilmelidir. Bu abidelerin tesir dairelerinin İstanbul’da birbirine çok yakın olduğunu ve imar servetimizin kıt olduğunu düşünürsek, şehircinin vazifesinin ne kadar güç olduğunu anlarız."

 

Şehirlerin Yenilenmesi

Bazı şehirler imar ve asrileşmek hususunda fazla ihmalkâr davranarak, eski hallerini olduğu gibi muhafaza ederler ve seyyahların ve artistlerin bir ziyaret yeri olurlar. Böyle şehirler gayrı sıhhi ve yaşamaya gayri müsaittir (Venedik, Bruges gibi). Buna mukabil, bazı şehirler, ancak birkaç mühim abide muhafaza eder, diğer yerlerini en asri şekilde imar eder (Berlin gibi). Bu surette Berlin hem güzelliğini hem de karakterini kaybetmiştir. Bu her iki miras siyasetinin iyi olmadığı ve ikisinin arasında mübalağasız bir tarzın tercihi daha doğru olduğu daha aşikârdır.”

 

Sedat Hakkı Bey, şehrin imarının İstanbul Belediyesi’nin sorumluluğunda olduğunu, bu nedenle ara sıra davet edilen yabancı uzmanlara başvurulduğunu ve onlardan mucize beklediğini, yapılan planların depolara kaldırıldığını, bu nedenle şehrin imarında hangi yolun takip edileceğinin meçhul kaldığından söz etmekte.

 

Planlama Çalışmaları

İstanbul’un planlama çalışmaları kör topal devam ederken, bir dönem vali ve belediye başkanı olarak atanan kişilerin giderek büyüyen talepleri karşılamak için bazı uygulamalara başvurduklarını görülüyor. Örneğin Muhittin Üstündağ (1928-1938) döneminde bazı alt yapı çalışmaları ile ulaşım sorunlarına el atılır. Lütfi Kırdar (1938-1949) döneminde ise Taksim İnönü Gezisi, İnönü Stadı gibi yapılar yapılır. Bu dönemde Gümüşsuyu-Dolmabahçe bağlantı yolunun açılması için Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu ile stadın yapımı için saraya ait Has Ahırlar yıkılır. Ancak İstanbul olarak bilinen sur içi bölgesinde yangın alanlarının yeniden iskana açılmasının dışında önemli bir imar faaliyeti görülmez. Uzun yıllar boyunca geçmişe dönük yaşayan İstanbul’un artan beklentilerine karşılık vermek gerekmektedir. Ancak bu konuda nasıl bir yol seçileceği tartışılmakta ve kesin bir karara varma konusunda mutabakat sağlanması güçleşmektedir. İstanbul olduğu gibi muhafaza mı edilecektir yoksa yeni bir şehir mi oluşturulacaktır?

 

Dünyanın hemen hemen her büyük şehri düz alanda kurulmuş olup, İstanbul gibi yoğun bir kültürel birikime sahip değildir. Üstelik bu şehrin ortasından deniz geçmekte ve bu denizin bir bölümü şehrin içine kadar girmektedir. Bilinen ve alışıldık şehircilik şema ve metotlarıyla bir çözüm üretmek zorun ötesinde yeni bir anlayış gerektirmektedir. Bin yılların mevcut şehri dışında yeni yerleşim alanları oluşturmak güçtür. Gerek Haliç gerekse Boğaziçi üzerinde bir veya birkaç köprü yapımıyla iskân alanları geliştirmekse mümkün değildir. Mevcut yerleşim dokularını koruyarak yapılacak böylesi girişim, birbirinden kopuk üç ayrı yerleşim alanı oluşmasına yol açacaktır ve çok büyük bir ekonomik güç gerektirmektedir. 1950’li yıllar ve öncesinde şehrin ulaşımında rol alan en önemli vasıta deniz yoludur. Gerek Boğaziçi gerek Anadolu yakasının Marmara sahili gerekse Haliç’te bulunan yerleşmelerin birbirleriyle ve şehirle ulaşımı deniz yoluyla yapılmaktadır. Her iki yakada Marmara kıyısı boyunca uzanan demiryolu bağlantısı bu bölgelerdeki iskân alanlarının genişlemesine etken olursa da bu alanların şehirle organik bağları yeteri kadar büyük değildir.

 

Şehrin Aktarma Merkezleri

Şehrin aktarma merkezleri Eminönü-Karaköy’de olup şehir içinde yolculuk yapan hemen herkes bu iki noktaya ulaşmak için uğraşmaktadır. Hem şehir içi hem de uluslararası bağlantıyı sağlayan demiryolu bu iki merkeze ulaşmakta, şehrin özelikle ülkenin büyük bir bölümünün ithalat ihtiyacı bu iki merkeze yakın Sirkeci ve Karaköy sahillerinden yapılmaktadır. Bu ana merkezin şehir dışına çıkarılması için gereken ekonomik güç de yoktur. Karaköy limanı Salıpazarı’na doğru daha da genişletilir ve bölgenin trafik yükü büyük boyutlara ulaşır.

 

İstanbul’un Yıkımı

Konunun uzmanları mimar ve şehircilerin çözüm bulamadığı veya çözüm üretmeyi beceremediği bu konuya nihayet merkezi yönetim el koyar ve İstanbul için büyük bir yıkım başlar. İmar anlayışı yıkım yapıp yol açmak olan bu anlayış sonrası küçüklü büyüklü çok sayıda kültür varlığı yok olur ve açılan yeni yollar çevresine bu kere altı yedi katlı konut yapıları yapılmaya başlanır. Şehrin nüfusu uzun bir süre sonra tekrar artmaya başlar, yeni iskân alanlarına ihtiyaç vardır ve yönetim bu talebi görmezden gelerek çözeceğini sanmaktadır. Şehrin çeperinde bulunan özelikle de sur dışındaki çoğunluğu düz alanlar hızla iskân edilir ve buralar belediye sınırı dışında kabul edildiği için çarpık kentleşmeye ses çıkarılmaz. Böylelikle kendi bildiğine gelişen bir yeni İstanbul oluşur.

 

Bundan Sonrası

Bundan böyle ne yapılabilir? Hiç şüphesiz ki var olan her sorun çözüme kavuşturulabilir. Ancak bunun için yeni yollar yeni yöntemler gerekmektedir. Var olan yöntemleri kullanarak geldiğimiz nokta belli, çoğunlukla yaptığımız gibi hata ve yanlışta ısrar etmek çözümsüzlüğü ve giderek büyüyen kaosu kabul etmek demektir.