Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE

 

Köken itibariyle Ural-Altay dil grubunun Ural kısmına ait olan Fin halkı ülkelerini “Suomi” adıyla anar. Suomi, Fincede “Bataklık ülkesi” anlamına gelir. Büyük bir bölümü düz olan Finlandiya’ya “Bin göller ülkesi” de denilmektedir. Finlandiya’da elli beş bini aşkın göl bulunmaktadır. Çoğu bataklıklarla çevrili olan bu göller, ülkenin en büyük özelliği olup çok hoş bir manzara oluşturmaktadır. Bu göllerde mayıs-temmuz ayları içinde açan zambaklar da ülkenin “Beyaz Zambaklar Ülkesi” olarak anılmasına yol açar.

 

XIII. yüzyıl sonlarından itibaren Kuzey Haçlı Seferleri sonucu İsveç hâkimiyetine giren ülke, 1809 yılındaki Finlandiya Savaşı’nın ardından “Finlandiya Büyük Prensliği” adı altında Rusya’ya bağlı özerk bir yönetime kavuşur. Ekim Devrimi (1917) sonrası Finlandiya bağımsızlığını ilan eder, 1918 yılında Fin İç Savaşı yaşanır. İkinci Dünya Savaşı sırasında gerek Sovyetler Birliği gerekse Almanya’ya karşı savaşıp topraklarının bir bölümünü kaybetse de bağımsızlığını korumayı başarır. Finlandiya özgürlüklerin genişletilmesi açısından örnek atılımlar yapan bir ülkedir. 1906 yılında genel oy hakkının tanındığı ilk Avrupa ülkesi, dünyada tüm gelişkinlere seçilme hakkı veren ilk ülke olur.

 

Daha lise öğrencisiyken okuduğum Grigori Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli kitabı benim Finlandiya’ya karşı özel bir ilgi duymama yol açmıştı. O zamanlar ansiklopedilerde araştırma yaptım, haritalar üzerinde onu bulmaya, şehirlerini öğrenmeye çalıştım, hatta üzerinde “Suomi” yazan pulları biriktirmeye başladım. Büyük bir merakın ardından ICOMOS Vernacular Architecture Komitesi’nin yıllık toplantısı için 1983 yılında Finlandiya’ya gitmek nasip oldu. Rahmetli Haluk Sezgin ile uçakla gittiğimiz Helsinki sonrası, tüm komite üyeleriyle otobüsle Suomi’yi dolaştık. Helsinki’den sonra Turku, Vaasa ve aradaki bazı şehirlere uğrayarak Oulu’ya kadar gittik. Oulu’ya vardığımız zaman 21 Haziran’dı ve nerede ise gece olmuyordu. Oulu’da küçük bir ırmağın karşı sahiline yerleşmiş büyük bir orkestranın çaldığı ezgileri dinledik. Bir daha Finlandiya’ya gitme imkânım olmadı, ama zaman zaman gönlümün bir kısmının orada kaldığını hissederim. Bu konuda bir de hoş anım var, haziran ayı sonlarında İstanbul’a dönerken Fin Air’i kullandık, havanın açık olduğu bir sabah Karadeniz üzerinde inişe geçen uçakta pilot anons yaptı; “Hanımefendiler ve Beyefendiler şu sıra dünyanın en güzel şehri üzerinde uçuyoruz, lütfen pencerelerden onu seyredin.” Birden uçağın içinde bir karmaşa başladı biz dâhil hemen herkes pencerelere hücum etti, hayret nidaları, iltifatkar sözler havada uçuştu. Bizim içinde yaşadığımız ve hayhuy içinde farkına varamadığımız güzelliklerin insanları nasıl etkilediğini gördük, gözlerimiz yaşardı, ağlamaklı olduk. Aradan geçen kırk yıla rağmen hâlâ o günü hatırlar ve İstanbul’da yaşamakta olduğumun farkına varmaya çalışırım.

 

“Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli kitabın yazarı; Rus asıllı Grigori Petrov (1866-1925), ilahiyat eğitimi alır ve kiliseye katılarak papaz olur, ilerleyen zaman içinde aykırı fikirleri dolayısıyla kiliseden ihraç edilerek Rusya’dan sürgün edilir. Bu sırada yazdığı kitap 1910 yılında “Bataklıklar Ülkesi” adıyla Rusça basılır. 1925 yılında söz konusu kitap öğrencisi Dino Bojkov tarafından Bulgarcaya çevrilerek yayımlanır. Kısa süre içinde büyük ilgi toplayan kitap 1928 yılında Atatürk’ün talimatıyla Türkçeye tercüme edilir, bir eğitim ve kalkınma modeli olarak kullanılması için tüm okullarda okutulması istenir.

 

“Devlet düzeninin eski temelleri, halkların yönetimindeki eski yol ve yöntemler zamanla eski güç ve anlamını yitirerek, zayıf ve savunulamaz hâle gelir. ‘Yeni toplumlar beraberlerinde yeni şarkılar getirir.’ Kuşaklar değişiyor. Yenileniyor. Beraberlerinde de yeni kavramlar, yeni arzular, yeni talepler getiriyorlar.” (s. 4). Bizim ülkemizde aynı sıkıntıları yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor. 1919 yılında başladığımız atılım, yeni şarkılar söyleme isteği zaman zaman kesintiye uğradı. Kimi zaman bu kesintilere siyaset erbabı sebep oldu, kimi zamansa silahlı güçler... Kendilerince geçerli sebepler uydurdular! Sanırım hepimizin gözünden kaçan veya görmezden geldiğimiz bir gerçek var o da, ülkemizin nüfus yapısının Finlandiya kadar homojen olmamasıdır. Her tür inancın, her tür mensubiyetin bulunduğu ülkemizde bazı atılımları yapmak çok zor, çoğunluk rahatının bozulmasını, yoğun bir çalışma içine girilmesini istemiyor. İstiyor ki bütün atılımlar kendi kendine olsun, onun alıştığı düzen bozulmasın...

 

“Devletlerin gücü ve zayıflığı, ulusların refahı veya çürümesi sadece yöneticilerin yetkinliğine veya yetersizliğine bağlı değildir. Yöneticiler ne olursa olsun, iyi ya da kötü, kahraman ya da zalim her zaman halklarının yansımasıdır. Bunlar halkın ruhunun bir kopyası, kitlelerin üretimidir. Bu nedenle uzun zaman önce her ulusun hak ettiği hükûmete ve yöneticilere sahip olduğu söylenmiştir.” (s. 6). Her ne kadar Petrov, bu cümleyi bir dönem yaşamakta olduğu Çarlık Rusya’sı için söylemiş olsa da dünyanın var oluşundan itibaren varlığını sürdüren hemen her toplum için bu tespit geçerlidir ve geçerli olmaya devam edecektir.

 

“Finliler, 1917 Ekim Devrimi’ne kadar hiçbir zaman bağımsız bir devlet deneyimine sahip olmadılar, hiçbir zaman kendi büyük halk kahramanları olmadı. Sahip oldukları yüksek kültür kendi başarılarıdır.” (s. 10)

 

Bizim coğrafyamızda ise bin yıllardır bunun tamamen tersi olmaktadır. Gerek inanç gerekse özgürlük açısından hemen her dönem bir kahramana ihtiyaç duyulmuştur. Toplumumuzda var olan bazı atasözleri; “Gelen ağam, giden paşam”, “Gemisini kurtaran kaptan” bunun en güzel örneğidir. Her zaman için bir kurtarıcıya ihtiyaç duyarız. Hayatta kalmanın tek yolunun çalışmak olduğu inancına sahip bir ülke ile, her zaman sığınacak kişi arayan bir toplumun ferdi olmak arasında büyük fark bulunmaktadır. Beyaz Zambaklar Ülkesi bizlere örnek olabilir mi? Sanırım bunun için öncelikle çalışmanın bir fazilet olduğu duygusunun toplumca kabul görmesi sağlanmalıdır. Herhangi bir kimseye ve devlete muhtaç olmadan yaşantımızı en güzel şekilde sürdürmek için, bu beklentimizi karşılayacak çalışma isteğine sahip olmak gerekiyor.

 

“İnsanlara doğruluk, düzen ve disiplin öğretin. Onlara vicdanlı olmayı, sevmeyi ve düzene saygı duymayı öğretin. Hem kendisinin hem de diğer insanların haklarına saygı duymayı da. İnsanlara kendiniz örnek olun.” (s. 13)

 

“Bugün, Birleşmiş Milletler Finlandiya eğitim sistemini dünyanın en iyilerinden biri olarak niteliyor. Ülkede okuryazarlık oranı yüzde yüz. Kişi başı gayrisafi yurtiçi hasıla Avrupa’nın ilkleri arasında. Finlandiya, endüstriyel ve laboratuvar ekipmanlarında, iletişim teknolojisinde dünya liderlerinden biri. Yüksek yaşam standardına sahip bu küçük ülkenin ‘kuruluş’ hikâyesinden alınacak çok ders var hâlâ.” (s. vii)

 

Altmış yılı aşkın süre sonra tekrar okuduğum “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli kitaptan alınacak çok ders olduğu anlaşılıyor. Özgürlük ve çağdaş yaşam seviyesine ulaşmak için başkalarını suçlamak yerine kendimize, “Ben ülkeme nasıl katkı da bulundum veya bulunabilirim?” diye sormamız gerekiyor. Eğer vicdanlı olmayı, insanları sevmeyi, onlara saygı duymayı ve çalışmayı çocuk yaşta edinilen bir alışkanlık hâline getirebilirsek sanırım oldukça yol kat etmiş olacağız.

 

Grigori Petrov, (Çev. Ayser Ali), Beyaz Zambaklar Ülkesinde, İstanbul, 2021.