Asabiyet Üzerine...
ASABİYET ÜZERİNE
Milliyet Gazetesi, 11 Ekim 2020, s. 6. / 12 Ekim 2020, s. 6. / 12 Ekim, s. 15.
İbn Haldun “Kitabü’l İber” isimli eserinin Mukaddime / Önsöz bölümünde sıklıkla asabiyet- asabiyyet kavramını kullanır. Sözlüklerde “asabiyet” “kendi akraba veya yakınlarını veya vatan, din ve milliyetini müdafaa ve devam ettirme gayreti, hamiyet, gayret. Kendi akraba, vatan, din ve milliyetini aşırı derece kayırma gayreti” olarak açıklanmaktadır.
Marnie Hughes-Warrington, “En Önemli Elli Tarihçi” isimli kitabında; “... İbn Haldun hakkında eser yazanların hemen hemen hepsi asabiyeti kendilerine göre yorumlamıştır. Bu terim devletin canlılığı, halkın yaşam gücü, milliyetçilik duygusu, halkın ruhu, sosyal dayanışma, grup dayanışması, ortak irade, grup olma duygusu, tüm siyasal ve sosyal organların mayasını oluşturan çekirdek, asalet, toplumun aristokratik yapısı, savaşta dayanışma, savaşçı tavır, kan bağları, soydaş dayanışması, kabile fanatikliği, erdem, kabile dayanışması benzeri çeşitli anlamlarda kullanıldığını...” söylemektedir.
Asabiyetin genellikle savaş faaliyeti sırasında kendini gösterdiği: Birlikte olma duygusu, kişiye kendisine savunma, kendisini koruma için güven duygusu verdiği anlatılmaktadır. Kim birlikte olma duygusunu kaybederse, kendini savunma ve yaşama devam etmede zayıf düştüğü düşünülmektedir.
İbn Haldun, grupların veya milletlerin asabiyetlerini kaybettikçe savaşçılıklarını da kaybettiklerini gözlemlediğini söyler. Eğer “... Asabiyetin var olması ve gelişmesi isteniyorsa, grubun mutlaka büyük bir soy bağının soyut ama gerçek bir otoritesine ihtiyaç vardır. Bu durum bir kabile şefinin varlığını gerektirir. Kabile şefi grup üzerindeki otoritesini kısmen ticaretten ama büyük ölçüde savaş ganimetlerinden elde edilen gelirler yoluyla sağlar. Paylaşılan zenginlik azaldıkça, kabile aristokrasisinin gücü askeri sınıfının aleyhine olarak artar. En azından görünüşte dayanışmayı sürdürmek için grup, sürekli olarak başkalarıyla çatışmaya sürüklenir. Savaş heyecanı, aldatıcı bir ortak tehlike karşısında birlik duygusunu pekiştirir. Bu birlik ve zaferin getirileri, grup üyelerini aslında kendi sahipleri olan lideri desteklemeye yöneltir...”
Günümüzden altı yüz yıl önce özellikle Kuzey Afrika devletçikleri arasındaki gözlemlere dayanan bu düşüncelerin, şimdilerde ki olayları aydınlatmaya ve çözüm üretmeye ne derece katkısı olabilir?
“... Savaş gelirleri ve vergiler kabile şefi ve dar çevresi tarafından sahiplenildikçe, grup üyeleri ortaya çıkan eşitsizliğin farkına daha çok varmaya başlarlar. Üstelik şef ve çevresi kendi rahatları için bir kente yerleşince, grupla olan günlük temasını yitirir. Grup bunu fark ettiğinde şefe itaat etmeyi reddeder. Şef iktidarına meydan okumayacak yeni destekçiler; askerler, tüccarlar ve köleler arasında grup dayanışması vaadiyle aramaya başlar. Sonuç olarak başlangıçta şefin grubunu oluşturan kişiler onun düşmanı haline gelir...” İbn Haldun olayların bu şekilde gelişiminin devleti güçsüz hale getirdiğini, daha yüksek asabiyet düzeyine sahip bir grup tarafından fethedilmeye yatkın hale gelindiğini belirterek; bir süre sonra o grup da aynı sonu yaşayacaktır, hükmünde bulunur.
Asabiyet bedevî topluluklarda kendine geniş yer bulur. Hadarî (medeni) toplulukların ilk aşaması olan bedevilik, asabiyet duygusunun yüksek olmasına karşın insanlığın ilerlemek durumunda olduğu bir aşamadır. Kültür ve lüks yaşam hadarî toplulukların en büyük hedefidir, ama aynı zamanda uygarlığın gerilemeye başladığının da göstergesidir.
Kuran-ı Kerim’in iki suresinde asabiyet kınanmaktadır. Hucurat Suresi’nin 13. Ayeti’nde; “Ey insanlar! Bakın, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz.” Bu ayetin açıklamasını yapanlar; “Hepiniz birbirinizin üzerinde hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan tek bir insanlık ailesine mensup olduğunuzu bilesiniz.” denildiğini ifade ederler. Elbette günümüzde evrensel kural kimsenin bir diğer insan üzerinde kalıtımsal veya doğumsal üstünlüğe sahip olmadığıdır.
Kasas Suresi’nin 15. Ayeti’nde Hz. Musa’nın bir olaya asabiyet sebebiyle karıştığı ve sonradan büyük üzüntü duyduğu anlatılır. Kendi halkından bir kişinin karıştığı kavgada, sahip çıktığı kişiyi korumak amacıyla attığı yumruk bir kişinin ölümüne neden olur. Bu nedenle, haksızlığı düzeltmek yerine ülkenin başına zorba kesilmekle suçlanır.
İbn Haldun devletin devamı için uzun vadede asabiyet duygusunun kaybolmasının önlenmesi gerektiğini dile getirmektedir. Bir dönem günümüz Kuzey Afrikası’nın hemen her şehrinde hüküm süren kabile devletlerinde yöneticilik yapan, hükümdarlarla yakın ilişkiler içinde bulunan İbn Haldun, ne yazık ki daha geniş coğrafyalarda yüz yıllar boyunca hüküm süren devletleri yakından gözleme imkânına sahip olamamıştır.
Geçmişte büyük imparatorluklar, bence insanlığın var oluşundan beri tek bir imparatorluk var olmuştur. Bu meseleyi, yani şehirlere yerleşen insan sayısı arttıkça devletin savaşçı özelliklerini kaybedip, kısa süre sonra ortadan silinmelerini nasıl halledebilmişler?
Roma İmparatorluğu döneminde zaman zaman ülkenin çeşitli bölgelerinden gelen insanların oluşturduğu hanedan değişikliği ve geniş bir alanda eşit olarak uygulanan adalet anlayışı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise tek bir hanedan olmasına karşın, imparatorluğu oluşturan her halktan hemen herkesin eğer iyi bir eğitim alırsa, devlete sadakat duygusu ile bağlıysa, en yüksek makamın kendisine açık olduğunu bilmesidir. Toplumda servetin elinde toplandığı bir aristokratik sınıf yoktur. Zaman zaman devletin yönetiminde bulunan bazı kişiler büyük servet edinirlerse de bu servet çoğu zaman vakıflar yoluyla halka geri dönmektedir. Zenginliğin ve mülkün uzun süre aynı grubun elinde birikmesi söz konusu değildir. Bedevi olarak nitelenen, çoğunlukla kırsal alanda yaşayan topluluklardan periyodik olarak devşirilen askerler, devletin savaşçı özelliklerini kaybetmesine bir oranda mâni olmaktadır.
Yeniçeriliğin kaldırılması ve Tanzimat reformları sonrası bürokrasinin ortaya çıkışı, servetin büyük oranda bazı ailelerde toplanması, çöküşü getirir ve İbn Haldun’unda belirtiği gibi imparatorluğunun yok olmasına neden olur. Günümüzde toplumların bu tür hatalara düşmelerini önleyen en önemli nitelik “demokrasi”dir. Devletlerin savaşçı özelliklerini kaybetmelerine mâni olacak eğitim ve özel görevli güçler. Bir grubun serveti sonsuz şekilde elinde tutmasına mâni olan vergi düzenlemeleri ve atılım gücünü kaybetmiş, çevresinde dar bir halka oluşturan bir grubun oluşmasına imkân veren ve bu nedenle liderin halkla olan temasının kesilmesine neden olan bürokrasinin seçim yoluyla tasfiye edilmesi gerçeğini yaratmıştır. Demokratik toplumlarda seçim bir anlamda bir süre sonra hanedan haline dönüşmeye müsait olan yöneticileri tasfiye eden çağdaş bir çözümdür. İngiltere, Belçika, Hollanda, İsveç, Norveç gibi ülkelerde devam eden hanedanların en önemli özellikleri, lüks bir yaşamdan kaçınmaları, devletin onlara tahsis ettiği mekânlarda ve toplumun dikkatini çekmeyecek bir şekilde yaşamaları ve pek de ortada görülmemeleridir. Bu konuda hata yapıldığı taktirde, tıpkı bir dönem Yunanistan, şimdilerde İspanya’da olduğu gibi kral tahtını terk ederek, sürgüne gitmek zorunda kalmaktadır.
Çağdaş yaşam İbn Haldun’un yüz yıllar önce yaptığı tespitlere çözüm olarak eğitim kalitesinin yükseltilmesi ve en çok beş yılda bir yapılan genel seçimlerle, ülkeyi oluşturan fertlerin güven ve refahlarını güvence altına alacak yöneticileri belirlemeleriyle çözüm bulmuş gibi görülmektedir. Bu arada uzun bir süredir şehirleşmiş, hadarî yaşama geçmiş toplumlar, asabiyet özelliğini kaybetmemiş topluluklardan aldıkları göçlerle savaşçı özelliklerini devam ettirme şansına sahiptirler. Yeni nüfus transferleri onları diri tutmakta ve rekabeti artırmaktadır. Buna ek olarak günümüzde fiili savaş yerine yapılan üretim artışı ve ticari genişleme istekleri şehirleşmiş toplumları diri tutmakta, geçmişteki gibi kısa süre içinde tasfiye olmalarını önlemektedir...