Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

HARİS

 

İnnelharisi mahrum / Haris olan mahkûm olur.

 

Şimdilerde pek kullanılmasa da bir dönem bazı insanları nitelemek için kullanılan “Haris” sözcüğü dilimize Arapçadan geçer. Dilimizde, “Bir şeyi elde etmek için aşırı derecede istekli olmak, hırslı” anlamında kullanılan bu sözcüğün artık çok kullanılır olmamasına karşın haris insan sayımızın da giderek artmakta olduğunu görmekteyim. Söylenişine göre, “Haris” kelimesinin bir diğer anlamı ise “Koruyucu bekçi, muhafızdır.”

 

Kimsenin hiçbir şey yapmadığı bir dünya

Kimsenin hiçbir şey yapmadığı bir dünya tasavvur edilebilir mi? Mümkün değil, elbette yaşamın devamı için birilerinin bir şeyler yapması gerekir. Örneğin; bazılarımız tarımla uğraşacak, bazılarımız o ürünlerinin şehirlere ulaştırılmasını sağlayacak, bazılarımız ise tarım ürünlerini yenilebilir hale getirecektir. İnsanlığın ve medeniyetin devamı açısından hiç düşünmeden, biraz da şuuraltı alışkanlıklarla yapılan benzer işlerin yapılmamasını istemek, kimin aklına gelir? Buna karşın insan hayatını renklendiren, ona yaşama sevinci veren bazı işlerin yapılmamasını istemek sanki bir hünermiş gibi yaygınlaşıyor. Sanki birilerinin, George Orwell’ın “1984”ünü yaşatmak istermiş gibi bir tutkuları var. Her şey olduğu gibi kalsın, kimse farklı bir şey yapmasın!

 

Çalışmak ve üretmek mecburiyetindeyiz!

Günlük yaşamın devamı için, yapmak mecburiyetinde olduğumuz işlerin yanı sıra bir de gelecek için yapılması gereken işler vardır. Ne yazık ki biz ve bize benzer ülkelerde bazı işler eskilerin deyimi ile “Yumurta kapıya gelince” yapılmaya çalışılır. Çünkü varlığımızın devamı açısından artık yapmak zorundayızdır. Birkaç kişinin dışında çoğunluk bu gibi alelacele yapılan işlere karşı çıkmayı düşünmez, karşı çıkanlar da eleştirir fakat bir çözüm önermez. Öneremez çünkü bilgi birikimi çözüm üretmek için yetersizdir. Zaman zaman bu tür kişiler icraat makamına gelir, çoğunluğu hiçbir şey yapmamanın en iyi yol olduğunu düşündüğü için, zaman boşa geçer ve herhangi olumlu bir iş ortaya çıkmadan, icraat makamından uzaklaşır. Daha sonra bir vesileyle bilginize başvurması gerekir. Sıkıntılardan bahseder, “Bir süre icra makamında bulunduklarını, şimdi şikâyet ettikleri konuların o dönemde de halledilmesi gereken birer problem olduğunu ve kendilerine bazı çözüm önerileri sunduğunuzu” hatırlatırsınız. Çoğunluğu hayretle yüzünüze bakar, kendilerine önerdiğiniz çözümleri hiç hatırlamaz. Çünkü o sıralarda kendilerini, “Kadir-i mutlak” gibi hissettikleri için ölümlü insanların söylediklerini veya önerdiklerini duymamış ve dinlemeye değer bulmamışlardır. Yetkili oldukları dönemlerde egoları o kadar yüksektir ki öneride bulunanları insan yerine koyma lütfunda bile değillerdir. Çoğunlukla başıma geldiği gibi, yetkili oldukları sırada, “Kısa kes Aydın havası olsun!” diye düşünmekte, “Durup dururken başımıza iş çıkarma!” anlayışındadırlar. Çünkü söylediklerimiz araştırmayı, çalışmayı, zaman ayırmayı gerektirmektedir. Oysa ki kendilerince öylesine meşguldürler ki nerede ise hiçbir şeye ayıracak zamanları yoktur.

 

Zaman geçer eski camlar bardak olur!

Devir döner, zaman geçer kamunun verdiği güçten uzaklaşırlar veya uzaklaştırılırlar. Bir süre “Sudan çıkmış balık” misali bundan böyle ne yapacaklarının şaşkınlığını içinde yaşarlar. Bazıları bir müddet sonra kendine gelir ve yaşamı farklı bir şekilde yaşamanın da mümkün olduğunun farkına varır ve yeni bir hayat kurmak için uğraşmaya başlar. Ancak hayat artık eskisinden çok daha zordur. Çünkü yetkili oldukları dönemde o kadar kişiyi kırmış, insan yerine koymamıştır ki, çevrelerinde bırakın müşterek çalışmayı, selam verecek insan bulmakta bile zorlanırlar. Yeni çevrelerini tanımak zaman alacaktır, çoğu arkadaş artık arkadaş olmaktan çıkmış, aralarında bir kırgınlık oluşmuştur. Yine de yılmadan uğraşırlar ama “Eski camlar bardak olmuştur!” Yeni bardaklara laf anlatmaya çalışır, eski günlerden bahsederler, tıpkı yetkili olduğu dönemde başkalarına karşı olan davranışlarıyla karşılaşır ve üzülürler.

 

Ne yazık ki insanlığın var oluşundan beri bu döngü hiç şaşmaksızın devam etmektedir. Çok az sayıdaki insan, yöneticilik görevinden ayrıldıktan sonra, mutlu bir hayat kurma başarısına sahiptir. Çoğunluk mutsuz, hemen her şeye muhalif, yapılanları kıskanan “Haris” insanlara dönüşür ve haris insan sayısının hızla artmasına neden olur.

 

Devlet memuru mu, kamu hizmetlisi mi?

Bunun yanı sıra gerek bilgi birikimleri gerekse karar verme anlayışlarından dolayı bazı insanlara kamuda karar verme görevi verilmez. Hoş kamuda görev alan herkes kendini karar verici olarak görür ama gücünün yeteceğini düşündüğüne göre bu yetkisini kullanır. Bizim ülkemizde kamuda görev alanlar aynı zamanda bir dokunulmazlık zırhına bürünürler. Bu görevde bulundukları süre içinde aldıkları maaşların ve ek ödeneklerin kamudan toplanan vergilerle karşılandığını, yani kamu görevi olarak algıladıkları pozisyonlarının pek çok ülkede, özellikle de Anglo-Sakson ülkelerinde kamu hizmetlisi olarak ifade edildiğinin farkında bile değildirler.

 

Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise, bazı insanların kamu görevlerindeki pozisyonları yükseldikçe harisliklerinin artmasıdır. Öğrenciliğimizden beri, yıllar boyu birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız bir süreliğine genel müdür olarak görev yaptı. Makamında yaptığımız bir toplantı sırasında bazı kararların bizlere de danışılarak alınması gerektiğini söylediğimde; oturduğu koltuktan ayağa kalktı, koltuğu bize doğru sürerek, “Ben bu koltukta kırk yıl sonra oturacak arkadaşın yetkilerini sizinle paylaşmam!” dedi. Kendisine bizimle genel müdürlük yetkisini paylaşmak gibi bir isteğimiz olmadığını, bizim isteğimizin uygulama için alınacak kararlara katkımızın sağlanması olduğunu anlatmaya çalıştık, almadı daha doğrusu anlamak istemedi.

 

Ben, ben, yalnızca ben!

Her şey benim iradem sonucu oluşsun isteğinin ne kadar geleceğe doğru uzandığını gören bizler hayret ettik ama, öte yandan da gerçeğin bu olduğunu, akıntıya doğru boşa kürek çektiğimizi bir kez daha anladık.

 

Ne yazık ki ülkemizde devlet çok büyük, hemen her şeyi kontrol etmek istiyor. O kadar çok sayıda kanun, yönetmelik var ki, kamu tarafından herhangi bir şekilde suçlanmadan yaşamamız mümkün değil, “Demokles’in Kılıcı” altında yaşar gibiyiz. Çoğu kişi “Hak, hukuk” diye bağırıyor ama, hak ve hukukun devletin küçülmesi, esas görevinin vatandaşı kontrol etmek değil, yaşamı düzenleyici ve kolaylaştırıcı olduğunun farkında değil. Sanırım özellikle devlet gücünü kullanan haris insanların değişmesini istemek yerine, devlet anlayışımızın değişmesini, geliştirilmesini istemek gerekiyor.