Günümüz Mimarisinde Kalite...
GÜNÜMÜZ MİMARİSİNDE KALİTE
Milliyet Gazetesi, 17-18 Eylül 2022, s. 4.
11 Eylül 2022 günkü yazımda 27-28 Mayıs 1998 tarihlerinde Bursa Mimarlar Odası’nın daveti üzerine 10. Uluslararası Yapı ve Yaşam Kongresi’ne sunduğum “Günümüz Mimarisinde Kalite” isimli bir konuşmamdan bahsetmiş ve bu konuyu tekrar gündeme getirmek istediğimden söz etmiştim.
Batı toplumlarının, özellikle de Anglo-Sakson toplumların, doğu toplumlarına nazaran en büyük başarısı gerçeğe ulaşma isteğidir. Gerçek, nasıl olursa ve neye mal olursa olsun gerçek! Gerçeği görmeden, gerçeğe ulaşma isteği olmadan ve gerçeğe ulaşmadan bir toplumun geleceğe güvenle bakması mümkün değildir. Ne yazık ki toplumumuzda gerçeğe ulaşma arzusu genelde zayıftır. Gerçekler bizi ürkütür, hep etrafında dolaşırız, konuşuruz, tartışırız fakat gerçeğe ulaşmaktan nedense korkarız. Bu nedenle problemlerimiz giderek büyür, içinden çıkılmaz bir hale gelir, şikâyet ederiz, çevremizdeki toplumlarla kendimizi mukayese eder, kavga, gürültü içinde tartışırız, ancak sonuç elde etmekte yeteri kadar başarılı olamayız. Çünkü gerçeğe tahammülümüz yoktur. Gerçek ve yalnızca gerçek, kişisel olarak bize zarar verse de artık gerçekleri konuşmak ve gerçeklere ulaşmak için çaba sarf etmek mecburiyetinde olduğumuzun farkına varmalıyız. Bu toplumu oluşturan hiç kimse bir diğerinden daha ahlaklı değildir. Çünkü, toplumlar birleşik kaplar gibidir ve herkes bir diğerinden ufak ayrıntılar dışında farklı olamaz. Bu bir gerçektir ve bu gerçeği göz ardı ederek bir sonuca ulaşmak bence mümkün değil. O halde artık gerçekleri konuşalım ki problemlerimize bir çözüm yolu bulabilelim.
Uzun bir süredir, ülkemizdeki mimarlık faaliyetlerinin kalitesinde gerek proje gerekse uygulama olarak çok ciddi sorunlar bulunmakta. Giderek artan yaşam kalitesine karşın çoğunlukla yapılan yapılar büyük bir görsel kirlilik yaratmakta. Yüz yıla yakın bir süredir varlığını sürdüren Cumhuriyet Dönemi’ne örnek gösterilebilecek yapı sayısı nerede ise iki elin parmak sayısını geçmez. Uluslararası mimari çalışmaların ikinci, üçüncü elden kopyaları, içerdikleri felsefeyi çözümleyemeyen kötü taklitleri ülkemiz sathında yaygın olarak uygulanmakta. Çoğu zaman yarışma sonucu elde edilen projeler ile yapılan yapıların da kalitesizliği ortada. Anıtsal Mimari’ye örnek teşkil edecek gerek kamu yapıları gerekse dini yapılar büyük bir kültürel kimliksizliği yansıtmakta, geçmişe ait bunca örnek dururken bunların kopyalarının kalitesizliği utanç verici.
Gelecek yüz yıllarda bu ülke topraklarında XX. yüzyıl mimarisine örnek teşkil edecek kaç yapı var acaba? Bu şikâyetlere nasıl çözüm bulmalıyız? Bu konudaki çözümü meslek mensupları olarak bizler mi bulacağız, yoksa bu çözümlerin birileri tarafından bize dikte ettirilmesini mi bekliyoruz?
Mimaride kalite sorununu beş ana başlık altında inceleyebilir, buna göre hatalarımızı ve çözüm yollarını tartışabiliriz. Bu çözüm yollarının mutlak doğru olduğunu söylemek mümkün değil, tespitlerde ise pek çoğumuzun o veya bu sebeple katılmadığı görüşler olabilir. Amacım, gerçeği görmektir, tek başına gerçeğe ulaşmanın mümkün olmadığını bilirim, isteğim doğru bildiklerimizin tartışılması ve hep birlikte gerçeği bulma çabasıdır.
Eğitimde kalite
Öncelikle eğitim kurumlarında yapılan mimarlık eğitiminin ortaya çıkan sonuca bakarak yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Prehistorya’dan modern mimariye kadar iyi-kötü pek çok mimari örnek bulunan ülkemizde, dört yıllık eğitim sonucu ortaya çıkan sonuç bu olmamalıdır. Öğrencilerimize görmeyi öğretemiyoruz, yeterli kültürel eğitimi veremiyoruz, araştırma ve daha iyiye ulaşma isteğini aşılayamıyoruz, heyecanları yok, teorik düzeyde yarım yamalak bilgiler ile projelendirme ve uygulama yapmaya girişiliyor, sonuç ne yazık ki büyük bir kaos! Bu durumda, orta öğretimden gelen öğrenci kalitesi de belli iken ne yapmalıyız?
Öncelikle öğretim elemanları arasında bir heyecan yaratmalıyız. 18 Nisan 1998 günü İstanbul Teknik Üniversitesi’nde açılan “II. Bilim Şenliği ve Deneme Bilim Merkezi” nedeni ile basılan dergi içinde okuduğum birkaç satır beni şok etti. “Bu merkezin yapımı için İTÜ Öğretim üyeleri arasında açılan bir proje yarışması katılan projelerin yetersizliği nedeni ile iptal edilmiştir.” (Bilim Merkezi Vakfı Haberleşme, 7, Nisan 1998, s. 14). Öğretim üyeleri kendi kampüslerinde yapılan örnek ve öncü bir denemeye bakınız ne kadar ilgililer. Bu ilgisizlik kanımca büyük ölçekte eğitim ve öğretim programlarına da yansımaktadır. Öğretim üyelerimizin büyük bir kısmı heyecanlarını kaybetmiş olup devlet memurlarına dönüşmüştür. Bu yalnız İTÜ için değil ülkemiz sathındaki tüm eğitim kurumları için de geçerlidir. Bu nedenle merak ve heyecanın artırılması kanımca çok önemlidir. Diğer taraftan üniversiteler arası sınav ile mimarlık fakültelerine kabul edilen öğrencilerin yetersizliği önemli bir dezavantaj. Mimarlık mesleğine ilgi duymayan, hayatta para kazanmak için herhangi bir üniversiteye girme zorunluluğu duyan gençlerin rastgele seçtiği okullarımız, öğretim kalitesinde önemli düşüşlere neden olmuştur. Bu düşüş eğitim programında yapılan değişikliklerle de farkına varılmadan artırılmıştır. Temel Bilgi dersleri; Tasarı Geometri, Topoğrafya, Maket Yapımı, Güzel Yazı Yazma gibi dersler kaldırılmış, yerleri bu boşluğu dolduracak disiplinlerle tamamlanmamıştır. Süreç içinde, mimarlık eğitimi sanki bir esin / ilham sonucu elde edilen uğraş gibi algılanmaya başlanmıştır. XX. yüzyılın en önemli bilim adamlarından biri olan Edison “Elde ettiğimiz her şeyin yüzde birini esine, yüzde doksan dokuzunu alın terine borçluyuz!” demektedir. Gel de yalnızca esine inan ve bir sonuç elde et.
Bu durumda bilgi birikimine ve mesleki disipline ağırlık vermeliyiz, acaba neler yapabiliriz veya yapmamız gerekir?
1. Rölöve, Tasarı Geometri gibi üç boyutlu düşünmeyi artırıcı derslerle yoğun bir üç boyut anlayışı kazandırılabilinir. Yoğun rölöve çalışmaları ile bir yandan arşiv oluşturulurken, diğer yandan ters işlem sonucu iki boyutlu proje ile üç boyutlu yapıya geçişin öneminin anlaşılması sağlanabilir.
2. Kültür dersleri özellikle Sanat Tarihi, Arkeoloji, Mimari Tarihi, Mimarlık Felsefesi, Kültür Tarihi dersleri teoriden çok uygulama ile (yerinde geziler, görsel sunumlar, filmler) verilebilir.
3. Görme, iyiyi kötüden ayırma duygusunu geliştirecek estetik eğitime ağırlık kazandırılabilinir.
4. Öğretim Üyelerinin ve öğrencilerin yaptıkları çalışmalarda heyecan duymalarını sağlayacak düzenlemeler, teşvik ve ödüllendirme gibi destekler yapılabilir.
5. Mimarlık mesleğinin aynı zamanda bir organizasyon olduğu, tek başına çözüme ulaşmanın mümkün olmadığı, bir yapının betonarme, statik, tesisat, elektrik, aydınlatma, akustik, çevre düzeni ve diğer disiplinlerle bir bütün olarak çözümlenmesi gerektiği anlatılmalı, öğretilmeli ve bilinçaltına işlenmelidir.
Tasarımda kalite
Mimarlık sanatının sadece proje çizmek değil, yapı yapma sanatı olduğu hemen her aşamada yoğun olarak vurgulanmalıdır. Meslek kuruluşlarımız dahi söz söylemeyi, kâğıt üzerinde proje onaylamayı; uygulamayı takibi, onun getirdiği sorunları çözmeyi, kötü niyetten değil, bilgisizlikten dolayı yanlış yapan meslektaşlarının kalitesini yükseltmeye tercih etmektedirler. Çünkü, oturulan yerden laf üretmek kolaydır, çözüm üretmek çaba ister emek ister, zaman ister. Kolay kahramanlıklar, üstü örtülü rant paylaşımları varken, kim sokağa çıkıp, yağmurda çamurda, zaman ve emek sarf etmek ister? Tasarımda kalitenin en önemli sorunu kültürel birikimdir.
Teknik, zor olsa da öğretilebilir, önemli olan kültürdür. Mimar yalnızca tasarladığı proje ile yaptığı yapıya değil, onu kullanan, onun içinde yaşayan insanların yaşamına da kalite getirir, onların dünyayı algılamasını kolaylaştırır, yaşam sevinçlerini artırır. İyi düzenlenmiş, sağlıklı mekânlar ülke insanlarını mutlu eder. Kendi kültürünün kaynaklarından beslenmeyen bir tasarımın kalitesinden söz etmek oldukça güçtür. Detaylarını, arkasında yatan yaşam felsefesini bilmediğimiz kültürlerin örneklerinin görsel kopyaları ile sonuca ulaşmak zordan öte, mümkün değildir. Daha yoğun çalışarak bu konudaki bilgilerimizi artırmalı hem kendimizi hem de dünyayı yeteri kadar öğrenmeliyiz. İnanıyorum ki tasarım kalitesi bundan öteye daha iyileşecektir. Bence tasarım sorunu ile kültürel yetersizlik birbirine karışıyor. Biz Dünyaya nasıl bakarsak o da bize öyle bakıyor. O halde, bakış açımızı değiştirmekten başka ne yapılabilir?
1. Mimarlara yapının tüm disiplinler ile bir bütün olduğu anlatılmalıdır. Betonarme veya statik proje ile çakışmayan, tesisat ve elektrik projeleri ile bütünleşmeyen, çevre düzeni, aydınlatma, akustik çözümleri içermeyen projeler üretmemeleri, ruhsat alınması sırasında merdiven, ıslak hacimler gibi insan yaşantısını büyük oranda etkileyen hacimlerin çözümlenmesine dikkat etmeleri için, gerekli uyarılar yapılmalıdır. Mimarlar Odası yalnızca sunulan projenin hukuka uygunluğunu değil, mimarlık kalitesi olarak da belirli bir düzeyin altında kalınmaması için de denetlemelidir.
2. Üniversiteden mezun olan ve mimarlık diploması alan herkes haklı olarak mimarlık yapma hevesindedir. Pek çok kez anlatmaya çalıştığım gibi mimarlık uzun ve yıpratıcı bir çalışma sonucu elde edilen esinden çok çalışmaya, alın terine dayanan bir meslektir. Yeteri kadar deneyim sahibi olmadan, üç boyutta ortaya çıkacak olan sonucu yeteri kadar değerlendirmeden, yalnızca proje çizmek hem mesleğe hem de bu yapıları kullanan insanlara haksızlıktır. Bu nedenle mimarlık fakültesi mezunlarının belirli bir süre Mimarlar Odası’nca sınıflandırılmış bürolarda staj yapmaları, daha sonra Mimarlar Odası tarafından yapılacak değerlendirme sonrası mimarlık hak ve sorumluluklarını kazanmaları için gereken çalışmalar yapılmalıdır.
Bürokraside kalite
Ülkemizde yapılan hemen hemen tüm yapılar merkezi veya yerel yönetimlerin denetim ve onayından geçmektedir. İmar Kanunu, yönetmelikler, yönergeler ve bir sürü kâğıtta kalan denetim önerileri. Peki, bu yoğunlukta bir denetim sonrası gerek kentsel ölçekte gerekse tek yapı ölçeğindeki bu kaos, içinde yaşadığımız bu gerçek nasıl oluyor da ortaya çıkıyor? Kişisel olarak, var olduğu sanılan bu denetimin gerçekte olmadığı kanısındayım. Kâğıt üzerinde var olduğunu sandığımız bu denetim, gerçekte ne yazık ki yok. Çünkü bu denetim metotları iyiye ve güzele ulaşmak için değil, başkaca amaçlara hizmet etmesi için kullanılıyor. Bu yöntem herkesin işine geliyor ve hiç kimse düzeltilmesi veya gerçek amacı için kullanılması konusunda çaba harcamıyor.
Günümüzden yaklaşık dört yüz yıl önce Descartes; "Yasaların çok sayıda oluşu, çoğu zaman ahlak bozukluklarına özür teşkil eder; oysa sayıca pek az, ama sıkı sıkıya uygulanan yasalara sahip devletin yapısı daha düzenlidir." demekte (René Descartes, Metot Üzerine Konuşma, İstanbul, 1984).
Bu gerçek ortada iken meslek odamızı da zaman zaman bürokratik mekanizmalar yaratma çabasında görmek beni hayrete düşürüyor. Odaların uyguladığı vize işlemi sanki bir denetim değil, ücret almak için yapılıyor. Nereden biliyorsunuz derseniz? Yapılan vize sonucu onaylanan projelere bakalım acaba ne kadar kalite içeriyorlar? Statik, tesisat ve elektrik projeleri ile ne kadar uyum içindeler? Bu vize ve denetim işlemini yapan meslektaşlarımızın bilgi birikimleri ne boyutta? Ayrıca madem gerçek dedik, tüm gerçeği dile getirelim, odaya yakın mimarlar ile herhangi bir meslek mensubunun vize işlemi sırasında yaşadıklarına bakalım. Bazı projelere laf olsun diye, bazılarına ise karşı çıkma amacı ile vize uygulanıyor. ÇED uygulamasının farklılığı, büyük ölçekte siyasi ve şahsi görüş içermesinin, ülkemiz açısından faydalı olabilecekken bu uygulamanın ölü doğmasına yol açtığı bir gerçek değil mi?
Ne yapmalıyız?
1. Denetim yol ve metotlarını azaltmalıyız, her şeyi ve herkesi toplumca denetlemeye değil, herkesin kendini denetlemesini sağlayacak bir ortama ulaşmak için çaba harcamalıyız.
2. Projeleri değil, yapıları denetlemeye çalışmalıyız. Proje aşamasında dört dörtlük olan tasarımların, uygulama aşamasında ne hale geldiğini hepimiz biliyoruz. Eğer proje aşamasındaki denetimler yeterli olsa idi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptırdığı yapıların dünyanın en mükemmel yapıları olması gerekmez miydi?
3. Denetimler ya odaca ya da yerel yönetimlerce yapılmalı ve denetim süresi en aza indirilmeli. Mimarların zaten az olan enerjileri denetim aşamasında tükeniyor ve yapıları herhangi birileri yapıyor. Denetim aşamasında kaybolan bu zaman ve enerji yapıların daha kaliteli yapılması için kullanılabilir.
Uygulamada kalite
Az sayıdaki büyük yapılar hariç, uygulamalar genellikle mimar denetiminden uzak, birilerinin elinde ve birilerinin bildiği gibi yapılmaktadır. Projeden anlayan, proje okumasını bilen uygulamacı sayısı çok az. Özellikle usta, kalfa ve kalifiye işçinin yaygın olarak yetişmesine olanak sağlayan konut mimarimizin kalitesi ortada. Peki bu insanlar, uygulama için gereken işçiler nasıl yetişecek, uzaydan mı gelmelerini bekliyoruz? Bizler, meslek kuruluşları, mesleğimizi uygulayabilmek için gereken yapıları kimlere yaptırdığımızı hiç düşündük mü? Kürek kullanmasını bilmeyen ameleler, sıva yapmasını bilmeyen sıvacılar, “Projeyi boş ver abi, sen bana bırak ben daha iyisini yaparım!” diyen tesisatçılar. Bu konuda çok kısa süre içinde radikal kararlar alınması gerekmektedir, uygulamayı denetleyen teknik adamdan, yapıyı fiilen inşa eden insanlara kadar uzanan bir kontrol mekanizması kurulmalı, ehliyet ve meslek içi denetim organizasyonları oluşturulmalıdır. Bu arada ülkemiz sathında yaygın olarak kullanılan “işsizlik var” sözleri bir aldatmaca mıdır? Eğer bu kadar yoğun işsizlik varsa niçin yeterli sayıda eleman bulamıyoruz? Niçin kişisel ölçekte de olsa yetiştirmeye çalıştığımız insanlar bu çabayı göstermekten kaçınıyorlar? Kolay yoldan, emek sarf etmeden geçinmeye mi çalışıyoruz?
1. Her mimarın tasarım yapması ve hayat boyu tasarımcı olması beklenemez, bir piramit şeklinde yapılanmaya ihtiyaç vardır. 1:1000 ölçekli tasarımdan, 1:1 ölçeğe, denetim aşamasından uygulamaya kadar bir insanın aynı mükemmellikte başarılı olması beklenemez. Mimarlık bir ekip işidir; tasarım yapan, bu tasarımı uygulama projesine dönüştüren, detaylarını çözen, bütün bu aşamalarda bilgi birikimi olan insanlara gerek vardır. Uygulamaya dönük çalışacak insan sayısını artırmalıyız. Projeye baktığı zaman ne olduğunu anlayacak ne yapılması konusunda karar verecek yeteri kadar eleman yetiştirmeliyiz. Mimarlık Fakülteleri’nin ikinci sınıfında 2r + b = 63 diyerek, nerede ise bir yarı yıl merdiven tasarımı yaptırılır. Gelin hep birlikte içinde yaşadığımız yapıların merdivenlerine bakıp, gerçeği görelim. Acaba nerede yanlış yapıyoruz? Bu gençlere merdiven tasarımı yaptırmak yerine, onları bir-iki merdivenden inip çıkarsak eminim daha faydalı olur.
2. Yapı yapan insanlarımızı gerek meslek içi gerekse meslek dışı sınıflandırmalıyız. Her önüne gelenin yapı yapmasına mâni olmalıyız. Millî Savunma Bakanlığı’na fasulye satana denetim getiriyoruz da ülke sathında yaygın olarak yapılan bu faaliyete niçin bir denetim getiremiyoruz. (Bu konuşmamın yapıldığı tarihten sonra sözüm ona denetim büroları kuruldu ama, ne yaptıklarını, neyi denetlediklerini ne kendileri ne de işverenleri anlamış değil.) Devletin ve meslek odalarımızın denetimi kâğıt üstünde değil, yapı üstünde olmalı, yapıldıktan sonra değil, yapılmadan önce uyarıda bulunmalı, çözüm önermelidirler.
Kullanımda kalite
Yapılarımızın ve çevremizin çok kötü inşa edilmesinin yanı sıra çok kötü kullanılıyor olması da üzerinde önemle durulması gereken bir gerçektir. Onarım ve küçük ölçekli tamir anlayışı tümden unutulmuş gibi, bir yapı çökme veya kullanılamaz hale gelmeden onarıma alınmıyor. Küçük müdahalelerle, periyodik bakımlarla ömürleri uzatılabilecek yapılar bakımsızlık ve hor kullanım nedeni ile kaderine terk edilmiştir. Yapılarımızın yanı sıra şehirlerimizin en merkezi bölgeleri de çoğunlukla kullanılamaz haldedir. Yürürlükte bulunan İmar Kanunu ve yönetmelikleri bu durumu görmezden gelmekte, bir çözüm içermemektedir! Meslek kuruluşları olarak bu büyük ekonomik potansiyeli değerlendirecek çözümler üretmeliyiz. İnsanlarımıza şehirlerimizi ve yapılarımızı uygarca kullanma alışkanlığı kazandırmalı, bu konuda eğitici öneriler geliştirmeliyiz.
1. Yerel yönetimler yapıların periyodik bakımı için önlemler almalıdır. Belirli sürelerde bakımı yapılmayan yapılar ya zor altında yaptırılmalı ya da kamulaştırılmalıdır.
2. Şehir estetiğine aykırı yapıların denetimi artırılmalı, bu yapıların belirli bir plan çerçevesinde yenilenmesine gidilmelidir. Çevre düzeni ve çevre bakımı mecbur kılınmalı bunun için etkili tedbirler alınmalıdır.
Sonuç
Mimarlık mesleği bir yapı yapma ve onu kullanmayı öğretme sanatıdır. Laf üretme, bitmez tükenmez tartışmalar yaratma kavgası değil. Ülkemizin; sanatını seven, ciddi, çözüm üreten kişi ve kurumlara ihtiyacı var. Aldığımız ve vermeye çalıştığımız eğitimin sonucu şikâyet değil çözüm olmalıdır! Dedikodu, rant paylaşımlarından öyle veya böyle pay alma kavgaları bizleri bu içinden çıkılması zor duruma düşürdü. Amaç bir çözüm bulmak, inanıyorum ki biraz zor olsa da bugün ve gelecek için çözüm üretecek potansiyele sahibiz, yeter ki buna inanalım ve yeteri kadar çaba harcayalım. Ülkeyi düzeltme çabalarına lütfen biraz ara verip önce kendimize ve mesleğimize bir çeki düzen verelim, gerçeği görelim, buna şiddetle ihtiyacımız var. Önceliğimiz bu olmalı.
Haydi hepimize kolay gelsin. Artık yeni şeyler söylemenin ve yeni şeyler yapmanın zamanıdır. Hayat devam ediyor...