Aptallık Duvarı...
APTALLIK DUVARI
Milliyet Gazetesi, 19 Kasım 2023, s. 7.
Takeşi Yōrō, 1937 yılında Kamakura’da dünyaya gelir. Tokyo Üniversitesi Tıp Fakültesinde doktorasını tamamladıktan sonra aynı üniversitede hocalık yapar. Tokyo Üniversitesi Genel Araştırma Müzesi başkanlığı, Tokyo Üniversitesi Yayınları Kurulu başkanlığı gibi çok sayıda görevde bulunur. 2003 yılında yayımladığı “Aptallık Duvarı” isimli kitabı yılın en çok satılan kitabı olur ve “Mainichi Kütür Ödülü”ne lâyık görülür.
Matematik
“Matematik kadar anlayıp anlamadığımızın kesin belli olduğu bir bilim yoktur. Anlayan anlar, anlamayan da anlamaz. Anlayan da belirli bir yere kadar ilerleyince anlamaz olur. Tabii ki bir ömür harcarsa belki anlayabilir, ancak hayat kısadır. Bu yüzden bir noktada artık anlama çabasından vazgeçer insan. Tabii böyle yapmayanlar uzman matematikçi olacaklardır. Ancak, o hâlde bile, matematiğin her şeyini anlayacak değiller. Böyle düşününce, herkes ‘aptallık duvarı’ ifadesini anlayacaktır gibime geliyor.” (s. 16)
Büyük yalan
“Aptallık Duvarı” isimli kitap, sekiz bölümden oluşmakta, her bölüm kendi içinde alt bölümlere ayrılmış. İlk bölüm, “Büyük Yalan: Anlatırsak Anlayacak” başlığını taşıyor. Takeşi Yōrō bu bölümde “Anlatmanın yeterli olmadığını” bir örnek vererek açıklamakta. Kız ve erkek öğrencilerin birlikte katıldığı dersinde, bir çiftin hamilelikten bebekleri doğana kadar yaşadıkları süreci ayrıntılarıyla gösteren film izletir. Sonrasında öğrencilerinden bu film hakkındaki izlenimlerini yazmalarını ister. Sonuç çok ilginçtir. Kız öğrenciler; “Çok eğiticiydi. Yeni birçok şeyler öğrendim.” yazarak memnuniyetlerini belirtirken, erkek öğrenciler; “Bunların hepsi zaten sağlık bilgisi derslerinde daha önce öğrendiğimiz şeyler.” yazarlar. Aynı şeyi seyretmelerine rağmen birbirlerinin zıttı denebilecek tepki göstermişlerdir. Çünkü erkekler “Doğurma”nın kendilerini ilgilendiren bir gerçeklik olduğunu anlamak istemiyorlar. Öğrenmek istemedikleri konular hakkında kendilerine verilen bilgiyi kabul etmiyorlar. Burada katı bir duvar var. Bu da bir tür “Aptallık duvarı.” Gerçekte insanların bazı konularda hiçbir şey bilmemelerine rağmen “Biliyorum” kanısında olmaları ürkütücü bir şey.
Japonya
Japonya’da bir şeyi “Anlıyor olmak” ile ıvır zıvır birçok konuda bilgi sahibi olmanın ayrı şeyler olduğunu bilmeyen nerede ise yok denecek kadar az. “Bugün, kendisinin bir şeyi o kadar da bilmiyor olabileceğinden kuşkulanan insanlar gitgide azalmış durumda. Herkes gelişigüzel ‘kendilerinin bu dünyada olup bitenler hakkında hemen hemen her şeyi bildiklerini’ ya da ‘bilmek isterlerse öğrenebileceklerini’ düşünüyorlar. (s. 29)
Gerçekte bu korkulacak bir durum, bir insanın neyi bilip neyi bilmediğinin farkında olmaması büyük handikap, çünkü bu insanların bazıları yönetici pozisyonunda. Verdikleri kararların yeterli bilgi birikimi sonucu olduğundan şüphe duymuyor, bu konuda uzmanlara danışmaya gerek görmüyorlar. Bazıları ise danıştıkları uzmanların ne anlattığının farkında bile değil. Çoğu kez “Aptallık duvarı”nı aşmak mümkün olmuyor. Bu cehalet kısa süre sonra “Ben ne yaparsam doğrudur!” gibi bir egonun yükselmesine, aşılmaz bir duvar oluşmasına yol açıyor. Eğitim seviyesinin ülkemize nazaran çok daha yüksek olduğu Japonya gibi bir ülkede şikâyet konusu edilen “Aptallık duvarı” boyutunun ülkemizde ne mertebelerde olduğunu düşünmek bile istemiyorum.
“Özellikle bürokrasi, bir kez bir konuda karar verdi mi, artık inatla kararında ısrar etme özelliğine sahiptir. O yüzden ‘bilimsel varsayımı’ kolayca doğru doğru kabul edivermeleri korkunç bence. ‘Bilimsel doğru’ ile ‘bilimsel varsayım’ başka şeylerdir.” (s. 36)
Japonya gibi eğitim ve bilimsel ilerleme açısından dünyanın önde gelen bir ülkesindeki bürokrasinin bu inadı dikkate alındığında, eğitim seviyesi daha düşük ülkelerdeki bürokrasinin boyutu insanı korkutacak düzeyde olmalı. Bu inat bizim ülkemizde çok daha büyük boyutlarda! Bırakın bürokrasiyi toplumun hemen her kesimi bilimsel varsayımı veya her tür açıklamayı “Bilimsel doğru” kabul ederek hayatını bu gerçek dışı kabule göre oluşturmaya çalışıyor.
“Her şey olasılık sorunudur neticede. ‘Artık güvenecek şey kalmadı’ diye dertlenmenize gerek yok. Böyle kararsızlık durumları tarikatlara yönelmeye sebep oluyor.” (s. 36)
Japonya gibi binlerce tanrının olduğu bir inançta bile insanlar giderek “Artık güvenecek şey kalmadı!” diye düşünmeye başladıklarında tarikatlara yönelmekte, kurtuluşu ve dingin yaşamı orada bulmaya çalışmaktadırlar. Tarikata katılmak bir kurtuluş yoludur, artık bundan böyle siz çok az şey düşünmek zorundasınızdır. Çünkü bir başkası veya başkaları sizin adınıza düşünmektedirler ve sizin düşünmenize tahammül edemezler.
Nasıl bir dünya bizi bekliyor? Bir dönem “Artık güvenecek bir şey kalmadı!” diye düşünen insanların; Nazi, Faşist ve Komünist partileri tercih ettiklerini bu tercihin giderek isterik bir bağlılık oluşturduğunu, “Duymadım, görmedim, söylemedim” benzeri üç maymunu oynadıklarını yaşadık. Siyasi inançların oluşturduğu bu durum, çok sayıda ülke için büyük bir yıkım oldu. Pek çok insan hayatını kaybetti, şehirler yok oldu. Hatta meydana getirdiği yıkım ve yok edişin büyüklüğü karşısında bir daha kullanılmayan “Atom Bombası” gibi bir bombanın icadına yol açtı.
“Kolayca ‘anladım’, ‘konuşursam anlayacaktır’, ‘mutlak doğru vardır’ diye düşünen bir tavır, insanı tek boyutlu düşünce düzeyine düşürür. Tek boyutlu, monist düşünceye kapılırsak, yıkılmaz duvarlar arasında yaşamaya başlarız. İlk bakışta bu rahat bir ortamdır. Ancak duvarın ötesini, kendimizden farklı konumda olanları görmez oluruz. Doğal olarak artık konuşarak anlaşmak da olanaksız olacaktır.” (s. 179)
Çoğu yazımda gerek açıkça gerekse üstü kapalı bir şekilde anlatmaya çalıştığım, insanın kendini duvarlar arkasında korumaya aldığı durumlar aynı zamanda kendini hapsetmesi anlamına da gelir. Mahkûmiyetin her türü, gönüllü de olsa bir süre sonra tahammül edilmez hâle gelir. Başkalarının sizi hapsettiği durumlarda bir kurtulma ümidiniz vardır ama insan kendini hapsettiği durumlarda kendinden başka kurtarıcının olmadığını anlaması çok zordur. Bu nedenle bazı insanların kendilerini sonsuza kadar kurtulamayacakları bir hapse mahkûm etmelerinin korkunç sonuçları olduğunu düşünmek gerekir.
“Aptallık Duvarı” baştan sona okunması ve ders alınması gereken bir kitap, bu kitabı özgün Türkçesi ile dilimize kazandıran Vaner Alper’e teşekkür eder, farklı bir kültürün ürünü olan benzer kitaplardan da haberdar olmamıza vesile olmasını dilerim...
Yōrō Takeşi, (Çev. Vaner Alper), Aptallık Duvarı, İstanbul, 2021.