Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

OSMANLI TOPRAKLARINDAN ANILAR

 

Sevgili dostum Çağatay Anadol, yayın yönetmeni olduğu Kitap Yayınevi’nde çoğumuzun haberinin olmadığı, bir köşede unutulmuş kitapların yayınlanmasını sağlayarak çok şey öğrenmemize vesile oluyor. Başta Çağatay Anadol olmak üzere çoğunluğu yabancı yazarlar tarafından kaleme alınmış olan bu eserleri dilimize kazandıranlara teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Bir süre önce Bulgar yazar Petır Mateev’in, “Osmanlı Topraklarından Anılar 1861-1904” isimli kitabını okudum, sonra bir kez daha okudum ve Osmanlı İmparatorluğu’nun “Nasıl dağıtıldığını, dağıldığını değil, dağıtıldığını” biraz daha anlamış oldum. Hüseyin Mevsim Hoca’nın sunuş, notlar ve açıklamalarla zenginleştirdiği bu kitabı tarihimize ilgi duyan, gelecek için kuşku taşıyan herkesin okumasını tavsiye ederim.

 

Petır Mateev

Petır Mateev, 1850 yılında kendi deyişi ile Kazan’da dünyaya gelir. Sakın ola bu Kazan’ı Rusya ile karıştırmayın. Pek bilinmez ama bir dönem Bulgaristan’ın Çirmen sancağına bağlı Kazanluk veya Kızanlık ismindeki köye Bulgarlar kısaca Kazan derlerdi. Osmanlı ise buraya Akçakazanlık adını vermişti. Petır Mateev’in dedesi, Hacı Petır Mateev binden fazla koyunu olan zengin bir tacirdir. İstanbul’da Eminönü’nde Bulgar ticaret erbabının toplandığı Balkapanı Han’da yazıhane açıp, ticari faaliyetlerde bulunmaktadır.

 

1861 yılında henüz on bir yaşındayken babası eğitim için onu İstanbul üzerinden, 1846 yılında Malta Adası’nda açılmış olan İngiliz Protestan Koleji’ne gönderir. Malta’da bulunduğu dört yıl içinde henüz Bulgarlar arasında yaygın olmayan İngilizceyi ana dili kadar iyi öğrenir. Nasıl olur da Bulgarlar arasında çok da bilinmeyen bir dili öğrenmesi için bir baba on bir yaşındaki çocuğunu uzak bir adadaki koleje gönderir? Bulgaristan’a ilk Amerikan misyonerler 1858 yılında gelir. Dr. Albert Long ve Dr. Wesley Prettyman isimli bu misyonerler Tırnova ve Şumnu’ya yerleşirler. Kısa süre içinde Bulgar çocukların Avrupai eğitim ve terbiye alması için destek olma isteğiyle harekete geçerler; “… Eğitim aldıktan sonra da talebe kendini milletinin aydınlanmasına adayacaktır, bu asil niyet doğrultusunda Malta Koleji’ne Bulgarların da kabul edilmesi için talimat verilmiş…” (s. 25). 1864 yılında Malta Koleji kapatılır. Çünkü artık bu eğitimi İstanbul’da verme imkânı elde edilmiştir. Petır Mateev de bu vesileyle İstanbul’a gelir.

 

Dr. Cyrus Hamlin

“…Osmanlı Ermenileri arasında misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak üzere seçilen yüksek zekalı ve pratik bilgilerle donanımlı Amerikalı Dr. Cyrus Hamlin, aydınlanmanın mektep ve zanaat yoluyla gerçekleştirilmesi gereğine inanıyormuş. Oysa Amerikan Board Heyeti mütevellisi aydınlanmanın öncelikle dini eğitimle gerçekleştirilmesini uygun buluyormuş. Dr. Hamlin kendi fikrini kabul ettirmeyi başararak Ermeniler için Boğaz’daki Bebek Köyü’nde bir ruhban mektebi açmış…” (s. 26). Petır Mateev 1865 yılında Robert Kolej’de eğitime başlar ve 1869’da mezun olur. Kendi ifadesine göre 1864 yılında yirmi öğrenci ile açılan okula ertesi yıl on üç Bulgar öğrenci alınır. “Bu talebeler ve babalar kolejin varlığından nasıl haberdar oluyorlar; kim yönlendiriyor, kim çoğuna yarım burs sağlıyor?” (s. 28). Sekiz yıl bu okullarda okuyan Petır Mateev’in bile hayretle sorduğu sorulara birkaç satır sonra yine Petır Mateev cevap verir. “… Yeni Bulgar Devleti’nin oluşumunda ve eğitim alanında Robert Kolej mezunlarının büyük etkisi olduğundan kuşku yok. Örneğin ilk hükümetlerin çoğunda bir-iki hatta üç kolej mezunu yer alıyordu…” (s. 29).

 

Dr. Albert Long

Petır Mateev kolejden mezun olduktan sonra Dr. Albert Long’un referansıyla İngiliz Posta Telgraf İdaresi’nde çalışmaya başlar. Kısa bir süre sonra seyahat etme arzusu duymaya başlar. Bu arada bir de teklif alır; “… Bir İngiliz tüccarının vapurla 200 civarında Ankara keçisini Güney Afrika limanına teslim etmesi istenmektedir… Bu, Angora keçisinin Güney Afrika’ya ilk sevkiyatı olacaktı; bugün Güney Afrika’da Anadoluya kıyasla daha çok tiftik üretiliyor. Daha önce bu yün sadece Anadolu’da elde ediliyordu…” (s. 31). Petır Mateev’in bu teklifi aldığı tarih 1875’dir, kitabını ise 1904 yılında yazar, aradan geçen otuz yıla yakın süre içinde Güney Afrika’da yapılan üretim ifade ettiği gibi Anadolu üretimini aşar.

 

Bağdat’a seyahat

1875 yılı içinde bir İngiliz hanım, İstanbul’dan Bağdat’a atla yapacağı seyahat için kendisine refakat etmesini ister, çalıştığı yerden izin alan Petır Mateev, “Bir kâbus gibiydi!” dediği bu seyahate katılır. İzmit, Ankara, Konya ve Karaman’ı kapsayan gezi Mersin’de deniz yolculuğuna dönüşür. Kıbrıs’ı ziyaret etmek için odun yüklü bir gemiyle anlaşırlar ve Dipkarpaz’da Apostolos Andreas Manastırı civarında Kıbrıs’a çıkarlar. Lefkoşa ve Larnaka’yı ziyaret ederler buradan da Beyrut’a geçerler. “… Lübnan özerk bölgesinin başkenti Beyrut’a ayak bastık. Bu özerk bölgenin valisi mutlaka Hristiyan oluyor; vali, büyük devletlerin onayıyla padişah tarafından tayin ediliyor. Beyrut büyük ölçüde Avrupai bir şehir, konsoloslar merkezi, Cizvit mektepleri, keza Alman hemşirelerinin hizmetinde Alman Hastanesi bile var. Amerikan misyonerler burada cirit atıyor...” (s. 44). Vali atamaya bile gücü yetmeyen bir yönetim, memleket toprağı sanılan bir alanda atama yetkiniz bile yok! Ne acı değil mi? Sanırım bu ve benzer anlatılar bize gerçek durumu anlamamız için yardımcı olacak. İmparatorluğun çoğunlukla Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1909) tahttan indirilmesi sonrası dağıldığına inanan büyük bir grup insan var. Ancak, görüldüğü gibi daha 1875 yılında Beyrut’a bağımsız olarak vali atama yetkimiz bile ne yazık ki yoktur.

 

Beyrut’tan dönüş

Beyrut’tan İstanbul’a dönen Petır Mateev kısa süre sonra yeni bir maceraya atılır. 1876 yılında Dr. George Smith isimli, British Museum’da görevli bir arkeolog İstanbul’a gelir. Amacı Musul yakınındaki Ninova Harabeleri’nde kazı yapmaktır. Petır Mateev’e ekibine katılmasını ve rehberlik yapmasını teklif eder. Bu konuda fikrini almak için hamisi ve 1858 yılında misyoner olarak Bulgaristan’a giden Dr. Albert Long’un yanına giden Petır Mateev, bu olayı şöyle anlatmaktadır.

 

Ahlaktan ödün vermeyin!

Kendisiyle vedalaşırken, “… Gittiğiniz her yerde esirgenmeniz ve yardım bulmanız için diz çökerek dua edeceğim demesini bekliyordum; böyle durumlarda bütün misyonerlerin söylemesi gereken sözler. Aksine, Dr. Long elini omuzuma koydu ve ‘Mateev, ahlaktan ödün vermeyin!’ dedi. Bu sözlerin üzerimde bıraktığı etkiyi hâlen hissediyorum; bu nasihat hâlen kulaklarımda çınlıyor. Kendisi sadece Bulgarlar arasında yaşamakla kalmamış; dertlerini de dert edinmişti…” (s. 48).

 

Bu ne biçim bir ahlak anlayışıdır, bir yandan yüzlerce yıldır bir arada yaşayan insanlar arasına nifak tohumları ekmek için çalışacaksınız diğer yandan da “Ahlaktan ödün vermeyin!” diye nasihat edeceksiniz?

 

“Ahlaktan ödün vermeyin!” diyenlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını, üzerinden yüz yılı aşkın zaman geçmesine rağmen hâlâ, Suriye, Irak ve benzeri ülkelerde ahlaksızca davranış ve eylemlerde bulunmalarını nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?

 

Yakın geçmişimizi sade bir dille anlatan bu kitabı kesinlikle okumak ve ders almak gerekiyor. Bu kitabı ve benzerlerini mutlaka okumalıyız ki, nakli değil, akli bilgilerle yürümekte olduğumuz yola bir yön verebilelim.

 

Petır Mateev, Osmanlı Topraklarından Anılar 1861-1904, Çev. Hüseyin Mevsim, İstanbul, 2020.