Bir İstanbul Panoraması 1888

Bir İstanbul Panoraması 1888

KAYDIRIN

< Geri dönün

BİR İSTANBUL PANORAMASI 1888 | İstanbul 2015

Üç yanımda güzeller güzeli deniz görünür
ve her yandan gün ışığı vurur duvarlarıma.
Safran örtüleriyle şafak çevremde dolandığında,
kamaşır gözleri, yürümek istemez batıya...

Paulos Silentiarios

İstanbul, panorama çekimleri açısından yeryüzündeki pek çok şehre nazaran daha avantajlı konumdadır. Ortasından deniz geçen bu şehirde, şehre hâkim Beyazıt ve Galata kulelerinin yanı sıra pek çok yükselti bulunmaktadır. Denize dik tepeler, onların oluşturduğu vadiler ve şehrin iki yakası arasındaki geniş su pek çok ressama ve sonrasında fotoğrafçıya ilham verir. Eskiz, desen, gravür, suluboya, yağlıboya velhasıl akla gelebilecek her ortamda eli hünerli hemen herkes bu şehri resmetmeyi sanki bir görev bilir.

Melchior Lorichs’in 1559’da Galata surları üzerinden bakarak çizdiği panorama daha sonraki benzeri çalışmaların başlangıcı kabul edilir. 1800’lerin ilk yarısında hızla gelişen fotoğraf tekniğinin ilk örnekleri de geçmişin İstanbul’unun günümüze ulaşan görüntüleridir. James Robertson, Ernest Edouard de Caranza, Abdullah Biraderler, Vasillaki Kargopoulo, Pascal Sébah, Boğos Tarkulyan, Guillaume Berggren, Gülmez Kardeşler ve niceleri İstanbul’u fotoğraflayan önemli kişilerdir. Seyretmekte olduğumuz bu panorama 1888 başlarında Sébah&Joaillier tarafından Galata Kulesi’nden çekilmiştir. Soldan başlamak üzere birinci kare 355 mm, ikinci kareden dokuzuncu kareye 335 mm ve onuncu kare 355 mm olmak üzere tamamı 3390 x 305 mm ebadındaki on karenin birleştirilmesiyle oluşan 360 derecelik bir panoramadır.

Suriyeli Katolik Hanna (Joannis-Jean) Sébah ile Ermeni Katolik Lisa’nın evliliğinden dört oğul dünyaya gelir; 1823’te doğan sonuncusu, geleceğin önemli fotoğrafçılarından Pascal Sébah’tır. 1857’de Tomtom Sokağı 10 numarada “El Shark Société Photographique” ismini verdiği ilk stüdyosunu açar; stüdyonun yöneticisi A. Laroche adlı bir Fransızdır. Daha sonra geçici olarak Grand Rue de Péra 232 numaraya, 1860’da ise aynı cadde üzerindeki 439 numaralı binaya taşınır. 1873’te Kahire’de bir şube açarlar. 1883’te beyin kanaması geçiren Pascal Sébah, artık çalışamayacaktır. Üç yıl süren bir hastalıktan sonra 25 Haziran 1886’da vefat eder. Stüdyonun sorumluluğunu kardeşi Cosmi Sébah üstlenir. Ancak, işlerin kötüye gitmesi üzerine 1887’de Polycarpe Joaillier işletmeye ortak olur ve firmanın adı Sébah&Joaillier olarak değiştirilir.

Polycarpe Joaillier 1888’de geniş kapsamlı İstanbul manzaraları ve tarihi yapıları dizisi hazırlamaya başlar. Özellikle Kayser II. Wilhelm ve İmparatoriçe Augusta Victoria’nın 1889’da İstanbul’a yaptığı gezi sırasında çektiği fotoğraflar nedeniyle kendisine “Photographes de la Cour Royale de Prusse” (Prusya Sarayı Fotoğrafçıları) unvanı verilir. 1896’da Cosmi Sébah vefat eder. Pascal Sébah’ın oğlu Jean, Sébah&Joaillier’e sahip çıkar. Abdullah Biraderler’in stüdyosunu 1900’de satın alırlar. Bu arada Polycarpe Joaillier 13 Şubat 1904’te, Paris’te vefat eder. Bir yıl sonra Abdullah Biraderler’den alınan stüdyo elden çıkarılır. Babasının hisselerini devralan oğul Gustave Joaillier aynı tarihlerde Paris’e yerleşerek ortaklıktan ayrılır. Jean Sébah, aile dostları Agop İskender ile yeni bir ortaklık kurar ve firmanın adı Foto Sabah olarak değiştirilir. Jean Sébah 6 Haziran 1947’de yaşama veda eder. 1950’lerin başında Bedros İskender, yaklaşık bir asır boyunca faaliyet gösteren firmayı kapatarak Paris’e yerleşir. Pascal Sébah ile başlayan, Sébah&Joaillier ile devam eden serüven, Foto Sabah ile son bulacaktır.

Polycarpe Joaillier’in panoramasının en solunda üç katı ile cepheden biraz geride yer alan ve çatı katı görülen yapının cephesi günümüzün Küçük Hendek Sokağı’na bakmaktadır. Ona dik uzanan ve her iki yanında sokağa taşkın cumbaları olan kâgir yapıların bulunduğu sokak ise Serdar-ı Ekrem Sokağı’dır. Her iki sokağın kesiştiği köşede yer alan, kısmen yıkılmış minaresinin şerefeye kadar bölümü görülmekte olan viran yapı 16. yüzyılın ikinci yarısında yapılan Müeyyetzade (Yazıcı) Mescidi’ni işaret eder. 1970’lerde onarılan yapı halen ibadete açıktır. Bu sokağın ilerisinde sağa doğru, bize dönük yan cephesiyle Kırım Kilisesi yer almaktadır. İngiliz asıllı Mimar G. E. Street tarafından projelendirilen bu yapı Kırım Savaşı anısına inşa edilir. 4 Eylül 1858’de temeli atılan kilise on yılı aşkın bir süre sonra 22 Ekim 1868’de ibadete açılır. Anglikan mezhebi mensuplarının ibadet ettiği bu kilise, cemaati azaldığı için 1970’lerin başında ibadete kapatılsa da 1991’de onarılarak tekrar açılır. Kırım Kilisesi’nin sol önündeki boş alana 1892-1893 arasında Doğan Apartmanı’nın yapımına başlanacak ve kilisenin bu açıdan görünümü büyük oranda kapanacaktır.

Sol üstte önündeki ağaçlarla kaplı bahçenin gerisinde Galatasaray Mekteb-i Sultani’nin yan cephesi seçilmektedir. Kiremit örtülü çatısı ve uzun yan cephesiyle üst katı görülmekte olan bu yapı 22 Şubat 1907’de meydana gelen bir yangın sonucu yanacaktır. Ağaçlı alanın sağında belli belirsiz görülen kurşun kaplı kubbe ise 1538-1548 arasında Mimar Sinan tarafından inşa edilen Yakub Ağa Hamamı’dır. Sağa doğru Taksim bölgesinde yoğunlaşan ve yükselen yapılar, 1882’de Konstandinos Zappas isimli bir hayırseverin bağışıyla inşaatına başlanan ve 9 Temmuz 1885 günü açılışı yapılan, Mimar İannis İoannidis’in inşa ettiği Zappion Kız Lisesi ve onun hemen yakın çevresindeki yeni yapılardır. Yapımına 1893’te başlanacak olan Esayan Ermeni Okulu henüz inşa edilmemiştir. Bu yapı yoğunluğunun arasından yapımına 13 Nisan 1867’de başlanan ve 14 Eylül 1880’de ibadete açılan Taksim Aya Triada / Ayia Trias Kilisesi’nin çan kulesi ile kubbesi seçilmektedir. Bu bölgede yükselen bir diğer yapı grubu bugünkü Sıraselviler Caddesi üzerindeki çok katlı apartmanlardır. Yükselen yapıların önünde, Serdar-ı Ekrem Sokağı hizasında tek şerefeli, kurşun külahlı, Mimar Sinan yapısı, 1542-1547 tarihli Çukurcuma Fenarizade Muhyiddin Mehmed Efendi Camii görülür. Sağ üstte, geride siluet çizgisinin üzerine taşan iki binadan öndeki, yapımına 1856’da başlanan Alman Hastanesi, gerideki ise 1 Aralık 1887’de kullanıma açılan Alman Büyükelçilik binasıdır. Alman Hastanesi’nin hemen solunda, 18. yüzyılda Sirkecibaşı Mustafa Ağa ile Hadice Hatun tarafından yaptırılan Sirkecibaşı Mescidi’nin tek şerefeli minaresi seçilmektedir. Bu yapıların arasından ise Kanuni Sultan Süleyman (H. 1520-1566) dönemi vezirlerinden Ayas Paşa’nın vakfettiği arazi üzerine kurulan ve bir dönem Taksim’den Dolmabahçe’ye kadar büyük bir alanı kaplayan Ayaspaşa Mezarlığı’nın servi ağaçları belli belirsiz görülür. Vakıflar İdaresi’nin 1933’te İstanbul Belediyesi’ne devrettiği mezarlık, kısa zaman içinde yok olmuştur. Alman Hastanesi’nin sağ altında, yamaçta görülen, tek şerefeli, kurşun külahlı minare, Sultan II. Bayezid’in (H. 1481-1512) hazinedarı Firuz Ağa tarafından yaptırılan Firuz Ağa Mescidi’dir. Sağda, daha aşağıda görülen tek şerefeli, kurşun kaplı külahlı minare ise, bir süre sonra yıkılacak olan, Ali Ağa tarafından yaptırılmış Ekmekçibaşı Mescidi’dir.

Tophane’ye doğru inen yamacın üstünde yer alan dört katlı, büyük yapı İtalya Kralı II. Vittorio Emanuelle tarafından Giorgio Domenico ve Ercole Stampa isimli mimarlara ısmarlanan ve 12 Mayıs 1876’da açılışı yapılan İtalyan Hastanesi’dir. Bu yapının hemen sağında görülen tek şerefeli uzun minare ise Mimar Sinan yapısı Defterdar Ebülfazl Mehmed Efendi Camii’ni işaret eder. Daha gerideki yamacın ucunda Mimar Sinan’ın 1559-1560’ta yaptığı, daha sonra pek çok onarım geçiren ve 1307 (M 1889-1890) tarihli kitabesine göre Sultan II. Abdülhamid’in (H. 1876-1909) yeniden yaptırdığı tek minareli Şehzade Cihangir Camii görülmektedir. Daha sonra bilinmeyen bir tarihte bu yapıya ikinci minare ilave edilecektir. İki cami arasındaki taş topuzlu küçük minare ise 16. yüzyılda zaviye olarak yapılan Akarca (İlyas Çelebi) Mescidi’ni işaret eder.

Aşağıda sahilde ikişer şerefeli ince uzun minareleri ve yüksekçe tek Kubbesiyle Sultan II. Mahmud’un (H. 1808-1839) inşa ettirdiği, adı “Allah’ın yardımının ürünü” anlamını taşıyan Nusretiye Camii görülmektedir. 31 Temmuz 1871’de hizmete açılan Azapkapı-Ortaköy tramvay hattı nedeniyle Nusretiye Camii’nin giriş avlusu yola terk edilmiştir. Caminin sağ yanında 1853’te açılışı yapılan iki katlı Tophane Kasrı yer almaktadır. İngiliz asıllı Mimar William James Smith’in inşa ettiği bu yapı, günümüzde yoğun ağaçlar arkasında gizli olsa da varlığını sürdürmektedir. Caminin hemen arkasında, deniz kıyısında yer alan Top Arabaları Fabrikası’nı İngiliz asıllı mühendis Frederick Taylor 1840’larda inşa etmiştir.

Tophane Meydanı’nda bir dizi top arabası görülür; onların gerisinde ise yüksek bayrak direğiyle Tophane Sancak Kulesi yer alır. Solda bir grup servi ağacı Karabaş Tekkesi haziresini işaret eder. Hemen solundaki, tek şerefeli, kurşun külahlı minare ise 16. yüzyılın ilk çeyreğinde Bâbüssâde Ağası Karabaş Mustafa b. Korkut tarafından inşa ettirilen Karabaş Tekkesi Mescidi’dir. Buradaki hazire ve Karabaş Hamamı 1958 tarihli istimlakler sonucu yıkılacaktır. Karabaş Tekkesi’nin gerisinde, yamacın üzerinde ilk kuruluşu Fatih Sultan Mehmed (H. 1451-1481) dönemine uzanan Tophâne-i Âmire binası yer almaktadır. Tophâne-i Âmire binasının önünde, 1864’teki büyük Tophane yangını sonrası inşa edilen Tophane Müşirliği binasının üst katını görmekteyiz. Bu binanın devamında yer alan Sanayi Kışlası ve onun içinden yükselen tek katlı, kurşun külahlı, ince minare Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilen ve 1958’de yıkılan Tophane Ocağı Mescidi’ne aittir.

Tophane tesislerinin önünde, 1580’de tamamlanan, Mimar Sinan yapısı Kılıç Ali Paşa Külliyesi yer almaktadır. Döneminde deniz doldurularak yapılan bu yapılar topluluğu, cami, hamam, medrese, hünkâr dairesi, çeşme, sebil, türbe ve hazireden meydana gelmektedir. Burada dikkatimizi çeken bir nokta, Kılıç Ali Paşa Camii’nin minaresinin taş topuzlu oluşudur; bir süre sonra bu görünüm değişecek ve aslına uygun olarak minare kurşun külah ile bitirilecektir. Sağa doğru yoğun yapılar içinde belli belirsiz Sultan Bayezid Mescidi’nin taş topuzlu küçük minaresi görülmektedir. Sultan II. Bayezid döneminde inşa edilen ve günümüzde Necati Bey Caddesi’nde yer alan bu yapı, Galata surları içindeki en eski mescitlerden biridir. Bu mescidin hemen karşısında, panoramada pek belli olmamakla birlikte, Fatih döneminden kalma, Kapıiçi veya Tophane Kapısı Hamamı olarak bilinen bir de hamam vardır. Açıkta demirlemiş gemilerin soldan üçüncüsünün burun hizasında, yoğun yapılar arasından Galata Panayia Kafatiani Kilisesi’nin çan kulesi seçilmektedir. Kefeli Rumlarca 1475’te inşa edildiği bilinen bu kilise, 1840’da temelinden yenilenir. Sol ön plandaki tek şerefeli, kurşun külahlı minare Hoca Ali Hendek Mescidi’ne aittir. Sağa doğru ise yenilenen cephesi ile Surp Krikor Lusavoriç (Aydınlatıcı) Ermeni Kilisesi yer almaktadır. Bu kilise 1958 istimlakleri sırasında yolda kaldığı için yıkılacak ve genişletilen Kemeraltı Caddesi üzerinde farklı bir üslupla Mimar Bedros Zabyan tarafından yeniden yapılacaktır.

Ön planda yer alan ve üzerinde burç benzeri, iki katlı bir seyir kulesini andırır eski çan kulesinin bulunduğu yapı, 1427 tarihli Saint Benoit Kilisesi ve Manastırı’dır. Onun hemen solundaki açık renkli, çatı katı sol cephesinden geriye çekilmiş yapı ise 1839’dan sonra genişletilen Saint Benoit Fransız Lisesi’dir. Saint Benoit Kilisesi’nin sağında, çatısında yarım yuvarlak bir çıkıntı ile 13 Ocak 1834’te ibadete açılan Surp Pirgiç Ermeni Katolik Kilisesi yer almaktadır. Sağa doğru, deniz kıyısına yakın bir bölgede tek şerefeli, kurşun külahlı, ince uzun minaresi ve yüksekçe kubbesiyle 17. yüzyıl ortalarında inşa edilen Kemankeş Mustafa Paşa Camii, onun hemen gerisinde ise daha önceleri kilise iken 1735-1756 arasında camiye dönüştürülen, taş topuzlu minaresinin farklı şerefe yapısıyla dikkati çeken Yeraltı (Kurşunlu Mahzen) seçilmektedir. Yeraltı Camii’nin minaresinin sağındaki, avlulu, köşesinde bayrak dalgalanan bina Karantina Binası’dır. Bu bölümde yoğun yapılar arasından görülen kurşun kaplı büyük kubbe, bir çifte hamam olan Bektaş Efendi / Karaköy Hamamı’nın halvet kubbesidir. Günümüzde Yapı Kredi Bankası ile Halk Bankası’nın Karaköy şubelerinin bulunduğu bu yapı 20. yüzyıl başlarında yıkılmış, Levanten Mimar Giulio Mongeri aynı yerde bugünkü Karaköy Palas binasını yapmıştır.

Yapımına 1892 Nisan’ında başlanan Galata Rıhtımı 1899’da tamamlanır. Kemankeş Mustafa Paşa Camii hizasında, deniz kenarında görülen büyük makine buradaki bir ön çalışmaya işaret etmektedir. Açıkta demirlemiş gemiler, Karantina binasının sağına doğru yoğunlaşan daha küçük tekneler limanın henüz faaliyete geçmediğini ve teknelerin kıyıya bağlanamadığını göstermektedir. Daha sağa doğru 1877’de açılışı yapılan üçüncü Galata Köprüsü yer alır. 480 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğindeki bu köprü 1912’ye kadar kullanılacaktır. İnşası sırasında üzerindeki iskelelerin yapımı unutulan köprüye daha sonra eski köprünün ahşap malzemeleri kullanılarak iskeleler eklenmişse de yolcu bekleme yerleri barakalardan ibaret kalmıştır. Birbiri ardına takılı vagonları andıran eğrisel çatılı yapılar, bu barakaları işaret eder. Orta bölümünde karşılıklı deniz geçişini sağlamak üzere yapılmış yuvarlak kemerli iki göz bulunan köprünün Karaköy tarafına Kadıköy ve devamındaki Anadolu sahili yerleşmeleri ile Adalar-Yalova ve Yeşilköy’e sefer yapan İdare-i Mahsusa, Eminönü tarafına ise Boğaziçi ile Harem ve Salacak’a sefer yapan Şirket-i Hayriyye vapurları yanaşmaktadır. İskelenin Haliç yönünde, 1858’den itibaren sefer yapan Haliç Vapurları Şirketi’ne ait bir tekne görülür. Sonraki yıllarda buradaki iskele sayısı ikiye çıkarılacaktır. Köprünün Eminönü tarafında ise üzerlerinde birer ışıklık feneri bulunan iki deniz hamamı bulunmaktadır.

Ön planda kurşun kaplı kırma çatısı, tek şerefeli ince minaresi görülen yapı Sultan II. Mustafa’nın eşi Gülnûş Emetullah Sultan adına yaptırılan 1109 (M 1697-1698) tarihli Galata Yeni Cami’dir. Fransiskenlerin Saint François isimli Galata’daki kiliseleri 1696’da geçirdiği büyük bir yangın sonucu yanar.

Bir süre sonra Galata sakinleri, kilise ile onu tamamlayan manastırın yanmasının ardından keşişlerin manastırın yerine taverna açtıklarını ve burada şarap satmakta olduklarını söyleyerek Bâbıâli’ye şikâyet ederler. Bunun üzerine Bâbıâli kilise ve manastırın arsasına el koyar. Ocak 1697’de görmekte olduğumuz caminin yapımına başlanır. Zaman içinde harap olan bu yapı yıktırılarak yerine günümüzün Hırdavatçılar Çarşısı yapılacaktır. Bu caminin alt solunda yer alan ve çatısında kubbeli bir fener bulunan bina ise eski İngiliz Bahriye Hastanesi’dir. Bu yapı da daha sonra yıkılacak, yerine 1904’te hizmete giren bugünkü yapı yapılacaktır. 1924’te Kızılay’a devredilen bu tesis, bir dönem Kuduz Hastanesi, daha sonra Beyoğlu Belediye Hastanesi olarak hizmet verdikten sonra 1983’ten itibaren Beyoğlu Devlet Hastanesi olarak kullanılmaktadır. Yeni Cami’nin minaresinin sağına doğru, denize yakın bir bölgede Rüstem Paşa adına Mimar Sinan’ın 1544-1550 arasında inşa ettiği Rüstem Paşa Kervansarayı’nın (Kurşunlu Han) çatı tonozları belli belirsiz seçilmektedir. Sağa doğru, kurşun örtülü dokuz kubbeli yapısı ile bazı kaynaklarda Fatih dönemine ait olduğu ileri sürülen, ancak ilk olarak 993 (M 1585) tarihli Ayasofya Vakfı’na ait bir kayıtta adı geçen Galata Bedesteni görülmektedir. Bu bölgede dikkatlice bakıldığında deniz kıyısında yer alan üç mescidin minareleri seçilmektedir.

Galata Bedesteni’nin soluna doğru, yoğun teknelerin önünde, kurşun kaplı farklı şerefe yapısıyla dikkati çeken, 16. yüzyılın ilk çeyreğinde Makbul (sonra Maktul) İbrahim Paşa’nın fevkani olarak yaptırdığı Eski Yağ Kapanı Camii, onun sağına doğru, taş topuzlu minaresiyle Kemankeş Mustafa Paşa’nın yaptırdığı Yelkenci Hanı Mescidi görülmektedir. Daha sağa doğru yer alan yapı ise, Nişancı Mehmed Paşa’nın 15. yüzyılın sonlarına doğru yaptırdığı Nişancı Mescidi’dir. Her üç mescidin de sur dışında, Yağ Kapanı Kapısı ile Kürkçü Kapı arasında birbirine oldukça yakın bir bölgede bulunduklarını göz önüne aldığımızda bu yapıların bölge sakinlerinden ziyade bu bölümde yoğun bulunan gemici ve kayıkçı gibi deniz çalışanları için yaptırıldığını söylemek gerekir.

Bölgenin hiç şüphesiz en önemli ve belirgin yapısı, kare planlı gövdesi ve şerefesi, kurşun kaplı yüksek külahıyla hemen göze çarpan ve esas yapısı yoğun ağaçlar arkasına gizlenmiş olan Arap Camii’dir. Muhtemelen Roma dönemine ait Aya İrini Kilisesi’nin bulunduğu alana, 13. yüzyılın ilk yarısında, Latin egemenliği döneminde yaptırılan Saint Paul Kilisesi yerine 1325 dolaylarında bir Dominiken Manastırı inşa edilir. Bu dönemlerde Mesa Dominico adıyla anılan yapı 1475-1478 arasında camiye çevrilir. 15. yüzyılın sonlarına doğru söz konusu cami İspanya’dan kovulan Müslümanlara tahsis edildiği için daha sonraki dönemlerde Arap Camii adıyla anılır.

Sağa doğru kıyıda birçok tekne durmaktadır; bunlardan oldukça büyük, üç direkli bir tekne yanlamasına bağlanmış olup muhtemelen tamir edilmek üzere kıyıya doğru yatırılmıştır. Sağa doğru Azapkapı ile Unkapanı arasında bağlantı sağlayan, demir dubalar üstüne inşa edilmiş ve orta bölümü kısmen çökmüş Unkapanı Köprüsü görülmektedir. Haliç üzerine yapılan ilk köprü 3 Eylül 1836’da ulaşıma açılan Hayratiye Köprüsü’dür. Daha sonra büyük ölçüde tamir edilen köprüye Mahmudiye adı verilir. Eskiyen ve yoğun bakım isteyen bu köprünün yerine, bu panoramada gördüğümüz, İngiliz Wells and Taylor firması tarafından Eylül 1872’de açılan ve 1912’ye kadar kullanılan köprü yapılır. Uzunluğu 504, genişliği 18 metre olan köprünün ortasında iki parçadan oluşan 30 metre açıklığında bir kapı ve onun iki yanında mavnaların geçmesi için 12 metre genişliğinde ve 5 metre yüksekliğinde iki geçit bulunmaktadır. Muhtemelen geçitte yer alan dubaların çürüyerek su alması nedeniyle orta bölümü kısmen çöken köprünün Haliç’teki tekne trafiğini büyük ölçüde aksattığı görülmektedir.

Köprünün sağ başında, tek şerefeli, kurşun kaplı uzun minaresi ile bir Mimar Sinan yapısı olan 985 (M 1577-1578) tarihli Azapkapı Sokollu Mehmed Paşa Camii yer almaktadır. Onun sol tarafına doğru, yoğun yapılar arasında kurşun kaplı küçük külahı ile Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’nin 16. yüzyılın ilk çeyreğinde Galata surları içindeki Çeşme Meydanı diye bilinen bu bölgede inşa ettirilen Alaca Mescit kendini göstermektedir. Sağa doğru, açıkta demirlemiş savaş gemisinin kıç hizasında ise yine Galata surları içinde yer alan bir diğer mescit, kurşun külahlı güdük minaresiyle Yolcuzade / Ömer Efendi Mescidi görülmektedir. 1965 kayıtlarına göre bu mescit tamamen yıkılmıştır. Galata surları içinde yer almakta olan üçüncü mescit, minaresinin bize doğru aynı hizada yer alan şerefesi ve kurşun kaplı uzun külahıyla Okçu Musa Mescidi’dir. Bazı kaynaklarda Fatih devrinde yapıldığı ileri sürülen bu mescidi 17. yüzyılda Okçu Selanikli Musa adlı bir usta okçunun yaptırdığı bilinmektedir. Bölgedeki diğer bir mescit ise daha sağda, Bahriye Nezareti’nin soluna doğru taş topuzlu minaresi görülen, Hüsameddin Efendi’nin 16. yüzyılın sonlarına doğru yaptırdığı Emekyemez Mescidi’dir.

Geride, deniz kıyısına doğru uzanmakta olan yoğun ağaçlık bölgenin soluna doğru, Bahriye Nezareti binasının küçük bir bölümü seçilmektedir. Daha önceleri Kaptan Paşa Divanhanesi’nin bulunduğu alanda yapılan bu yapı, aynı zamanda yeni bir dönemin habercisidir. Donanmada yapılan düzenlemeler sonrası ilk defa kurulan Bahriye Nezareti’nin binası olarak 1865’te yapımına başlanmış, 1869’da hizmete açılmıştır. Yakın zamana kadar Kuzey Deniz Saha Komutanlığı karargâh binası olarak kullanılan yapıda bugün restorasyon çalışmaları sürmektedir.

Bahriye Nezareti binasının hizasından başlayarak fotoğrafın sağına doğru tamamı servi ağaçlarından oluşan büyük alan, döneminde “Küçük Mezarlık” adıyla anılan Müslüman mezarlığıdır. Yüzyılı aşkın bir süre sonra mezarlık alanının bir bölümü yolda, diğer bölümleri ise yoğun yapılaşma altında kalacak, bu mezarlıktan günümüze tek tük ağaç dışında hiçbir iz kalmayacaktır. Sağa doğru bu mezarlığa doğru uzanan genişçe sokak günümüzün Büyük Hendek Caddesi’dir. Caddenin ilerisinde daha sonraki bir tarihte Şişhane Meydanı oluşacaktır. Büyük Hendek Caddesi’nin sağında, yoğun yapılar arasından Şehsuvar Mescidi’nin kurşun külahlı küçük minaresi görülmektedir. Fatih dönemi denizcilerinden Şehsuvar Mehmed Bey tarafından 15. yüzyıl sonlarına doğru yaptırılan bu mescit 1954’te tümüyle yenilenecektir. Daha sağda bugünkü Şair Ziya Paşa Caddesi’nden cephe alan yüksek kâgir yapılar görülmektedir. En üstte ise Tünel’in tuğla bacası panoramayı tamamlar.

Bu bölümün arka planını Kasımpaşa iskânı oluşturmaktadır. Solda Haliç kıyısında Hasköy’e doğru uzanan Camialtı ve devamında Taşkızak tersaneleri yer alır. Osmanlı donanmasına ait bazı gemilerin açıkta demirlemiş, bazı teknelerin ise her iki tersanenin rıhtımına kıçtan kara yanaşmış olduğu görülür. Bu bölümde kıyıdan başlayıp yamaca doğru uzanan servi ağaçları Zindanarkası Mezarlığı’nı, küçük bir aralıktan sonra görülen ağaçlar ise Kulaksız Mezarlığı’nı işaret etmektedir. Kasımpaşa iskânı içinde, Bahriye Nezareti arkasında ince uzun minaresi seçilen ve Kışla Camii adıyla da tanınan, alt katında kaptanlara ait odaların bulunduğu, Sultan III. Ahmed (H. 1703-1730) dönemi sadrazamlarından Ali Paşa’nın yaptırdığı Çorlulu Ali Paşa Camii seçilmektedir. Onun hemen üst yanında iki katlı kulesiyle belirgin, 1838’de daha önce Cezayirli Hasan Paşa’nın konağının bulunduğu alana yapılan Bahriye Merkez Hastanesi görülmektedir. Kasımpaşa’da vadiden Kulaksız Mezarlığı’na doğru yamaç boyunca yoğun bir yapılaşma vardır. Hemen hiçbir ağacın görülmediği bu yoğun iskân günümüzde de aynı şekilde, ancak ahşap yapıların yerine betonarme apartmanlarla devam etmektedir. Küçük mezarlığın yoğun servi ağaçlarının gerisinde, vadi içinde, kubbesi ve her iki yanında yer alıp ince kolonlarla taşınan sakıflı minaresiyle Kasımpaşa Cami-i Kebir’i seçilmektedir. Bu yapı ilk kez 940 (M 1533-1534) tarihinde Kanuni Sultan Süleyman dönemi vezirlerinden Güzelce Kasım Paşa tarafından mescit olarak yaptırılmıştır. Daha sonra camiye çevrilen yapı 1861’de yandığı için Sultan Abdülaziz (H. 1861-1876) 1865’te bugünkü şekliyle yeniden yaptırmıştır. Bu fotoğrafta görülen minareleri sonraki bir tarihte değiştirilerek yenilenecektir. Son onarım sırasında yeniden buradaki görünüşüne kavuşacaktır. Kasımpaşa iskânı içinde varlıklarını günümüzde de devam ettiren birçok mescit yer almaktadır.

Panoramanın sol orta bölümünün arka planında Anadolu sahili yer alır. Çengelköy’den Fener Bahçesi’ne kadar uzanan bu bölümdeki en belirgin görünüm Üsküdar iskânına aittir. Sola doğru Kuzguncuk yerleşmesinden itibaren netleşen görüntü içinde Mimar Sinan’ın inşa ettiği, cami, imaret, mektep, muvakkithane ve türbelerden oluşan Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi, çifte minaresi ve hemen solundaki çok kubbeli imaret binasıyla kendini belli etmektedir. Bu bölgede, sağa doğru iki minaresi görülen Sultan III. Ahmed’in (H. 1703-1730) annesi Gülnûş Emetullah Valide Sultan adına inşa ettirdiği 1708-1710 tarihli Yeni Valide Camii seçilmektedir. İki minareli bu caminin hemen sağında yer alan tek minareli cami 876 (M 1471-1472) tarihli Rum Mehmed Paşa Camii’dir. Bu iki caminin önünde, deniz kıyısında yer alan minare ise Mimar Sinan yapısı, 988 (M 1580-1581) tarihli Şemsi Ahmed Paşa Camii’ne aittir. Yukarıda Küçük Çamlıca ile Büyük Çamlıca tepelerinin arasındaki bölgenin önünde görülen ağaçlıklı alan Selamsız Mezarlığı’dır. Daha sağa doğru günümüzde pek hatırlanmasa da eskilerde Salacak adıyla anılan bölgede, yamacın ortalarına doğru tek kubbeli, minaresi yapının önünde kaldığı için pek seçilemeyen Sultan III. Mustafa (H. 1757-1774) döneminde Mimar Mehmed Tahir Ağa tarafından inşa edilen Ayazma Camii yer almaktadır. Bu bölgede görülmekte olan bir diğer yapı Kız Kulesi’dir. Hakkında pek çok efsane bulunan Kız Kulesi zaman içinde pek çok değişiklik geçirmiştir. Yıllarca savunma amaçlı askeri tesis olan bu adacık, zaman zaman da karantina amacıyla kullanılmıştır. İstanbul’un simgelerinden biri olan Kız Kulesi, konumu nedeniyle hemen her İstanbul manzarasında kendine yer bulur.

Üsküdar iskânı Harem’e doğru devam etmektedir. Bu bölgede yamaçlar sert bir açıyla sahile inmekte ve kıyıda herhangi bir yerleşim görülmemektedir. Çok daha sonraları 1950’lerde deniz doldurularak buraya günümüz Haydarpaşa Limanı inşa edilecektir. Üsküdar iskânının seyrekleştiği bölgede çifte minaresiyle Sultan III. Selim’in 1801-1805 arasında yaptırdığı Selimiye Camii seçilmektedir. Onun hemen sağında ise Selimiye Kışlası yer alır. Daha önce bu bölge Kavak adıyla anılmakta olup Kavak veya Üsküdar Sarayı denilen büyük bir saray kompleksine ev sahipliği yapmıştır. Sultan III. Ahmed döneminden itibaren bazı yapıları yıktırılan bu saray zamanla tamamen terk edilerek askeri amaçlarla kullanılmaya başlanır ve nihayetinde günümüz Selimiye Kışlası inşa edilir. Daha sağa doğru ise belli belirsiz Haydarpaşa ve Kadıköy iskânı, devamında denize doğru uzanan Moda Burnu, onun devamında ise Fenerbahçe Burnu ile Anadolu sahili görülmektedir. Geri planda yer alan siluet şeklindeki yükseltiler ise Adalar ve Yalova bölgesindeki tepeleri işaret etmektedir. Panoramanın dikkat çekici bir detayı, bir şehir efsanesi olarak o yıllarda İstanbul’un ağaçlarla kaplı olduğu düşünülen tepeleridir. Büyük ve Küçük Çamlıca tepeleri ile onların gerisinde birbiri üstüne binen tepelerin ağaçsız ve oldukça çıplak oldukları göze çarpmaktadır.

Galata Kulesi’nden görülen bir panoramanın en etkili bölümü hiç şüphesiz Suriçi bölgesidir. Sarayburnu’ndan başlayıp Eyüp sırtlarına kadar uzanan bu alan yüzyıllarca sanatçıların ve fotoğrafçıların ilgisini çekmiştir. Sarayburnu’ndan sağa doğru ilkin tek katlı, ince uzun yapısıyla Eski Erzak Ambarı binası, onun hemen sağında ise kıyıdan biraz geride tek katlı ikinci bir yapı yer almaktadır. Sağa doğru Sepetçiler Kasrı’nın solunda muhtemelen ahşap, tek katlı, kırma çatılı büyük bir bina vardır. Üst iki katının pencereleri görülen Sepetçiler Kasrı, kiremit kaplı kırma çatısıyla bugünkünden oldukça farklıdır; dikkatlice bakıldığında zemin kat kemerlerinden biri de seçilmektedir. Sağa doğru genişçe bir boşluktan sonra üst katının kemerli üç penceresi ile yüksekçe giriş katının kemerli açıklıkları görülen Yeni Yalı Köşkü yer alır. Geride askeriyenin kullandığı iki katlı sevkiyat depoları ve bir dönemin ünlü Gülhane Hastanesi’ne ait yapılar bulunuyor. Bu yapılar uzunca bir dönem Askeri Tıp Mektebi ve Hastanesi olarak kullanılacaktır. Aralarında yer alan tek şerefeli, kurşun külahlı ince uzun minare Sultan Abdülmecid’in (H. 1839-1861) yaptırdığı ve Tıbbiye / Mecidiye / Sahrayı Cedid veya Sarayiçi Camii isimleriyle de tanınan yapıyı işaret etmektedir. Yukarıda günümüz Gülhane Parkı’nı kaplayan ağaçların üstünde Topkapı Sarayı yer alır. Bağdat Köşkü’nden başlayan sarayın görüntüsünü, Aya İrini Kilisesi’ne kadar yer yer büyüyen ağaçlarla örtülse de, açık seçik izlemek mümkündür. Aynı noktadan günümüzde çekilen fotoğraflarda yapıların büyük bir çoğunluğu denetimsiz büyüyen ağaçlar nedeniyle görülmez durumdadır. Bu bölümde Aya İrini Kilisesi’nin sol altında 1472 yapım tarihli Çinili Köşk’ün bir bölümü seçilmektedir.

Bu bölgede siluet çizgisini aşan en görkemli yapı Ayasofya Camii’dir. İnşaatına yaklaşık Ocak 532 tarihinde başlanan yapı, altı yıla yakın bir inşa süreci sonrası 27 Aralık 537’de ibadete açılır. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sonrası (29 Mayıs 1453) camiye çevrilen yapının ilk minaresi Fatih döneminde, tuğladan inşa edilen ikinci minaresi Sultan II. Bayezid döneminde, diğer iki minaresi ise Sultan II. Selim döneminde inşa edilir. Ayasofya’nın hemen arkasında üst iki katı görülen büyük yapı ise Mimar Gaspare T. Fossati’nin yaptığı, inşaatı 1854’te biten, yüzyıla yakın bir zaman sonra 3 Aralık 1933’te yanan Darü’l-Fünûn’dur.

Ayasofya’nın hemen altında görülmeye başlayan ve deniz kıyısına doğru uzanan bir dizi burç Sur-ı Sultânî’nin sınırlarını belirler. Üst bölümde siluet çizgisi üzerinde yer alan ikinci yapı, Sultan I. Ahmed’in (H. 1603-1617) 1609’da başlattığı ve 1617 sonlarına doğru tamamlanan altı minareli Sultan Ahmed Camii’dir. Sultan Ahmed Camii’nin sol önüne doğru “Yüce Kapı” anlamına gelen ve açılışı 26 Mart 1844’te yapılan Bâbıâli binaları yer alır. Buradan aşağıya doğru, deniz kıyısına kadar uzanan bölge Hocapaşa ve Sirkeci yerleşmesi olup yoğun yapılardan oluşmaktadır. Eminönü ile Sirkeci arasında pek çok teknenin kıçtan kara yanaştığı gözlenmektedir. Bazı büyük gemilerin sahile yanaşamadığı, baş taraflarından demir atarak sahile yaklaştıkları anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde bu bölgede gemilerin yanaşabileceği bir rıhtım yoktur. 370 metre uzunluğundaki rıhtımın inşaatına 1894’te başlanır ve altı yıl içinde tamamlanarak 1900’de işletmeye alınır. Karaya yanaşan teknelerin sağında, ince uzun yapısıyla Sirkeci Tren İstasyonu yer almaktadır. Yapımına 11 Şubat 1888’de başlanan ve 3 Mayıs 1890 günü açılışı yapılan günümüz gar binası ise panoramada görülmez. Sirkeci ile Eminönü arasında büyük yapılar yoğundur; bu yapıların çoğu gümrük ve mal depolama amacıyla kullanılmaktadır. Bu yapı kalabalığı arasında yüksek kütlesi, tek şerefeli, kurşun külahlı ince uzun minaresiyle Sultan II. Abdülhamid’in Mimar Alexandre Vallaury’e yaptırttığı ve 1887’de tamamlanan Hidayet Camii kendini belli eder. Sirkeci’deki gar binasının görülmemesine karşılık Hidayet Camii’nin varlığı panoramanın çekim tarihi açısından kesin bir fikir vermekte, Polycarpe Joaillier’in bu çalışmayı 1888 başlarında yaptığını göstermektedir.

Panoramanın sağına doğru devam ettiğimizde Galata Köprüsü’nün Suriçi’ne ulaştığı noktada karmaşık yapı kalabalığı içinde Yeni Cami külliyesi yer alır. Doğrusu Yeni Valide Camii olması gerekirken zaman içinde Yeni Cami adıyla bilinir olur. Üçer şerefeli iki minaresi ve görkemli kubbelerden oluşan avlusuyla Sultan III. Murad’ın (H. 1574-1595) zevcesi, Sultan III. Mehmed’in (H. 1595-1603) annesi Safiye Sultan’ın Mimar Davud Ağa’ya başlattığı bu külliyenin yapımı elli yıl süren bir aradan sonra nihayet Sultan IV. Mehmed’in (H. 1648-1687) annesi Hadice Turhan Sultan tarafından bitirilir. Sebil, türbe ve Eminönü Meydanı’na hâkim bir noktada yapılan Kasr-ı Hümayun ile Mısır Çarşısı olarak bilinen bir çarşıdan oluşan külliyenin 1597’de başlayan yapımı ancak 1663’te tamamlanabilmiştir. Caminin hemen solunda kurşun kaplı kırma çatısıyla Kasr-ı Hümâyûn, sağında ise küçük bir yeşil alanı takiben camiye gelir getirmesi amacıyla Mimar Mustafa Ağa’nın inşa ettiği Mısır Çarşısı seçilmektedir.

Yeni Valide Camii’nin hemen gerisinde siluet çizgisini aşan, ikişer şerefeli iki minaresi görülen büyük kubbeli yapı ise Nuruosmaniye Camii’dir. Yapımına Sultan I. Mahmud (H. 1730-1754) döneminde, 1748’de başlanan cami padişahın vefatı üzerine 1755’te kardeşi Sultan III. Osman (H. 1754-1757) döneminde tamamlanır. Medrese, kütüphane, imaret, sebil, türbe, çeşme ve çeşitli dükkân ve hanlardan oluşan bu külliye İstanbul’da yapılan son büyük külliye olarak bilinir. Onun hemen sol arkasında ise tek şerefeli minaresiyle Sedefçiler Camii adıyla da anılan ve 1496’da inşa edilen Atik Ali Paşa Camii seçilmektedir. Caminin soluna doğru siluet çizgisini aşan ve muhtemelen üzerinde iskele kurulu olan Çemberlitaş yer alır. Konstantinopolis’in Roma İmparatorluğu’nun merkezi olarak yeniden düzenlenmesi sırasında İmparator I. Constantinus tarafından yaptırılan meydanın −Constantinus Forumu− ortasına dikilen erguvan renkli porfir taşından bu anıtın tepesinde Helios’un (Apollon) heykeli vardı. 418’de bazı taşların zarar görmesi üzerine demir çemberlerle takviye edilen anıt 1700 yıla yakın bir süredir şehri süslemeye devam etmektedir.

Nuruosmaniye Camii’nin sağına doğru, Mısır Çarşısı’nın gerisinde, yamacın ortalarında, yoğun yapılar arasında iki katlı, açık renk, uzun cephesiyle farklı bir görünüm arz eden yapı, Kürkçü Hanı’dır. Fatih Sultan Mehmed (H. 1451-1481) dönemi hanlarından günümüze ulaşan tek örnek olan bu yapıyı dönemin vezirlerinden Mahmud Paşa Mimar Atik Sinan’a yaptırmıştır; 128 x 68 metre boyutunda olup yaklaşık 8.700 metrekarelik bir alana oturmaktadır. Onun hemen sağ yanında ise yüksek istinat duvarları ile Büyük Valide Hanı görülmektedir. Sultan I. Ahmed’in zevcesi olan, Osmanlı hanedanı içinde önemli bir yere sahip Mahpeyker (Kösem) Valide Sultan’ın Üsküdar’daki Çinili Külliyesi’ne gelir temin etmek amacıyla 1623-1640 arasında yaptırdığı 98 x 168 metre boyutundaki bu üç avlulu yapı, 16.500 metrekarelik bir alanı kaplamaktadır. Aşağıda, deniz kıyısında Galata Köprüsü’nden Unkapanı’na doğru uzanan alanda 1985’den itibaren yıkımına başlanan eskinin Yemiş Çarşısı yer almaktadır.

Sur dışında gelişen bu bölge erken tarihlerden itibaren İstanbul’un en canlı ticaret bölgesidir. Taşımanın büyük ölçüde teknelerle yapıldığı dönemlerden, ilk köprünün 1836’da açılışına kadar burada birçok iskele yer almaktaydı; çeşitli gıda maddeleri burada depolanır, balık ve sebze hallerinden alınan bu mallar İstanbul’un köylerine deniz yoluyla dağıtılırdı. Buradaki yapı yoğunluğu içinde dikkatlice bakıldığında tek şerefeli, kurşun kaplı ince uzunca minaresiyle bir dönem Mimar Sinan’ın da tamir ettiği Ahi Çelebi (Kanlı Fırın) Camii görülecektir.

Yemiş Çarşısı’nın gerisinde, tek şerefeli, kurşun külahlı minaresiyle Rüstem Paşa Camii kendini belli eder. Yaklaşık 1561’de Mimar Sinan’ın inşa ettiği bu yapı fevkani tarzda olup çarşı içinde olması nedeniyle camiye gelir temini amacıyla alt katına dükkânlar yapılmıştır. Hemen sağında, ortası avlulu büyükçe bir yapı, Papazoğlu Hanı adıyla da anılan Çukur Han yer almaktadır. Rüstem Paşa Camii’nin sağına doğru yoğun iskân içinde görülen kubbe ise Fatih döneminde yapıldığı ileri sürülen Tahtakale Hamamı’na aittir. Bu bölgenin üstünde, soldan itibaren siluet çizgisini aşan bazı yapılar göze çarpar. İlk yapı tek şerefeli, kurşun külahlı iki minaresi görülen, 1501-1506 arasında yapıldığını bildiğimiz Sultan II. Bayezid Camii’dir. Bu caminin hemen önünde görülen tek şerefeli, kurşun külahlı minare ise Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılan ve 1869’da tümden yenilenen Âli Paşa Camii’ne (Ağa / Yakupağa Mescidi) işaret etmektedir. Âli Paşa Camii’nin hemen sağındaki açık renk boyalı, kırma çatılı büyük yapı ise 1865’te Agop ve Serkis Balyan kardeşler tarafından inşa edilen Âli Paşa Konağı, bir diğer adıyla Mercan Sarayı’dır. 23 Temmuz 1911’de meydana gelen Büyük Mercan Yangını sırasında yanan bu yapı uzun seneler viran kaldıktan sonra 1950’lerin başında tümüyle yıkılacaktır.

Bu bölgede görülen en önemli yapılar topluluğu hiç şüphesiz Eski Saray’dır. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını takiben Harbiye Nezareti (Seraskerlik) olarak kullanılmaya başlanan alandaki tüm yapılar yeniden inşa edilmiştir. Panoramanın çekildiği tarihte Harbiye Nezareti olarak kullanılan bu yapıları 1864-1866 arasında Fransız Mimar Bourgeois inşa etmiştir. 1923’ten sonra Harbiye Nezareti’nin Ankara’ya taşınmasını takiben Darü’l-Fünûn bu yapılara taşınacak, 1933 Üniversite Reformu sonrasında da İstanbul Üniversitesi’ne tahsis edilecektir. Harbiye Nezareti bahçesi içinden yükselen Beyazıt Yangın Kulesi ise İstanbul’un simgelerinden biridir. İlk kez 1749’da bu alana ahşap bir yangın kulesi inşa edilir. 1826’da Yeniçeriliğin kaldırılması sırasında Tulumbacı Ocağı da kaldırıldığından kule yıkılır. 1828’de Sultan II. Mahmud’un emri üzerine Senekerim Balyan Kalfa görmekte olduğumuz 85 metre yüksekliğindeki bu kuleyi inşa eder.

Sağa doğru, bu açıdan hiç şüphesiz en görkemli görüntü Süleymaniye Külliyesi’ne aittir. İkisi iki, diğer ikisi üçer şerefeli dört minaresi, yoğun iskân içinden yükselen kütlesi ve çevresini saran külliye yapıları ile büyük bir alanı kaplamaktadır. Mimar Sinan’ın 1550’de başlattığı, yedi yılda bitirilen ve Kanuni Sultan Süleyman adına yapılan bu yapı, çevresini saran dört medrese, tıp medresesi, bimarhane, darüzziyafe, tabhane, darülhadis, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan Türbeleri ve hamamı ile İstanbul’daki en büyük külliyeyi oluşturmaktadır. Süleymaniye Külliyesi’nin sağındaki yüksek kubbeli yapı 1548’de açılışı yapılan, Mimar Sinan’ın inşa ettiği Şehzade Mehmed Camii’dir. Yapının minarelerinin görünmemesinin nedeni muhtemelen panoramada yapılan rötuş çalışması sırasında yok olmaları veya caminin bu dönemde onarımdan geçiyor olmasıdır. Gerek Süleymaniye semtinde, gerekse Valens Kemeri’ne (Bozdoğan) doğru yer alan Vefa mahallesinin üst kotlarında büyük konaklar yer almaktadır. Sağa doğru panoramanın üst kısmında uzun bir çizgi halinde Valens Kemeri’ni izleyebiliyoruz. Roma İmparatoru Valens (H. 364-378) döneminde inşa edilen bu kemer, uzun bir süre şehre su temininde kullanılmış, fetihten sonra da Fatih suyollarına dahil edilmiştir. Ortalama 28-29 metre, en yüksek noktası deniz seviyesinden 63,5 metre olan kemer 971 metre uzunluğundadır.

Aşağıda deniz kıyısında özellikle Küçükpazar iskânı önünde kıçtan kara bağlı birçok ahşap tekne görülüyor. Bu semt genelde Karadeniz şehirlerinden İstanbul’a göçen ailelerin ve bekâr denizcilerin yerleştikleri bir bölgedir. Buradan Unkapanı’na doğru kıyının biraz gerisinde yer alan un fabrikalarının uzun bacaları görülmektedir. Sağdaki bacanın üstünde, yamacın ortalarına doğru yer alan, açık renk kubbeli yapı ise Pantokrator Manastırı Kilisesi iken fetihten sonra kısa bir dönem medrese olarak kullanılıp sonra camiye çevrilen Zeyrek / Kilise Camii’dir. Kilise Camii’nin sağ üstünde, ikişer şerefeli, taş topuzlu iki minaresiyle Fatih Külliyesi yer almaktadır. İstanbul’un fethi sonrası 1467’de inşaatına başlanan külliye 1470’te tamamlanır. 1766’da şiddetli bir deprem sonucu zarar gören camiyi Sultan III. Mustafa (H. 1757-1774) temellerine kadar söktürür, Mimar Mehmet Tahir Ağa da 1769-1771 arasında yeniden inşa eder. Daha sağa doğru, Çarşamba adıyla anılan bölgede, çevresini saran çoğunluğu ahşap mütevazı yapılar arasından yükselen dört katlı, açık renk boyalı bina, inşaatına 14 Ağustos 1868’de başlanan ve 28 Haziran 1873’te açılışı yapılan Darü’ş-Şafaka’dır. Onun sağında, yamacın ucuna doğru görülen birer şerefeli, kurşun külahlı minareleriyle belirgin yapı ise Sultan Selim Camii’dir. 1522’de Mimar Acem Ali eliyle yapıldığı kabul gören bu yapı Haliç’in içlerine doğru inşa edilen son külliye olma vasfını taşır. Sultan Selim Camii’nin alt yanında, Aya Kapı olarak bilinen bölgede, kıyıya oldukça yakın bir konumda ise tek minareli, küçük kubbeli Gül Camii yer almaktadır. Daha önceleri Aya Eufemia Kilisesi adını taşıyan bu yapı 13. yüzyıl sonlarına doğru Aya Theodosia ismiyle anılır, Sultan II. Selim (H. 1566-1574) döneminde camiye dönüştürülür. En geride siluet çizgisini aşan belli belirsiz yapısıyla 1562-1565 arasında Mimar Sinan’ın inşa ettiği Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii görülmektedir; tıpkı Şehzade Mehmed Camii gibi onun da minaresi fotoğrafta yer almaz.

Galata iskânından başlayan, Anadolu yakası ve Suriçi yerleşmesiyle devam eden panoramada yeniden sahil boyuna döndüğümüzde Unkapanı Köprüsü’nün ilerisinde, büyük ebatlı yapılarıyla Cibali Sigara Fabrikası görülmektedir. Tütün tekeli ilk olarak 1872’de Yorgos Zarifis ve Hristakis Zoğrafos’a ihale edilir. Kısa süre sonra 1880’de Düyûn-ı Umumiye İdaresi bu tekeli devralır. 1884’te açılışı yapılan fabrikanın yapımını aynı idare üstlenir.

Panoramanın son yapısı Haliç’in sonuna doğru kıyıya yakın bir alanda görülen, 1551’de Mimar Sinan’ın inşa ettiği kubbeli Zal Mahmud Paşa Camii’dir. Daha ileride vadi aralığında yer alan, kubbesi güneş ışığıyla parıldayan yapı ise 1798’de, Sultan III. Selim (H. 1789-1807) döneminde minareleri hariç gövdesi temeline kadar yenilenen iki minareli Eyüp Sultan Camii’dir...

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN