İki Gravürden Bugüne Ulaşan Mesajlar...
İKİ GRAVÜRDEN BUGÜNE ULAŞAN MESAJLAR
Milliyet Gazetesi, 29 Nisan 2023, s. 2.
Bu kez zaman zaman dikkatimi çeken ve üzerinde düşüncelere daldığım iki gravürün hikâyesini sizlerle paylaşmak istedim. Gravürlerin ilki Antoine Ignace Melling tarafından çizilir. Bunların ilki, 1819 yılında Paris’te basılan “A Picture Voyage to Constantinople” isimli büyük boy albümde yer alan “Bayram Günü Padişahın Tören Yürüyüşü” isimli gravürdür. Diğeri ise John Frederich Lewis’in “Constantinople in the Years 1835-36” adıyla 1837-1838 yılları arasında Londra’da basılan taş baskı albümün girişinde yer alan gravürdür.
Melling
Fransız asıllı mimar ve ressam Antoine Ignace Melling, 1763 yılında Karslruhe’de sanatçı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Klagenfurt’ta mimarlık ve resim eğitimi alır. 19 yaşında Osmanlı İmparatorluğu nezdindeki Rus Büyükelçisi’nin dikkatini çekerek İstanbul’a getirilir. Kısa bir süre içinde özellikle Sultan III. Selim’in (1789-1807) kız kardeşi Hatice Sultan’ın ilgisini çeker ve saray için çalışmaya başlar. Yaklaşık yirmi yıl boyunca İstanbul’da çeşitli yapılar ve bahçe düzenlemeleri yapan Melling, 1802 yılında Fransa’ya geri döner ve İstanbul’da çizdiği gravürlerin yayınlanması için çalışmalara başlar. Bir dönemin İstanbul’unu yansıtan muhteşem görüntülerin yaratıcısı 1831 yılında, 68 yaşında Paris’te vefat eder.
Lewis
1804 İngiltere doğumlu John Frederich Lewis’in nerede eğitim aldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Uzun bir dönem Kahire’de (1841-1850) yaşar. Yaptığı Doğu ve Akdeniz manzaraları ile oryantalist bir ressam olarak ün kazanır. Her ne kadar 1841 yılında İstanbul’u ziyaret ettiği bilinse de 1837 yılında Londra’da basılan Türkiye ve İstanbul ile ilgili gravürleri kendi gözlemleri sonucu çizmediği, Coke Smith’in desenlerinden esinlenerek bu gravürleri hazırladığı söylenir. John Frederich Lewis 1876 yılında, 72 yaşında İngiltere’de vefat eder.
Bayram günü
Muhtemelen 1700’lü yılların sonuna doğru veya 1800’lü yılların hemen başında Melling tarafından “Bayram Günü Padişahın Tören Yürüyüşü” adıyla çizilen gravür muhteşem ötesi bir tören resmidir. Melling bu gravürün açıklamasında; “... Osmanlı Sarayı’nda bundan şatafatlı bir tören yoktur...” demektedir. Bayram sabahı erken saatte sadrazam, şeyhülislam ve kaptan-ı derya sultanın eteğini öperek bayramlaşma törenini başlatır. Yeniçeri Ağası’nın ise yalnızca sultanın çizmesini öpmesine izin verilir. Daha sonra hazır bekleyen tören alayı ile bayram namazının kılınacağı camiye doğru yola çıkılır. Tören alayının Bâb-ı Hümâyun’dan çıkışını tasvir eden gravürün ön sıralarında ilmiye sınıfına mensup başta şeyhülislam olmak üzere üst düzey kişiler yer alıyor. Onların ardı sıra ikişerli sıra halinde “Selîmî” denilen yeni moda kavuklarıyla altı adet kubbe veziri yer alıyor. Onların gerisinde ise birbiri peşi sıra atlara binmiş üç adet bostancının refakatinde, eğerlerinin yanına büyük birer kalkan takılmış binicisiz üç at görülüyor.
Daha geride ise üzerinde muhtemelen kürk hilat olan, uzun kavuklu, kavuğun üzerinde üç ince sorguç görülen sadrazam seçiliyor. Onun gerisinde ise Yeniçeri Ocağı’nın 60, 61, 62 ve 63. ortalarını oluşturan solaklar, başlıklarına taktıkları balıkçıl kuşu tüyleri ile tanınan “Rikab-ı Hümâyun Solakları” ile çevrili, sorguçlu bir kavuk takan dönemin padişahı Sultan III. Selim gelmektedir. Boylu boslu yeniçeriler arasında seçilen bu ortaların mensuplarına “Solakan-ı Hassa” da denilmektedir. Solakbaşı ismi verilen bir komutanın emri altında hareket eden bu birlik Sultan I. Bayezid (1389-1402) döneminde kurulur. Hassa solakları gerek seferlerde gerekse törenlerde padişah etrafında yaya olarak yürürler. On birer kişilik mangalar halinde bulunan solakların başında kumandanları ve kethüdaları bulunmaktadır. 60 ve 61. ortaların solakbaşı ve kethüdaları solda, 62 ve 63. ortaların solakbaşı ve kethüdaları ise Hünkar’ın sağında yürürler. Solakların başlarında bir buçuk karış uzunluğunda, altın varaklı ve ön tarafı servi şeklinde yeşil sorguçlu külah bulunur, bu külaha çok uzun beyaz balıkçıl kuş tüyleri takılır. Melling bu olayı; “... Padişah muhafızları ve başlıklarının üzerinde çok uzun beyaz kuş tüyleri bulunan içoğlanları kalabalığıyla çevrelenmişti, yüzü yalnızca bu tüylerin dalgalanmaları arasından seçilebiliyordu...” sözleriyle anlatarak masal dünyasına gönderme yapmaktadır. Dalgalanan tüyler arasından zaman zaman bir görünüp, bir kaybolan bir suret! Elbette üzerinde ışıklar saçan elmaslarla zenginleştirilmiş, kuş tüylerinden bir sorguç bulunan görkemli sarık onun kolayca fark edilmesini sağlar. Padişahın çevresini saran solakların, herhangi bir saldırıya karşı her zaman dikkatli oldukları, saldırı sırasında arkalarını padişaha dönmemek için sağ yanında bulunanların sol ellerini, sol yanında bulunanların ise sağ ellerini kullanır şekilde seçilmeleri ve eğitilmeleri esastı. Ellerinde derviş teberine benzer uzun mızraklar taşıyan solakların bazılarının ellerinde ise yay ve sırtlarında ok muhafazalarının (tirkeş) bulunduğu anlatılır.
Solaklarla çevrili sultanın biraz gerisinden ise Silahdâr Ağa gelmekte, koyu renk bir ata binmiş olan uzun külahlı ağanın sağ omuzunda, dikkatli bakınca kınının ucundan tuttuğu bir kılıç taşımakta olduğu görülüyor. Taşınan bu kılıç, padişah tahta çıktığı zaman Eyüp Sultan’da kuşandığı kılıçtır ve kendisi dışında hiç kimsenin bu kılıcı kabzasından tutmasına izin yoktur. En geride, beyaz ata binmiş bir siyahi, Dârülsaâde Ağası tören geçidine katılıyor. Tören alayının her iki yanında nerede ise omuz omuza sıralanan yeniçeriler görülmekte.
Resmin arka planındaki görüntü, Sultan III. Ahmed Çeşmesi ve Bâb-ı Hümâyun’un detaylı çizimine karşılık bu noktadan başlayarak Cankurtaran’a doğu inen günümüz İshak Paşa Caddesi, sanki düz bir yol gibi çizilmiştir. Fonu oluşturan ikişer şerefeli ve dört minareli cami ise tamamen hayal ürünü. İleri doğru sokağın sağ yanında yer alan dört katlı yapıların bu kadar yoğun olamayacağı, yerinde yapılan bir gözlemle doğrulanacaktır. Ama her şeye rağmen bu görüntü muazzam bir gücün ifadesidir.
Sultan II. Mahmud
John Frederich Lewis’in altına adının baş harflerini yazdığı 1837 tarihli gravür ise imparatorluğun karşı karşıya kaldığı şokun bir göstergesi gibidir. 15 Haziran 1826’da tarihimizde “Vaka-i Hayriye” adıyla geçen bir karar ve hareketle “Yeniçerilik” kaldırılır. Bu olay gerek ordu gerekse sivil hayatta bir reform başlangıcı olarak görülse de aynı zamanda yüz yıllar boyunca devam eden düzenin ve geleneklerin büyük oranda ortadan kalkmasına neden olduğunu en güzel bu iki gravürün açıkladığını düşünüyorum.
İlk gravürden yaklaşık kırk yıl sonra çizilen bu gravürde, hangi cami olduğunu kesin olarak tespit edemediğimiz bir camiden çıkan Sultan II. Mahmud (1808-1839) görülmekte. At üstündeki padişahın iki yanında “İstanbulin” denilen yeni moda giysileri ile muhtemelen vezirler yürüyor. Sağda iki, solda iki asker selam durmakta. Bir yanda feraceli kadınlar, diğer yanda bir grup sarıklı küçük bir kalabalık sultanı seyretmekte. Nerede Sultan III. Selim’in tören alayının görkemi, nerede Sultan II. Mahmud’un konu olduğu gravürde görülenler?
John Frederich Lewis’in bu görüntüye şahit olması mümkün değil. Kanımca, Coke Smith’in bir deseninden böylesi bir sonuca varmış olmalı. Ancak önemli olan bu tür resimlerin yarattığı imajdır. Sultan II. Mahmud’un bu resmi, bir dünya imparatorluğunun kayıtsız şartsız itaati gerektiren yöneticisi açısından kabul edilemez bir görünüştür. Herhangi bir vali veya biraz üst düzeydeki yönetici görüntüsü veren bu resim, imparatorluğun reform çabalarının getirdiği sonucu göstermesi açısından oldukça ilgi çekicidir.
Elbette gerek ülkelerin gerekse toplumların her zaman reform yapmaları ve çağın gidişine paralel düzenlemeler gerçekleştirmeleri kaçınılmazdır. Ancak dikkat edilmesi gereken yapılan çalışmaların geçmişle olan bağlarıdır. Hemen her şeyi bir kenara atıp, uygulamakta zorluk çekilen, toplum yapısına uygun olmayan düzenlemeler yaparken daha dikkatli olmamız ve geçmişten kalan bu görüntüleri akılcı bir şekilde değerlendirmemiz gerekir...