Deprem mi, Yanlış Planlama mı?
DEPREM Mİ, YANLIŞ PLANLAMA MI?
Milliyet Gazetesi, 11 Şubat 2023, s. 14.
30 Ekim 2020 günü İzmir’de meydana gelen deprem sonrasında 8 Kasım 2020 günü “Deprem Üzerine” başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazımdan bir bölümü sizlere aynen aktarıyorum; “Son günlerde yine depremle yatar kalkar olduk, özellikle görsel medya İzmir’de deprem sonucu yıkılan binalardan kesintisiz canlı yayın yapmakta. Bilir bilmez çoğu kişi aklına ne gelirse kendine uzatılan mikrofona konuşmayı hüner sanıyor. Bu yayınları izleyen çoğu insanın ruh sağlığı bozuldu. Allah’tan bu gibi konulara dirençli bir toplumuz ve derin bir hafızamız yok, kısa süre sonra bunu da unutup, ikinci bir depreme kadar kulağımızın üstüne yatmaya devam ediyoruz. Türkiye coğrafyası binlerce yıldır depremlere maruz bir alandır. Geçmişte yapılan pek çok yapının savaşlardan çok zaman zaman meydana gelen tahrip edici depremler sonucu yok olduğu bilinmektedir. Ülkemizde sayıları binlere ulaşan ören yerlerinde nerede ise ayakta kalmış yapı görülememesinin temel nedeninin depremler olduğunun kimse farkında değil.”
İki yılı aşkın bir süre sonra aynı görüntüleri ne yazık ki bir kez daha seyretmekteyiz. Değişen hiçbir şey yok. Bunca hazırlığa ve yaşanmışlıklara rağmen meydana gelen depremin büyüklüğü bizleri şoke etmiş durumda. Bir taraftan enkaz altında kalanlar bir taraftan kış şartlarının getirdiği olumsuz hava koşullarında sığınacak yer, su, yiyecek, giyecek arayışında olan çaresizlik içinde bunca insanımız...
Herkes konuşuyor!
Depremin olduğu pazartesi günü sabahından beri televizyonlarda konuşan akademisyenlerin hemen hepsi “Bu bölgede deprem olacağını söyledim” diyor. Bir bilim adamı için bu tespit yeterli mi, çözüm olarak ne önermişler? Yerleşim alanlarının seçiminde, yapı yoğunluğunun belirlenmesinde devletin yetersiz kaldığı görülüyor. Tıpkı bu yapıları yapanlar, bu yapılarda yaşamak durumunda olanlar gibi devletimiz de er geç günün birinde meydana gelecek olan bu yıkımı görmezden gelmiştir.
Hepimizin gerek televizyon kanallarından gerekse sosyal medyadan takip ettiği ve seyrettiği gibi deprem uzmanları, jeoloji, jeofizik, jeoteknik mühendisi akademisyenler, bu bölgedeki fay hatlarını net bir şekilde bildiklerini ifade ettiler. Anlaşılan konuyla ilgili hemen herkes bölgenin jeolojik durumundan haberdar. Şimdi önemli bir soru sormak istiyorum. Bunca bilim insanının gerek merkezi yönetim gerekse yerel yönetim bürokratlarının bildiği bu fay hattının üzerindeki yerleşim alanlarında nasıl olur da böylesi yüksek binaların yapımına izin erilir? Hadi tek katlı, bilemediniz iki katlı bir yapı kaçak yapılabilir, ancak şehirlerin merkezinde sekiz veya on katlı hatta bazıları on beş katlı binaların kaçak olarak yapılması mümkün değildir.
Yanlış imar planları
Bu şehirlerimizde ve risk içeren fay hattı veya fay hattına yakın bölgelerde nasıl olur da böylesi yüksek yapılara izin veren imar planları yapılır? Bu planların uzun süren çalışma ve etütlerden sonra yapıldığını çok iyi bilirim. Bazılarının hazırlanıp uygulamaya sokulması için üç ile beş yılı aşkın süre geçer. Hazırlanan planların uygulamaya girmesi için ilgili Belediye Meclisi’nin onayı ve Belediye Başkanının imzası gerekir. Sonra bir ay süresince askıya çıkar ve yapılan itirazlar tekrar değerlendirilir. Böylesi bir denetime rağmen bu inanılması zor yıkım nasıl oluyor?
Herkes yanlış yapıldı diyor!
Gördüğüm o ki hemen herkes yapılan işin yanlış olduğunu söylüyor, ama kimse imar planlarının çarpık ve spekülatif amaçlı olarak hazırlanmasının bu sonuçları doğurduğunu dile getirmiyor. 2000’li yıllardan günümüze bu yapıların yapımı için düzenlenen “Yapı Ruhsat Belgesi”nde zemin konularıyla ilgili olarak Jeoloji Mühendisi, Geoteknik Mühendisi, Jeofizik Mühendisi gibi üst düzey eğitim almış meslek mensuplarının onay ve imzası olduğundan nedense kimse bahsetmiyor. Hemen her şeyi kâğıt üzerinde halletme alışkanlığımız var. Gerek ruhsat gerekse iskân aşamasında adı geçen mühendislerin de “Yapılan yapının kanun, yönetmelik ve plan notlarına uygun yapılacaktır”, sonrasında ise “Uygun yapılmıştır” imzaları bulunuyor. Bu beyana rağmen yapılar gerekli tedbirlerin alınmadığı zemine gömülmekte, yapı yapmak için gerekli tedbirlerin alınmadığı zemin problemleri ne yazık ki yapıların çökmesine yol açmakta. Çok katlı betonarme yapıların inşaları özel bilgi birikimi isteyen hassas imalatlardır. Merak ediyorum kimi kandırıyoruz? Bunca onay makamına karşılık yapılan bu yapıları kimler kontrol ediyor? Uzun zaman uygulamanın içinde bulundum, birkaç istisna dışında ne jeoloji ne jeoteknik ne de jeofizik mühendislerinin yapının yapıldığı yere geldiğini, temel atılırken zemini incelediğini görmedim. Eğer yapıyı imar planındaki şartlara uygun, konturlarını büyütmeden veya fazla kat çıkmadan yapıyorsanız hiçbir denetim yoktur. Hoş bu söylediklerimde ancak şikâyet olursa incelenir. Yapılan iş şantiye şefinin (çoğunlukla kalfanın veya amelenin) insafına ve bilgisine kalmıştır.
Ben yaptım oldu!
Önüne gelenin “Ben yaptım oldu” felsefesi ile yaptığı yapıların ortaya çıkarttığı sonuç bu ne yazık ki! Elbette hepimiz çok büyük bir üzüntü içersindeyiz. Ama esas üzerinde durmamız gereken konu, bunca yıkımdan sonra ne yapacağımızdır. Unutmayalım ki öyle böyle yapılar yapılır ama hayatta kalanların tekrar yaşama tutunmalarını nasıl sağlayacağız? Bu kadar yoğun yapı kaybını nasıl telafi edeceğiz? Yine aynı alanlarda yüksek yapı yapmaya devam mı edeceğiz, yoksa yoğun fay hatlarının olduğu bölgelerde az katlı (en fazla dört kat) yapıların yapılmasına mı karar vereceğiz? Böylesi bir karar sonrası çöken yapıların mülkiyet haklarını nasıl koruyacağız? Yapıların çöktüğü alanları, kayıplarımızın hatıralarına hürmet açısından yeşil alan haline getirip, daha güvenli yerleşim alanları mı oluşturacağız?
Bu arada bazı kişilerin bundan böyle yapılacak yapıların geleneksel (taş, tuğla, ahşap) malzemeler ile yapılması gerektiğini söylediklerini duymaktayım. Acaba bunca insana geleneksel malzemelerle yapı yapmanın, bunların alt yapılarını hazırlamanın, ulaşım yollarını inşa etmenin kaç yıl süreceğini ve maliyetini hiç hesap ettiler mi?
Önerim, acilen gerek Doğu Anadolu gerekse Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunan yerleşim alanlarında en fazla dört katı geçmeyen yapılar yapılacağına dair bir kanun hükmünü yürürlüğe sokmaktır. Hiç zaman kaybetmeden bu bölgelerde bulunan tüm yapılar ciddi bir kontrolden geçirilmeli yıkılacak yapılar yıkılmalı, onarılacak yapılar ise acilen onarılmalıdır. Elbette bu işin çok büyük maliyeti olacaktır, yıllardır oluşturmaya çalıştığımız sermayelerimizi bir kez daha kum, çakıl, çimentoya yatıracağız. Bu kez akıllı olalım, yapılacak işi kurallara uygun yapalım, en önemli varlığımızın insan hayatı olduğunu unutmayalım.
Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, tüm yaralılarımıza da acil şifalar dilerim...