Hititlere Ne Oldu?
HİTİTLERE NE OLDU?
Milliyet Gazetesi, 21 Ekim 2023, s. 2.
Anadolu’nun bilinen en eski adı “Hatti Ülkesi”dir. Bu isim ilk olarak Mezopotamya’nın yazılı kaynaklarında, Akad sülalesi döneminde (MÖ 2305-2150) kullanılmıştır. MÖ VII. yüzyıl Asur tabletlerinde görüldüğü gibi MÖ 630 yıllarına kadar da kullanılmaya devam eder. Bu nedenle Anadolu en az iki bin yıl boyunca “Hatti Ülkesi” olarak tanınmıştır. Bu isim öylesine yerleşmiştir ki MÖ 3000’li yıllardan itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Hint-Avrupalı “Hititler” bile yeni yurtlarından söz ederken “Hatti Ülkesi” adını kullanmışlardır. Hatti uygarlığı tarih öncesi bir uygarlık olup, yazılı bir dile sahip değildir. Onların konuştuğu dil hakkındaki bilgilerimiz, Hitit rahiplerinin dinsel törenleri yönetirken arada bir kendi dillerinden olmayan alıntı yapmalarından kaynaklanır. “Rahip şimdi Hattili” deyimi ile ifade edilen bu sözlerden, rahibin Hatti dili konuştuğu anlaşılmaktadır.
Hititler
Bu tür açıklamalardan edinilen bilgiler, Hattice’nin, Hint-Avrupa ve Sami dillerinden tamamıyla farklı kendine özgü bir dil olduğunun saptanmasını sağlamıştır. Anadolu halklarının Erken Tunç Çağı’ndan (MÖ 3000-2000) itibaren bin yıla yakın sürdürdüğü barışçıl yaşam MÖ 2000 yıllarına doğru korkunç bir saldırıyla son bulur. Alacahöyük, Boğazköy, Alişar ve benzeri çok sayıda yerleşmede bu döneme ait yangın izleri vardır. Söz konusu yangın tabakasının üzerinde kurulmuş olan yeni yerleşme, Hint-Avrupa dil grubuna giren Hititlere aittir. Üçüncü bin yıl sona ermeden önceki dönemde Anadolu’da Hint-Avrupa dil ailesine mensup dilleri konuştuğu bilinen üç grup halk vardı; batıda Luvi dili konuşan Luviler, kuzeyde Pala dili konuşan Palalar, Orta ve Doğu Anadolu’da ise Nesite dilini konuşan topluluklar. Bu topluluklara verilen isimler, Hitit başkenti Hattuşa arşivlerindeki çivi yazılı tabletler üzerinden tanınan dillerin isimlerinden üretilmiştir.
Orta Tunç Çağı’nda (MÖ 2000-1800) Asurlular, Anadolu’nun doğu yarısında, bölgedeki çeşitli krallıklara ait kentler ve saraylarla ticaret yapmak amacıyla ticari koloniler kurmuşlardır. Bu krallıkların çoğunun Erken Tunç Çağı’ndan beri hüküm sürdükleri anlaşılmaktadır. Bu ticari koloniler ağının merkezi günümüz Kayseri şehrinin kuzeyinde bulunan Nesa ya da Kaniş (Kültepe) kentidir. Yapılan kazılar sonrası, bu şehirde bulunan Asur tabletlerindeki kişi isimlerinin büyük çoğunluğu Hint-Avrupa kökenlidir. Okunan tabletler Nesa şehrinin Hint-Avrupalı grupların Orta Anadolu’daki ana merkezi olduğu sonucunu çıkartmaktadır. Kısa süre içinde Nesa dili, yazılı kayıtlar için kullanılan temel dil olur.
Hitit Kültürü
Hitit Krallığı, MÖ 1700 yıllarının başlarında ya da ortalarına doğru kurulmuş, başkent olarak da Ankara’nın 150 kilometre doğusunda, günümüz Çorum ili sınırları içinde yer alan Hattuşa (Boğazköy) olarak belirlenmiştir. Hitit Krallığı, Geç Tunç Çağı (MÖ 1550-1200) olarak bilinen dönem boyunca beş yüz yıl kadar varlığını sürdürür. Hitit uygarlığında bir kısım Hatti unsurları da mevcuttur. Ancak bu unsurlar din, sanat ve mitoloji alanlarına aittir, ek olarak Hititler var oldukları sürece Hatti kökenli kişi ve yer adlarını kullanmayı devam ettirirler.
Hitit politik coğrafyası üzerinde yürütülen çalışmalar hâlen birçok belirsizlik içermektedir. Bazı yayınlarda özellikle Akdeniz bölgesindeki bazı bölge ve Hitit şehir isimlerinin Helen şehir isimlerinin değişikliğe uğratılması sonucu oluştuğu ileri sürülmektedir. Örneğin; Likya-Lukka, Ksanthos-Arnna, Tlos-Tlava gibi. Ancak nasıl olur da MÖ 3.000 yılından itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Hititlerin, Geç Tunç Çağı’nda MÖ 1.000 yılında Anadolu’ya gelen Helen şehirleri üzerine yeni şehirler kurdukları ve onların isimlerini değiştirdikleri ileri sürülebilir? Sanırım uzun bir süredir batıda var olan kültürün Helen kaynaklı olduğu iddiasını ileri sürenler, bu iddialarını devam ettirmek için tarihi çarpıtmayı ve bizleri cahil yerine koymayı hüner saymaktalar.
Hitit Krallığı ve Kadeş Antlaşması
MÖ XIV. ve XIII. yüzyıllarda gücünün doruğuna ulaşan Hitit Krallığı, batıda Ege kıyılarından, doğuda Fırat Nehri’ne kadar Anadolu’nun büyük bir kısmını ve kuzey Suriye’yi hâkimiyetleri altına alırlar. Bu genişleme sırasında zaman zaman Mısır ile anlaşmazlığa düşerler ve yer yer çarpışmalar olur. Bu çarpışmaların tarihte yer alan en önemlisi MÖ 1274 yılında Kadeş’de (günümüz Humus şehri civarında) yapılan savaştır. Bu savaş beş Mısır tapınağının (Ramesseum, Karnak, Luksor, Abidos ve Abu Simbel) duvarlarında kayıtlı olup, genellikle iki versiyon hâlindedir. İlk versiyonu uzun bir şiir veya edebî sunuş şeklinde, ikinci versiyonu ise rapor veya bülten şeklindedir. II. Ramses (MÖ 1303-1212) 31 Mayıs 1279 günü firavun ilan edilir ve altmış yedi yıl firavun olarak hüküm sürer. Bu iki ülke arasındaki savaş galibi olmayan bir savaştır. Ancak Mısır kayıtlarına göre savaşın mutlak galibi II. Ramses’tir. Suriye topraklarının iki ülke arasında paylaşılması ile sonuçlanan antlaşma, taraflarca kabul edilmiş ilk yazılı antlaşmadır. Akadca dilinde yazılmış Mısır dili ve Hititçe’ye de kopyalanmış olan metin eşit koşullar altında imzalanmış olup bir kopyası Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa (Çorum, Boğazköy) antik kentinde yapılan kazılar sonucu 1906 yılında bulunmuştur. Orijinal kil tablet hâlen İstanbul Arkeoloji Müzeleri arşivinde bulunmaktadır. Hemen her devlet gibi Hitit Devleti de bir süre sonra yorulur. İbn Haldun’un yüz yıllar sonrası belirttiği gibi şehir yaşantısı insanları refaha kavuşturur ve onun savaşçı özelliklerini yok eder, bu nedenle de kırsal kesimlerden gelen kişiler yönetime hâkim olur.
Hititlere ne oldu?
MÖ XII. yüzyılın başlarında Hattuşa’nın yıkılmasıyla Hititlerin egemenlik kurduğu krallık da sona erer. Yalnızca birkaç nesillik bir dönem içinde ona ait bütün izler insanlığın hafızasından silinir. Hitit yerleşmelerinde kazı yapan araştırmacıların hemen hepsi, terk edilen şehirlerde yaygın bir yağma, katliam ve yangın izlerine rastlanmadığını söylemektedirler. Bu çözülmede, ana yurtlarını terk etme, çeşitli gruplara katılma ve sonrasında bir göç hâlinde olan yeni gruplarla yeni birlikler oluşturma ve kökenlerinden çok uzak bölgelere dağılma gibi süreçlerin etkili olduğu belirtilmekte. Muhtemelen büyük ve uzun süreli bir kuraklık veya veba benzeri yaygın bir hastalık bu hareketlenmeye yol açmış olabilir. Bazı araştırmacılar Anadolu’dan hareket eden bu grupların bir kısmının (Pelagslar) batıya; İtalya, Adriyatik bölgesine ve Batı Akdeniz adalarına göçmüş olabileceklerini, bunların içinde en önemli grubun ise günümüzde Filistinliler olarak anılan Pelestler olduğu ileri sürülmektedirler. Anlaşılan Anadolu ve onun oluşturduğu kültürler hakkında daha öğreneceğimiz çok şey var. Bunu başaracak olan bizim insanımızdır, somut verilerle başka kişilerin tarihimizi (hele de yazısı olmayan tarihi) arzu ettikleri gibi yorumlamasına imkân vermememiz gerekir.
Karanlıklar ülkesi!
Bir dönem anarşik olaylar nedeniyle Mısır büyük oranda turist kaybına uğrar. Bunun üzerine Mısır hükûmeti Antik Mısır’ı tanıtmak amacıyla belgesel çekimine destek verir. Bir dizi popüler kitap yayınlanır. Christian Jacq isimli bir Fransız’ın yazdığı antik dönemde geçen olayları anlatan eserler en popüler macera kitaplarıdır. Bu kitaplarda Anadolu, Hitit Ülkesi karanlıkları temsil eden bir ülkedir, buna karşın güneş ve aydınlık Mısır’dadır. Çünkü Mısır’ı terk eden turist kafileleri büyük oranda Türkiye’yi tercih etmeye başlamışlardır. Kitabı okurken şuuraltı bir yükleme yapılmaktadır; “Karanlıklar ülkesi!” Ne yazık ki bizim turizmle uğraşan insanlarımız bu tür ince noktaların farkında değildir. Akdeniz çevresindeki ülkelerin kültür turizmi için neler yaptıklarının bile farkında değil. Böylesi bir şuuraltı telkinler içeren belgesel yapmaktan, romanlar oluşturmaktan uzaktırlar. Beklerler ki bütün bunları devlet yapsın, hiç düşünmezler ki bu tür işler bürokrat düşüncesiyle yapılamaz. Ekonomik beklentileri olan işletmecilerin bağımsız düşünce kuruluşları oluşturması gerekir ki, bu konuda bir atılım yapabilelim...