Hypatia...
HYPATİA
Milliyet Gazetesi, 14 Ağustos 2021, s. 2.
“Düşünme hakkınızı saklı tutun çünkü yanlış da olsa düşünmek hiç düşünmemekten iyidir.”
Hypatia
İskenderiyeli astronom ve matematikçi Thoun’un kızı olan Hypatia, bilimi ve zarafeti kadar, güzelliği, felsefe konusundaki bilgisi ve matematik konusundaki çalışmaları ile meşhur bir kadındır. 360-415 yılları arasında döneminin önemli bir kültür merkezi olan İskenderiye’de doğar ve orada öldürülür.
Hypatia, her insanda bulunması gereken üç ana özellikten söz eder; soru sormak, araştırmak ve kuşku duymak. Her duyduğumuza ve her okuduğumuza inanmak mı gerekir? Eğer duyduklarımız ve okuduklarımız hakkında kuşku duymuyor, araştırmıyorsak, hayatımızı büyük bir çıkmaz içinde sürdürüyor oluruz. Kime ve niçin inanacağız?
Kuşku duy, araştır ve düşün...
Pagan inanışında olan Hypatia, dönemin İskenderiye piskoposu Cyril’in dikkatini çeker, çünkü kayıtsız şartsız kendi öğretilerine inanılmasını isteyen Cyril ile Hypatia’nın verdiği eğitim birbiri ile çelişmektedir. Giderek genişleyen ve kesin olarak üzerinde kuşku duyulmasına tahammülü olamayan bir inanç öğretisi ile düşünmeyi hayatın vazgeçilmez bir davranışı olarak gören farklı bir öğreti... Bu çelişkili durum günümüzde de büyük oranda devam etmektedir. Genelde her tür ruhban, insanların düşünmesinden hoşlanmaz, düşünce onların topluma öncülük etme isteklerine zarar verir. İsterler ki insanlar kayıtsız şartsız onların söylediklerine inansınlar, hiçbir şekilde düşünmesinler. Ruhban destekli politikacılar da düşünceye karşı çekince taşırlar, çünkü düşünen insan her söylenene inanmaz, kuşku duyar, araştırır ve kendi düşüncelerini geliştirerek toplumda muhalif kişiler ve giderek gruplar oluşturabilir.
Hyptia’nın, Pagan, Hıristiyan ve Musevilik gibi farklı inançlara sahip çok sayıdaki öğrencisi arasında daha sonra İskenderiye valisi olacak olan Orestes ile piskoposluk makamına ulaşan Synesius da vardır. Eserleri günümüze ulaşmaz, ancak Synesius ile yaptığı yazışmaların bir bölümüne sahibiz.
Cesaret Sahibi Olmak
“Kendinden emin ve ne dediğini bilen insan, gerçekten cesaret sahibi bir insandır. Böyle bir insanı esaret altına alamazsınız. Kendi düşünceleriyle ilerleyen ve bu düşünceleri her zaman kendine kılavuz edinen bir insanı boyunduruk altına almak asla kolay bir iş değildir… Korkakları ele veren en önemli şey şudur: Ortada var olan probleme çözüm üretmektense, o problemin suçlusunu ararlar. Çünkü, çözüm üretmek her daim zordur, oysa suçlu bulmak çok kolaydır. Politikacılara dikkat edin; onlar her daim bir şeyler için bir suçlu bulurlar.” (s. 46).
Bu sözleri okurken acaba yanılıyor muyum, gerçekten bu sözler bin beş yüz yıl önce mi söylenmiş, yoksa günümüzdeki sıkıntıları mı dile getiriyor diye düşünmemek mümkün mü?
“Tarihe baktığımızda gördüğümüz en önemli şey, bilimsel aklın haklılığının eninde sonunda ortaya çıktığıdır. Gördüğümüz bir diğer şey ise, bu haklılığa ulaşana dek çok kişinin acı çektiğidir.” (s. 48).
Bilimsel Akıl
Sanırım insanlığın var oluşundan beri çok az sayıda yönetici bilimsel aklın yaygınlaşmasını desteklemiş ve eğitimin önemine ilgi duymuştur. Hemen her toplumda düşünen, araştıran, kuşku duyan insan sayısının artması yönetim erkinin işini zorlaştırır. Aldıkları kararların tartışılması, uygulamaların irdelenmesi, yöneticinin istediği toplumsal huzura zarar verir. Yönetim erkinde görev alanların çok çalışması ve akıllıca kararlar alması gerekir. Böylesi bir kadro oluşturmak ve karar sürecini hatasız yönetmek nerede ise imkânsız denecek kadar güçtür ve insanı yorar, uzun süreli yönetime imkân vermez.
Bu yüzden, kuşku duyan, araştıran ve düşünen bireyler, yönetim tarafından farklı, cesaretli kişiler olarak algılanır, bu da giderek toplumun cesareti anlamına geleceği için hoş karşılanmaz. Buna karşın her söylenene tartışmasız inanan, bir anlamda düşünce açısından esaret altına giren insanlar, toplumun da esaret altına girmesine yardımcı olacakları için makbul bireyler olarak kabul edilirler.
Düşünen İnsanlar
Düşünen insanlar doğaları gereği zor insanlardır, onların yaşamında inandıkları şey için pes etmek yoktur. Onlar gerek aile içi eğitimleri döneminde gerekse daha sonra örgütlü eğitimleri süresince aykırı kişiler olarak nitelenmişler ve hayat boyu sıkıntı çekecekleri bir süreç yaşamaya mahkûm olmuşlardır.
“Eğer bir toplum tek bir aklın sözleri, düşünceleri ve eylemleriyle hareket ederse, orada sadece o kişi var demektir. Geriye kalanların varlığı bir söylentiden öteye gitmezdi.” (s. 65).
Hypatia’ın hayatına mal olan öğretisi, dost ve öğrencilerine; kuşku duymak, araştırma ve düşünme olmuştur. Kişinin eğitim sonucu elde ettiği bu hasletleri çekinmeden kullanması için gereken tek şey ise cesarettir. Eğer insan gereken cesareti göstermezse, öğrendiğini sandığı şeyler birer kelimeden ibaret kalacaktır. Cesaret bir kez kıpırdadığında korkular isterse dağlar kadar büyük olsun fark etmez, yerle bir olurlar.
Herkes Yaptıkları İle Anılır
“Zaman bize gösteriyor ki, yaşadığınız çağda ne yaparsanız yapın, gelecekte etkileri olacaktır. Ya sadece öldüğümüzü söyleyecekler ya da öldüğünüzü söylemeden önce yaptıklarınızdan bahsedecekler. Ve kim ne yaptıysa elbette onlarla anılacaktır.” (s. 71).
Dinle, hastalıklarla, zorbalıklarla ve daha nicesiyle korkutulan toplumlar, bir avuç insanın verdiği kararlarla ve yine onların yarattığı suni korkularla yüz yıllarca yaşadı. Yüreklere işleyen bu korkuyu körükleyen insanlar ise yüz yıllar boyunca karanlıkların kuytularında insanlığın refah ve mutluluğunu törpülediler. Araştırmanın, öğrenmenin ve düşünmenin önüne geçmeye çalıştılar. 391’de Serapis Tapınağı’nda bulunan İskenderiye Kütüphanesi yakıldı. 415’de düşünce tarihinin bilinen ilk kadını Hypatia’nın öldürülmesi ile İskenderiye’de başlayan karmaşa dönemi bin yılların birikiminin yok olmasının ikinci adımıydı. Bundan böyle, İskenderiye Piskoposu Cyril’in başını çektiği, sözde insanlığa kurtuluş vadeden bir grup onu cehaletin derinliklerine sürüklemek için bildikleri gibi çalışmaya başlayabilirlerdi...
Marit Rullmann, Kadın Filozoflar, Çev. Tomris Mengüşoğlu, İstanbul, 1996.
Yılmaz Şener, Hypatia, İstanbul, 2020.