Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

SAGUNTUM VEYA SAGUNTO

 

“İnsanın ilk görevi doğru olanın peşinden gitmek ve araştırmaktır.”

Cicero

 

İspanya’nın Akdeniz sahillerinde Valencia’nın 29 kilometre güneyinde yer alan Sagunto günümüzde 65.000 nüfuslu küçük bir yerleşmedir. Hafif sanayinin geliştiği bu yerleşme, çeşitli maden üretimleri ve turunçgil plantasyonları ile de tanınmaktadır. Sagunto’nun kuruluşu ile ilgili iki efsane bulunmaktadır. İlki bu yerleşmenin erken dönemlerde yerel bir İber Kabilesi olan Edetaniler tarafından, ikincisiyse Zakinthos’tan gelen Helen koloniciler tarafından kurulduğudur. Kentin tarihteki adı “Saguntum” olarak bilinir. Pajarito Dağı eteklerinde, Palancia Irmağı’nın batı kıyısındaki kent Roma yönetimine tabidir. MÖ 225’de Kartacalı General Hannibal Saguntum’u kuşatır ve sekiz ay süren bir kuşatma sonrası egemenliği altına alır. Bu olay sonrası Roma tarafından II. Pön Savaşı başlatılır. MÖ 214 tarihinde tekrar Roma hakimiyetine geçen şehir yeniden önem kazanmaya başlar. Kent halkı Roma yurttaşlığı hakkını elde eder ve şehri çeşitli anıtlarla donatmaya başlar. Sagunto’nun bu döneme ait en önemli anıtı, İmparator Septimius Severus (MS 193-211) ve oğlu Caracalla (MS 211-217) döneminde inşa edilen tiyatrodur. Farklı dönemlerden kalma yapılar arasında akropolis, Diana ve Venüs tapınakları ile su kemeri Sagunto’nun önemli kültür mirası olarak bilinmekte olup, yoğun bir ziyaretçi akınına uğramaktadır.

1896 yılında kültür mirası olarak ilan edilen Roma Tiyatrosu, Sagunto Kalesi ile taçlanan Pajarito Dağı’nın yamacında kurulmuştur. Tiyatro, yarım daire formunda üç sıra tribünden oluşan oturma sıraları “Cavea” ile sahnenin yer aldığı “Scaene”den oluşmakta olup yaklaşık sekiz bin kişi kapasitelidir.

 

Modern mimari yapıları

Uzun bir dönem yarı yıkık halde bulunan tiyatro yapılan etkili müdahale sonrası tekrar hayata kavuşur. 1960’larda ortaya çıkan ve büyük oranda İtalyan mimarlar Carlo Aymonino ve Aldo Rossi’nin temsil ettiği La Tendenza olarak bilinen İtalyan akılcı okulun bir temsilcisi olan Giorgio Grassi’nin 1985-1986 ve 1990-1993 yılları arasında gerçekleştirdiği bu çalışma hakkında Çen Hao ile yaptığı bir söyleşi de bulunmaktadır. Grassi bu söyleşisinde; Roma tiyatrosunun sadece biçimin ötesinde bir şey olduğunu, aynı zamanda onun tanımlanmış bir tiyatro türü olduğunu ve bugünkü haliyle işlevini sürdüremediğini dile getirir. Yapılması gereken şey onu tekrar hayata kavuşturmak ve orijinal işlevi ile kullanıma sunmaktır. Peki bu nasıl yapılacaktır? Yapıldığı tarihten iki bin yıla yakın bir zaman geçtikten ve uzun bir süre kalıntı halinde kaldıktan sonra yapılacak müdahalenin derinliği ne olmalıdır? Bu arada dikkatinizi çekmek istediğim bir husus Giorgio Grassi’nin modern mimari yapılarıdır. Modern mimariyi bilmeyen, bu konuda bir felsefe oluşturmamış mimarların, etkili ve çağdaş bir restorasyon yapması mümkün değildir. Modern mimari konusunda birikimi olmayan mimarlar olsa olsa onarım yaparlar ki, yaptıklarından da çoğunlukla hayır gelmez. Çünkü onların yaptım dediklerini, konusunda uzman bir usta veya kalfa çok daha az maliyetle, çok daha kısa süre içinde, çok daha kaliteli olarak yapar.

 

İspanya gibi büyük oranda kültür turizmi yapan bir ülkenin geçmişten kalan bu ve benzeri yapıları yalnızca birer kalıntı olarak muhafaza etmesi, her yıl onların onarımı ve korunması için büyük bedeller ödemesi söz konusu dahi olmaz. Günümüz insanının daha iyi sağlık, eğitim, güvenlik, ulaşım gibi hizmetler için ayırdığı kaynakların, ödediği vergilerin bir bölümünün benzer yapıları korumak ve geleceğe intikalini sağlamak için kullanması elbette gereklidir. Ancak akılcı bir şekilde bu yapılara müdahale edilebilir ve gelir getirici olarak kullanımı sağlanabilir.

 

Yenileme çalışmaları

Ülkemizde yaygın anlayış her şeyin olduğu gibi kalmasıdır. Ancak hiçbir şey olduğu gibi kalamaz ve kalmamaktadır. Zaman hemen her şeyi eskitmekte ve yok oluşa doğru gitmesine yol açmaktadır. Bazı küçük müdahaleler ile korunması gerekli kültür varlıklarının ömürlerini uzatmak mümkün olsa da sürgit geri dönüşü olmayan harcama yapmak mümkün değildir. Son zamanlarda artan bir hızla medyada ve özellikle de sosyal medyada batı toplumunun oluşturduğu kurumlar örnek gösterilerek yapılması artık kaçınılmaz olan yenileme çalışmalarına, bu tür bir düşüncenin toplumda yaygınlaşmasına mâni olunmaya çalışılmaktadır. Bu yazımda bir örneğini verdiğim benzer yenileme çalışmalarını tanıtmaya; İspanya’da Merida Tiyatrosu, Berlin’de Humboldt Forum gibi yapılarla devam etmeyi düşünmekteyim.

 

Ülkemizde bilir bilmez çoğu kişinin algısı “UNESCO ve ICOMOS” gibi uluslararası kurumların bu tür müdahalelere karşı olduğu yanılgısıdır. Her iki kurumun ağırlıklı olarak yer aldığı, büyük organizasyonlara ve uluslararası toplantılara ev sahipliği yaptığı Fransa, İspanya, İtalya, Belçika ve benzeri çok sayıda ülkede geçmiş dönemlere ait yapılara radikal müdahaleler yapılarak geri kazanımları, hayat bulmaları sağlanmaktadır. Önemli olan korunması gerekli kültür varlığının yeniden yaşama alınmasıdır. Günümüz insanı bu yapıları yalnızca seyirlik olarak muhafaza etmek değil, etkili bir şekilde kullanma hakkına sahiptir. Korunması gerekli kültür varlıkları tıpkı yapıldıkları dönemlerdeki gibi bulundukları toplumun zenginlik göstergesidir. Yeniden kullanıma alınıp bu zenginleşmenin artmasına katkı sağlamalıdırlar. Yer aldığı bölgenin fakirleşmesine neden olan herhangi bir şeyi sürekli korumak ve tahrip edilmesinin önüne geçmenin mümkün olmadığını tarih bize göstermektedir. O halde yapılacak iş bu ülkelerde yapılmakta olan uygulamaları yakından takip ederek, yapıldığını düşündüğümüz yanlışları en aza indirmek için çalışmak ve bir an önce ülkemizde nerede ise sonsuz sayıda olan benzer yapıların yeniden hayat bulması için gereken çalışmaları başlatmaktır.

 

Beton ve betonarme kullanımı

Ülkemizde yaygın olarak kabul gören ve bu konuda eğitim vermekte olan akademisyenlerce yanlış değerlendirilen bir diğer husus ise bu yapıların yenilenmesinde beton veya betonarme kullanımıdır. Söz konusu ülkelerde yapılan her tür onarımda beton ve betonarme kullanımında hiçbir sakınca duyulmamaktadır. Çünkü beton veya betonarme altı üstü bir malzemedir, önemli olan onu kullanan insanın bilgi, beceri ve vizyonudur. Eğer bir mimar veya bir inşaat ustası yaptığı veya yapacağı işte hakkıyla bilgi ve uygulama gücüne sahipse, yapılan iş başarılıdır. Aksi takdirde ister taş ister tuğla isterseniz kerpiç kullanın sonu hüsran olur. Bu nedenle her tür malzemeye karşı çıkmak bir yeteneksizlik sorunu olup, suç malzemede değil, onu gerektiği şekilde kullanmayı öğrenemeyen insanlardadır. Suçu malzemeye atarak yeteneksizliğimizi saklamak yerine, her tür malzemeyi kullanarak bilgi ve becerimizi artırmaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Dünya neler yapıyor, biz nelerle uğraşıyoruz? Gerçekten üzülüyorum...