Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ZARÎF ve ZARAFET ÜZERİNE

 

İslâm zarîftir, zarafet ister.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu

 

Zaman içinde kullanmaz olduğumuz sözcüklerden biri de “zarîf” kelimesidir. Arapçadan dilimize geçen bu sıfat “güzel, şık, nazik, narin, yakışıklı, beğenilir tavır ve edalı, nükteli konuşan” gibi çok sayıda anlam ifade etmektedir. Eğitim aşamalarından biri de insanın zarîf olması, davranış ve konuşmalarında zarafet göstermesidir. Ancak giderek hızlanan yaşam bizi zarafetten uzaklaştırıyor. İçinde bulunduğumuz ortamda zarîf olmaya ne kadar özen gösteriyoruz? Kişisel olarak cevaplaması zor bir soru. Ortamın getirdiği olumsuzluklar karşısında zarafet duygumuzu büyük oranda kaybetmekle karşı karşıya kalmaktayız. Öncelikler dizisi içinde zarafet geri planda kalıyor, var olduğumuzu ispat etmek için sanki zarafet kurtulunması gereken bir yük. Elbette zarafetin fazlasının, bazıları için hüner olmasına karşın, bilgeler için ayıptır. Sadi Şirazi; “Sen kendini bil ağır başlı davran ki, kıymetin bilinsin. Zarafetle oynamayı nedimlere bırak” demektedir. Gerçekte zarafet hiçbir zaman kırılıp dökülmeye dönüşmemelidir. Hemen her şeyde olduğu gibi zarafeti de abartmamak gerekir. Abartılan her şey gibi onunda fazlası faydadan çok zarar verir.

 

Zarîf ve Zarîfe

Yıllar önce kendisi de ismi gibi zarîf olan bir beyle; Zarif Ongun Bey’le tanışmış ve birlikte çalışmak şansına sahip olmuştum. Kısa boylu, ince, narin yapılı, alçak sesle konuşan ve her zaman karşısındaki insanı etkisi altına alan bu kişi eski Türkçeyi çok iyi bilen bir tarih araştırmacısıydı. Dostluğumuz ilerleyince kendisinin Anadoluhisar’da, Zarîf Mustafa Paşa adıyla anılan yalısı olan bir ailenin torunlarından olduğunu öğrendim. Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan paşanın 1859 yılında Meclis-i Vâlâ üyesi olduğu ve 1863 yılında vefat ettiği biliniyor. Üzerinden yüz altmış yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen Mustafa Paşa’nın adının hâlen “zarîf” unvanı ile anılmasının büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Acaba kaç kişiye yaşarken böyle bir unvan verilmiştir, günümüzde bu unvan ile anılacak kaç kişiye rastlamak mümkün?

 

Zarîf “sözcüğü erkek ismi olarak kullandığı gibi, kadın ismi olarak da kullanılırdı. Kuzguncuk’taki komşularımızdan bir hanımın adının “Zarife” olduğunu hatırlarım. Zarîf üzerine artık duyamadığımız bir de deyim vardı. “Zürefânın düşkünü beyaz giyer kış günü”. Şimdilerde “insan nereden çıktı şimdi beyaz giyen zürafa” diye düşünülebilir. Burada anlatılmak istenen ekonomik darlığa düşen bir dönemin miras yedilerinin kış günü beyaz elbise giyme zorunda kalmalarından bahsedilerek, münasebetsiz bir iş yapanları eleştirmek veya bir dönem toplumda belli bir yeri olan kişinin, eski durumunu yitirince kabul edilemez işler yaptığını belirtmek için kullanılırdı.

 

Zarafet’in bir türü

Zarîf” kelimesini öylesine unutmuşuz ki, Karaköy’de bulunan bir dönem “zarîf” in çoğulu olan “zürefâ-zurafa sokağı” yani Zarîfler Sokağı adını; İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı 2010 yılında yayımladığı “İstanbul’un Sokak İsimleri Tarihi” isimli 664 sayfalık bir yayında bakın nasıl açıklıyor. “Bu sokak, XIX. yüz yıl sonlarında İstanbul’a göç eden Polonyalı göçmenlerin yaşadığı bir sokaktı. Sokağın o zamanki adı da ‘Zürafa’ idi. Muhtemelen sokak adını burada kurulan bir sirkte gösterilen bir zürafadan almıştı”. Gerçekte ise bu sokak genelevlerin bulunduğu sokaktır. Gelinde bir dönem bu şehirde yaşayan insanların zarafetini taktir etmeyin. Hayatın sillesini yemiş bu insanları “zarîfler” olarak nitelemişler ve icrayı sanat eyledikleri sokağa “Zürefâ” yani “Zarîfler Sokağı” demişler. Nereden nereye “zarîf”den “zürafa”ya, zarîfi bir yana bırakın, zarafetin ne olduğunu dahi hatırlayan kalmadı, biraz araştırma yapmak yerine kendimizce bir şeyler uydurmayı hüner sayar hâle geldik.

 

Kuran-ı Kerim’de de zarafet konusu üzerinde durulur. “Davranışlarında ölçülü ve dengeli ol, sesini yükseltme: çünkü, unutma ki, seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır” (Lokmân 19). “Ve yeryüzünde kurumlanarak dolaşma; çünkü (böyle yapmakla) sen ne yeri yaratabilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin” (İsrâ 37). Bu tembihlere rağmen giderek artan bir sayıda insanın sesini yükselterek sözünü dinletmeye çalıştığını, kurumlanıp dolaşarak varlığını ispat etmeye çalıştığını görmekteyiz.

 

Zarafet, zarftan mı gelir?

Bir yerde “zarîf” kelimesinin “Bir şeyin dış yüzü manasındaki zarf kelimesinden türetilmiştir” açıklamasına rastlamıştım. Sözcüklerde bulunmayan bu köken gerçekten doğru mudur bilmiyorum, ancak bana çok güzel bir açıklama olarak geldi. Gerçekte içimizde ne kadar sıkıntı yaşıyor olsak da dış yüzümüzün zarîf olması gerekir. Çoğu şeyde olduğu gibi insanında yüzünün aydınlık, davranışlarının nazik ve sevecen olması lazım. Özellikle içinde yaşamakta olduğumuz günler zaten her şeye ve her yere karamsar bir bakış açısıyla bakmamıza yol açıyor. Bu nedenle hepimizin eskisinden çok daha fazla nezaket ve zarafete ihtiyacımız var.

 

Bizim göstereceğimiz zarafet elbette başkalarına etkileyecek ve yaygınlaşmasına neden olacaktır. Toplum içinde yaşamanın en önemli özeliklerinin başında “zarafetin” geldiğini hatırlamamız ve bu duyguyu yaygınlaştırmamız gerekiyor. Hiçbir iş için geç değildir. Okullarımızda yapılan öğretimle, sivil toplum kuruluşlarımızın çabalarıyla, her şeyden önce aile içinde yapılacak eğitimle (sözlerle değil davranışlarımızın örnek alınacağı eğitim) bu konuda kısa süre içinde oldukça yol alabilir, bir dönem toplumun sahip olduğu zarafete tekrar sahip olabiliriz. Zarafet bir anlamda insanın haddini bilmesidir.

 

Söz candan ibarettir, canın ise tek gıdası zarafettir.