Eleştiri Üzerine...
ELEŞTİRİ ÜZERİNE
Milliyet Gazetesi, 6 Şubat 2021, s. 16.
La critique est aisée, mais l'art est difficile.
Eleştiri kolaydır, ancak sanat zordur.
Nurullah Berk, 15 Ağustos 1959 günü Varlık Dergisi’nde yayımlanan “Tenkit Ahlâkımız” isimli makalesine bu sözlerle başlamakta. Elbette hemen her konuda eleştiri gerekir, eleştiri insanın daha iyi erişmesi için gereklidir. Yoksa hepimiz kendi yaptığımızın doğru ve vazgeçilmez olduğuna inanır, sonunda da tükeniriz. Ancak eleştiri yalnızca insanları kırmak, onları aşağılamak için yapıldığı taktirde çoğunlukla dikkate alınmaz ve kırgınlık yaratır.
Elbette yanlış veya hatalı yapılanın, esinlenmenin ötesinde taklide başvurmanın eleştirisi yapılacak ve ortaya çıkan ürünün özgün değil, bir kopya olduğu dile getirilecektir. Bu tür eleştirinin yanı sıra ortaya konan fikrin veya ürünün daha iyi olması için yapılan eleştiri veya eskilerin deyimiyle tenkit aynı zamanda ahlaki bir sorundur.
Yaşadığım süre içinde sık sık eleştiriye, hatta eleştiri ötesi hakarete uğramış bir kişi olarak, yapılan her tür eleştiriyi dikkate aldığımı söylemek isterim. Bu eleştiriler düşüncelerime katkı yapıyor, yaptığım işi daha iyiye götürüyorsa gözden uzak tutmam mümkün değildir. Bizim aklımıza gelmeyen veya düşünce sınırlarımızı aşan bir öneri sonuçta bizim yaptığımız işin daha başarılı olmasına yol açacaktır. Belki günün birinde birileri ortaya çıkıp ona bu fikri ben verdim, başarıda benim de payım var diyebilir ki haklıdır da.
Ancak zaman içinde bütün bunlar unutulur, yapılan iş ne kadar başarılı ise geleceğe o kadar uzun bir süre hitap edecek ve sonuçta kim yaptı ise o taktir edilecek ve hatırlanacaktır. Hilmi Ziya Ülken “Şeytanla Konuşmalar” isimli kitabında “Tenkite Dair” adıyla bir bölüm yazar. Karşılıklı konuşmaları sırasında şeytan ona şunları söyler;
“... Zaman olur, mevki ve şöhret kazanmak için halkı birbirine kattığım vardır. Birinin zayıf noktasını bulmaya göreyim. Dilime dolar, kahvede, pazarda söyler dururum. Bütün meclislere girer çıkarım; küfrettiğim adamların eteğini öperim. Yere vurmak, ne şekilde olursa olsun, bir serçe pehlivanın ulvi saadeti değil midir? Sanatında emsalsiz, tek görünmeye bayılırım. Söz aramızda ben ne mal olduğumu herkesten iyi bilirim. Fakat, neme gerek! Üç günlük ömürde bayrağı elimde taşıyorum ya! Varsın arkamdan ne derlerse desinler...” (s. 174).
“... Allah benden insanlara bahşettiği şevki esirgemiş, bir şey yaratamam. Fakat yaratanları elimde oyuncak ederim! Bugüne bugün bu zevk de bana yeter. Bir külhaniyi deha yaparım; sonra cayıp yerlere sererim. Tapulu senetli dehaların tacını devirmek için boyumdan büyük işlere kalkarım...” (s. 177).
Hilmi Ziya Ülken, kendine şeytanı yoldaş almış karşılıklı söyleşirken, kendi söylediği zaman problem olacak, sıkıntı verecek söylemleri şeytana söyleterek içini döküyor. Anlaşılan o günden günümüze çok şey değişmemiş. Bir şey yaratamayan, farklı şeyler yapmak için gereken bilgiye sahip olmayan, düşünce kapasitesi sınırlı insanların yaptıkları eleştiriler, yeni ve farklı bir şeyler yapmak isteyen insanlara azap veriyor. Üretimleri etkiliyor ve yılgınlığa sevk ediyor. Eleştirinin bu kadar yıkıcı olması hepimizi etkilemekte, bu eleştiriler nedeniyle farklı düşünmekten, farklı şeyler yapmaktan kaçınıyoruz.
İdare-i maslahat genel bir kabul görüyor. Hâlbuki çağdaş cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında “şerlerin en şeri ehven-i şerdir.” demekte. Yüz yıllar önce bu topraklarda yaşayan Mevlâna Celâleddin Rumi “Bugün yeni bir gün can cazım, yeni şeyler söylemek lazım.” diyor. Buna karşın büyük bir çoğunluğun yeni şeylere tahammülü yok, isteniyor ki yüzlerce yıldır söylenen şeyleri tekrar edelim. Durduk yerde yeni icada, yeni düşüncelere lüzum yok. Peki o zaman nasıl ilerleyeceğiz, tekrar tekrar aynı şeyleri yapmanın, aynı düşünceleri gündeme getirmenin kime faydası olacak?
Ama çoğunlukla isteniyor ki hemen her şey eskiyi andırsın, eskiden var olan her şey olduğu gibi kalsın. Üstelik bu söylemlerin çok büyük bir bölümü kendini çağdaş ve ilerici olarak tanıtan insanlardan kaynaklanıyor. Durup düşünmek gerekir, yeniye, farklı bir üretime saygısı olmayan, destek vermese bile yapılan işten dolayı düşüncelerini uygarca ifade eden ve farklı yollar da olduğunu anlatan insan sayımız çoğalsa fena mı olur? Sürekli olarak birbirimizin hatalarını dile getiren, hemen hiçbir olumlu iş ve fikir olmadığını gündeme taşıyan insanlar bu ülkeye ve ülke insanlarının gelecek beklentilerine ne kadar zarar verdiklerinin farkındalar mı acaba?
“... Bütün bu meseleler zannımızca “insanlık” kavramı etrafında toplanıyor. Bizde asıl eksik bu kavram mı? Duygudan mı yoksunuz? Başkasına, başkasının çabasına, başkalarının getirdiğine o kadar kayıtsız mıyız ki korkunç egoizm kompleksleri içinde yalnız ve yalnız kendimizi ya da kendimize en uygun olanları hesaba katıp, daracık çevremizin dışında kalan kişiyi, kavramı, eseri görmezden geliriz?" (Berk s. 11)
Ama insanoğlu, Robinson Crusoe gibi ıssız bir adada tek başına yaşamıyor. Öbür insanlarla, hem cinsleriyle yan yana, omuz omuza bir arada yaşıyor. Aile hücresinden başlayarak, şehir, millet, kıt’a çevrelerine doğru gittikçe yayılan ve nihayetinde bütün insanlığı kavrayan kaçınılması güç bir toplum hayatı sürüyor. Hemen herkes kendi çıkarı peşinde koştuğuna göre ahenk sağlanabilir mi toplum hayatında?
Anlaşılan üzerinden altmış yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen değişen çok bir şey yok gibi. Nurullah Berk’in de ifade ettiği gibi, bir dönem toplumdaki olumsuz davranışları gündeme getiren düşünceler ne yazık ki bazı yazıların satır aralarında kalmış ve insanımızın gelişimi ve geleceğe doğru atılımı konusunda görmezden gelinmiş.
“Kusursuz bir eleştirmen önyargıları, çekememezliği olmayan çok bilgili, çok zevk sahibi bir sanatçı olmalı. Öylesini bulmak da kolay değil.”
Voltaire
Nurullah Berk, “Tenkit Ahlâkımız”, Varlık, 15 Ağustos 1959, S. 508, s. 10-11.
Hilmi Ziya Ülken, Şeytanla’la Konuşmalar, İstanbul, 2003, s. 171-178.