İstanbul Üzerine II...
İSTANBUL ÜZERİNE
Milliyet Gazetesi, 30 Temmuz 2017, s. 20.
Megaralı Hellenler, MÖ 660’ta Sarayburnu’na çıkar ve İstanbul’un ilk çekirdeğini kurarlar. Okullarda kentin bu efsaneye dayalı kuruluşu okutulurdu. Ancak daha sonra böyle olmadığının farkına vardım...
Herodot, Ege’nin doğusu ile batısı arasındaki çatışmayı ele aldığı ünlü eserine İo efsanesi ile başlar. Konuyu kendinden önceki yıllarda bir masal değil de, tarihsel bir olaymış gibi anlatır. Tanrıça Hera’nın gazabından kaçmak için inek biçimine girip, karnında Hellen’lerin baş tanrısı Zeus’un çocuğunu taşıyarak kıtadan kıtaya atlayan, geçtiği yerlere adını veren İo, Bosporos-İnek Geçidi’ni geçerek peşine takılan atsineğinden kurtulmaya çalışarak Mısır’a kadar gider.
Bu arada Kağıthane (Barbissos) ve Alibeyköy (Kidaros) derelerinin arasındaki bir koya bakan ağaçlıklı bir alanda bir kız çocuğu doğurur. Keroessa (Boynuz) anlamına gelen bir isim verilen bu çocuk bir su perisi olan Semestra tarafından büyütülür. Annesi gibi çok güzel bir kız olan Keroessa’da gönlünü bir tanrıya Zeus’un kardeşi Poseidon’a kaptırır. Bu birliktelikten doğan çocuğa Buzas (Byzans) adı verilir. Bir başka söylenceye göre ise Buzas/Bizas bir Trak kralı ile su perisi Semestra’nın oğludur.
Anadolu kaynaklı
Bir grup Megaralı kolonist yeni bir sefer öncesi Delphi Tapınağı’na giderek kâhinden gelecek için bilgi ister ve “Şehrinizi körler ülkesinin karşısına kurun ” cevabını alırlar. Bizas isimli komutanın öncülüğünde yola çıkan Megaralılar, Kadıköy’ün karşısındaki Boğaza hâkim burnu görünce bu bölgeye değilde, karşı kıyıya yerleşenleri körler olarak niteleyerek Sarayburnu kıyılarına yerleşirler, komutanın adına ithâfen de bölgeye Byzantion adı verilir.
Yüzlerce yıldır bu söylenceler ile avunduk veya avutulduk. Bu işin aslı astarı nedir diye merak eden bir avuç bilim insanı gerçekleri yazdılarsa da onlar görmezden gelmeyi tercih edenlerin, gerçekleri efsaneler ile saptırmayı hüner sayanların söylemleri arasında duyulmaz oldu.
Öncelikle bilmemiz gereken “Byzantion” isminin Hellence (Eski Yunanca) olmayıp, bu kelimenin aslının Anadolu’nun antik dönem dillerinden biri olan Luwi’ce den geldiği ve muhtemelen “Buzanta” olarak telaffuz edildiğidir. Hellence “Byzanta” olarak yazılan bu kelime Hellen dilinde “-yeri” anlamına gelen “-ion” takısı eklenerek “Byzantion” olarak ünlenir. Ne yazık ki pek çok insanımızın Yunanca sandığı bu kelimenin aslı özbeöz Anadolu kaynaklıdır.
Bir diğer yanlış inanış ise Khalkedon’un yani günümüz Kadıköy çevresinin “Körler Ülkesi” olarak isimlendirilmesidir. Byzantion’un kuruluşundan on yedi yıl önce bölgeye yerleşen kolonistlerin bu bölgeyi seçmelerinin temel nedeni önceliklerinin denizcilik değil, çiftçilik olmasıdır. Muhtemelen daha sonra gelen kolonistler, efsanelerde belirtildiği gibi bu yerleşimcileri körler olarak nitelemek bir yana, böylesi verimli ve tarım yapılabilir, sulak bir araziye yerleştikleri için kıskanmış olmalıdırlar.
İstanbul’un çekirdeği
Bir dönem için kıskanılan yerlerin daha sonra tarih sahnesinde yeteri kadar yer alamadıkları, buna karşın mecburiyet nedeni ile yerleşilen ve zorluklarla mücadele edilerek yaşamın sürdürüldüğü yerlere karşı üstünlüklerini kaybedip, ufaldıklarının ve yok olduklarının sanırım en güzel örneği Khalkedon Byzantion arasındaki rekabet olmalıdır.
MÖ 660 tarihinde Megaralı Hellenler, Sarayburnu’na çıkar ve günümüz İstanbul’unun ilk çekirdeğini kurarlar. Bizim ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitede okuduğumuz dönemlerde bu efsaneye dayalı kuruluş okutulurdu. Daha sonra bu işin böyle olmadığını, yüzyıllardır bir efsanenin peşine takılıp, gerçekleri görmezden geldiğimizin farkına vardım. Megaralıların gelişinden çok önceleri, bölgede Antik dönem yazarlarının da bahis konusu ettikleri Lygos isimli küçük bir şehir vardır.
Bayrampaşa Deresi
Bu şehre ait yazılı kaynakların dışında, gerçek buluntulara rastlanmışsa da önceliğimiz bu tür araştırmalar olmadığı için tahrip olup, görmezden gelinmiştir. İstanbul yarımadasının burnunda yer alan Lygos muhtemelen bir Trak şehri olup, Hellen efsaneleri arasında kendine yer bulamamış bir yerleşmedir. Ancak o günlerden günümüze erişen bir isim bize bu yerleşmenin anısını hatırlatır. Bir dönem, yarımadanın dışından doğup, daha sonraları surların içinden geçerek Yenikapı’da denize ulaşan Bayrampaşa Deresi’nin antik dönemdeki adı “Lygos” idi. Hoş şimdilerde, bırakın derenin adını kendini bile hatırlayan İstanbullu bulmak nerede ise imkansızdır.
2007 yılında Marmaray kazıları sırasında eski Lygos/Bayrampaşa Deresi’nin denize ulaştığı Yenikapı’da bu şehrin tarihini çok daha eskiye götüren buluntularla karşılaştık. Daha yazının olmadığı, insanlığın avcılık ve toplayıcılık döneminden tarım toplumuna (neolitik dönem) dönüşmeye başladığı tarihlerde bir grup insan bölgeye yerleşmiş, burada hayatlarını sürdürmüş ve yakın bir tarihte açılması düşünülen müzede de göreceğimiz gibi günümüze ayak izlerini bırakmışlardı.
Bu araştırmaların sonuçlarını daha çok az kişi biliyor, ama zaman zaman günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine giden bu yerleşme izlerinin farkına varan, şehrin tarihi üzerinde konuşan insanlarla karşılaşıyorum. Yüzyıllardır MÖ. 660 tarihinde Megaralı Grekler bu şehri kurdular efsanesinin sonuna gelindiği bir dönemdeyiz. Ancak öncelikle bizlerin, bu şehirde yaşayanların, bu şehri yönetenlerin bu bilince kavuşmaları ve içinde yaşadıkları şehrin geçmişini merak etmeleri gerekiyor. İnşallah ben yanılıyorumdur ama, sanırım bu buluntulara erişeli on yılı aşkın bir zaman geçti, bu konuda gerek ülkemizde gerekse uluslararası bilim topluluklarında çok sayıda yayın yapıldı, hâlâ bazı önemli konuşmaların “günümüzden iki bin yılı aşkın bir süre önce Sarayburnu”na çıkan Megaralılar bu şehri kurdular” sözleri ile başladığını duydukça, bu kadar cehalet öfkemi artırıyor.
Hâlâ MÖ 660 mı?
Biraz merak, dedikodu yerine biraz araştırma, insan yaşadığı şehrin tarihine bu kadar duyarsız kalırsa acaba neyi öğrenmek için çaba sarf eder diye düşünüyorum. Merak ettiğim bir diğer nokta ise acaba bizim okullarımızda hâlâ İstanbul’un kuruluş tarihi olarak MÖ 660 mı öğretiliyor? Bu konudaki tarih kitapları yeni araştırmalara ne kadar yer veriyor?
Yüzyıllardır avutulduğumuz efsaneler hâlâ bazıları için güncelliklerini korumaya devam mı ediyor?