Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

ÜLKELERİN AYNASI

 

Zaman zaman kütüphanemde kitap ararken alakasız bir kitap elime geçer. Daha önce okuduğum ve ilginç bulduğum bu kitabı bir süre karıştırır, okuduğum dönemde nereleri ilginç bulduğuma göz atarım. Geçen gün böylesi bir arama sırasında elime geçen Seydî Ali Reis’in “Ülkelerin Aynası” adı ile günümüz Türkçesi’nde yayınlanmış kitabını tekrar okumak geldi içimden. Okuduğum dönemde de bana çok ilginç gelmişti, sizlerle paylaşmak istedim bakalım size de ilginç gelecek, merakınızı uyandıracak mı?

Seydî Ali Reis

 

Seydî Ali Reis, denizci bir ailenin çocuğu olarak Galata’da doğar. Aslen Sinoplu bir aileye mensup olduğu söylenmektedir. 1498 yılında doğmuş olduğu kabul edilmektedir. Adı bilinmeyen dedesinin Fatih Sultan Mehmed döneminde tersanede kethüdâlık yaptığı, babası Hüseyin’in de aynı mesleğe devam ettiği belirtilir. Galata’da doğup büyüdüğü için “Galatalı” lakabıyla da anılan Seydî Ali Reis, aynı zamanda “Kâtibî” mahlasıyla kullandığı şiirleriyle de tanınmaktadır.

 

Genç yaşında Kanûnî Sultan Süleyman’ın Rodos Seferi’ne (1522) katılır. Barbaros Hayreddin Paşa’nın maiyetinde çalışırken, Akdeniz’in her tarafını öğrenir. Preveze Deniz Muharebesi’nde
(1538) donanmanın sağ kolunda görev yapar. Sinan Paşa’nın kaptan-ı deryalığı sırasında onunla Trablusgarp Seferi’ne (1517) çıkar. Piri Reis’in Basra’da bırakmak zorunda kaldığı Hint donanmasını Süveyş’e geri getirmekle görevlendirildiği sırada sipahi oğlanları topluğuna dahil olduğu, denizcilikteki mahareti sebebiyle Mısır Kaptanlığına getirildiği anlaşılmaktadır.

 

Basra’da

Önce, Kanûnî Sultan Süleyman’ın Nahcivan Seferi (1553) hazırlıkları sebebiyle bulunduğu Halep’e gider. Oradan hareketle Birecik, Urfa, Nizip, Musul yoluyla Bağdat’a, nehir yoluyla da Basra’ya ulaşır. Basra beylerbeyi Mustafa Paşa’dan on beş adet gemiden oluşan donanmayı teslim alarak görevi üstlenir. Ancak deniz mevsimi olmadığı için beş ay kadar Basra’da beklemek zorunda kalır. Diğer yandan uzun bir süredir Basra’da beklemekte olan gemiler de acil onarıma ihtiyaç duymaktadırlar. Onarım ve beklemekle geçen beş ayın sonunda Basra Körfezi civarında düşmana (Portekiz) ait gemi olmadığı konusundaki keşif raporuna dayanarak Basra’dan 1553 yılında hareket eder. Yerel bir rehberin eşliğinde Bahreyn Adaları’na geçer, Hürmüz Boğazı’ndan çıkarak Hint Okyanusu’na açılır. Ramazan ayının yirmi altıncı günü Muskat Kalesi önüne geldiklerinde, aniden limandan hareket eden on iki adet büyük barça ve yirmi iki adet grab ile tümü otuz dört adet, içi asker dolu geminin kendilerine doğru yelken açtığını görürler. “Biz yaradana sığınıp kıyıya yakın bir noktada onların gelmesini bekledik. Barçalar gelip kadırgalara yanaştı. Top, tüfek, ok ve kılıçla öyle bir mücadele yapıldı ki anlatılamaz. Birbirine çatışan gemilerde pencere büyüklüğünde delikler açılıyor, yelkenlere ve gemilere atılan oklar, onları kirpiye döndürüyordu.” (s. 19)

 

Hindistan yolunda

Uzun süren bu savaş sonrası beş adet barça ile beş adet kadırga batar, her iki tarafın askeri de güçten kesilir, kürekçiler kürek çekemez, gemiyi kontrol edemez, topçular top ateşleyemez duruma düşerler. Zorunlu olarak demir atılır ve denize sandallar indirilerek batan gemilerin mürettebatı kurtarılmaya çalışılır. Ertesi gün tekrar denize açılınır. Ancak sert rüzgâr ve fırtına donanmayı kumanda etmeyi gemileri bir arada tutmayı güçleştirmektedir.

 

“Gece karanlığında öyle bir denize düştük ki sahil yok,
Esen rüzgâra karşı koyacak bir yelken yok.”

 

Hindistan’da

Bir süre sonra fırtına nedeniyle Hindistan kıyılarına doğru savrulduklarını fark ederler. Portekiz işgalindeki, Diu şehri önlerine kadar sürüklenmişlerdir. Sonunda daha güneye doğru hareketlenerek Gücerat Eyaleti’ne varırlar. Büyük hasar gören gemilerin top ve diğer gemicilikle ilgili eşyalarını Daman yöneticisi Melik Esed’e emanet ederler. Basra’dan hareket edildiğinden bu yana, deniz üzerinde tam tamına üç ay geçmiştir. Gücerat’ta oldukça zor günler geçiren Seydî Ali Reis başından geçenleri renkli bir dille anlatır. Hintliler ile savaşan Portekizliler, Mısır Kaptanı olarak onu istemektedirler, yerel beylerin bir kısmı onu Portekizliler’e teslim etmek isterken bazıları Kanûnî Sultan Süleyman’a bağlılıklarını bildirerek bu talebi reddederler.

 

Ülkeye dönüş

Güçlükle Hindistan kıyılarına ulaşan denizcilerin artık yiyeceği kalmamıştır. Üstelik hâlâ kullanmakta oldukları az sayıdaki gemi de eskimiş ve deniz yoluyla Mısır’a gitme imkânı kalmamıştır. Mısır donanmasından geriye kalan asker ve denizciler, onun komutasında 1554 yılında Gücerat’tan karadan Ahmedabad’a doğru yola çıkarlar. Lahor, Kâbil, Semerkant, Hive, Harzem, Horasan yoluyla Bağdat’a ulaşılır. Kısa süreli bir dinlenme sonrasında bin bir sıkıntı ile geçen dört yıl sonra İstanbul’a varırlar. “Sapanca yolu ile İzmit’e ulaştık. Üsküdar Boğazı’ndan dünyanın en büyük ve güzel kenti İstanbul’a sağlıkla vardık.” (s. 76)

 

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Edirne’de olduğunu öğrenen Seydî Ali Reis, ertesi gün yola çıkarak, Edirne’ye padişahın yanına ulaşır. Başından geçenleri anlatır ve günlük seksen akçe ile saray hizmetine atanır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın bir de isteği vardır. Seydî Ali Reis başından geçen bu olayları yazacaktır. 1556 yılı ortalarında başlayan yazım işi, 1557 yılı başlarında tamamlanır. “Mir’âtü’l-Memâlik” adı ile bilinen bu yazma eser bazı doktora çalışmalarına da konu olmuş, Almanca, Fransızca, İngilizce ve Rusçaya tercüme edilmiştir.

 

Bir süre sonra, Seydî Ali Reis bunca macera neticesinde Hürmüz Limanı ve Gücerat ülkesinin Osmanlı Devleti’ne katılma arzularını anımsayınca, kitabının sonunda kendi kendine şöyle der;

 

“Senin gitmez başından bu havalar,
Dimağın tümden toprak dolmayınca,
Bu sersemliğin yoktur sonu,
Vücudun baştan başa toprak olmayınca.”

 

Bazılarımız, hayat boyu böylesi güçlüklerle uğraşıp, hâlâ geleceğe umutla bakmaya devam etmekte. Anlaşılan Seydî Ali Reis’in yüz yıllar önce aklından geçen ve kayda aldığı sersemliğimiz hâlâ devam ediyor. Bu ve benzer düşünceleri sersemlik diye mi yorumlamak yoksa idealizm diye mi yüceltmek gerekir? Size kalmış. Bize inanılması güç bu maceranın hikâyesini anlatan Seydî Ali Reis, 28 Aralık 1562 günü, altmış dört yaşında İstanbul’da vefat eder, Allah rahmet eylesin...

 

Seydî Ali Reis, Ülkelerin Aynası, Haz. Suat Batur, İstanbul, 1999.

 

Seydî Ali Reis, Mir’atü’l-Memâlik Seydî Ali Reis’in Maceraları, Haz. Ömer Tellioğlu, İstanbul, 2021.