Kabusnâme...
KABUSNÂME
Milliyet Gazetesi, 3 Nisan 2022, s. 7.
“Kişinin ululuğu akıl ve edepledir, soyla sopla değil.”
Keykâvus
İslâm tarihinde daha çok Ziyârîler olarak bilinen Ziyâroğulları Devleti (928-1077) adını kurucusu Merdâvic’in babası Ziyâr b. Verdânşah’tan alır. Merkezleri Hazar Denizi’nin güney kıyılarına yakın Cürcan (Gürğan) olan Ziyâd Hanedanı’nın kuruluş tarihi olarak 928 veya 932 kabul edilir. Merdâvic’den sonra tahta kardeşi Veşmgîr geçer. Bu dönemde Sasanilere bağlı olarak varlığını sürdüren devletin sınırları Hazar Denizi’nin güney kıyısı boyunca uzanan Taberistan ve çevresine yayılır. Veşmgîr’in ölümü üzerine, 1049 tarihinde tahta Keykâvus b. İskender b. Kâbûs (1049-1087) geçer. Keykâvus’un 1082 tarihinde oğlu Giylânşah’a yazdığı nasihatnâme “Kabusnâme” adıyla bilinir. İslam öncesi Fars kültüründe hükümdar ve yöneticilere devlet yönetiminde yol göstermek amacıyla yazılan bu gibi kitaplar “Enderznâme ve Pendnâme” adlarıyla tanınmaktadır. Benzer bir nasihatnâme de Büyük Selçuklu Veziri Nizamü’l- mülk’ün meşhur “Siyasetnâme”sidir.
Sultan Keykâvus yazdığı kitabın önsözünde bu eseri bir nasihatnâme olarak kaleme aldığını belirtse de yazdığı kitap İslam literatüründe yukarda da belirtmeye çalıştığım gibi Kabusnâme olarak tanınmıştır. Üç bölümlü giriş faslından sonra kırk dört bölümden oluşan Kabusnâme, erken dönemlerden itibaren Türkçe’ye tercüme edilerek sultanların dikkatine sunulmuştur. Hükümdarın oğluna yazdığı bu nasihatnâme ilk kez XIV. yüzyılın sonunda Germiyanoğlu Süleyman Şah (ö. 1387) tarafından dilimize tercüme ettirilir. Bu çeviriyi takiben, XV. yüzyıl başlarında Ak Kadıoğlu tarafından yapılan bir tercümenin daha olduğu bilinmektedir.
XV. yüzyıl ortalarına doğru bu kez Mercimek Ahmed bin İlyas, Sultan II. Murad (1421-1451) için bir tercüme daha yapar. Mercimek Ahmed yaptığı tercümeye, daha iyi anlaşılması için bazı ilaveler (şerhler) yaptığını söyler. Mercimek Ahmed’in çevirisi, Sultan III. Ahmed (1703-1730) döneminde Bağdat Valisi Hasan Paşa tarafından bir kere daha tercüme ettirilir. Çağatayca’ya da tercüme edilen Kabusnâme’nin, Mercimek Ahmed tarafından yapılan Türkçe tercümesi rahmetli Orhan Şaik Gökyay tarafından erişilebilen dört nüsha esas alınarak yeni dilde yayımlanır (1946). Latin alfabesinde yayımlanan bu tercüme gününün deyim ve sözcükleri ile yapıldığı için ne yazık ki genç kuşakların ilgisini çekmemekte ve yaygın olarak okunmamaktadır. Bu durumu tespit eden Atillâ Kırımlı, günümüzde konuşulan dili esas alarak yeni bir tercüme denemesi yapar.
“Şöyle rivayet ederler; sultan yaşlanmıştı. Ama genç bir oğlu vardı, adına Giylânşah derlerdi, yetenekli, akıllı bir gençti. Bir gün sultan oğlunun yüzüne baktı ve halini gözledi, her ne kadar onda akıl ve devlet olgunluğu olduğunu gördüyse de yiğitlik gururunun ve gaflet uykusunun da birlikte olduğunu anladı. Sultan düşündü ki eğer oğlunu kendi terbiye eder ve mutluluk sahiplerinin yolunda kılavuz olursa da buna ömrü yetmez. Eğer kendi terbiye edemezse kendi cevherini balçığa atmış olur. İşte bu sebeple uygun buldu ki oğluna ölümsüz olan bir yol gösterici bulsun, bunun üzerine ona doğru yolu göstermek için bu kitabı yazdı.”
Sultan Keykâvus’un yazdığı bu kitap yalnızca oğluna değil, yüzyıllar boyunca pek çok insana ve özellikle de hükümdarlara yol gösterici olur ve üzerinden bin yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen okunur. Ders alınır mı bilinmez, alınsaydı belki zaman zaman yaşadığımız sıkıntılı dönemler tekrarlanmazdı diye düşünürüm.
Kabusnâme’nin içinde anlatılan ve geçmişten kalan hikâyelerle süslenen kırk dört bölümünün bazılarının günümüzde uygulamaya alınma şansı yoktur. Ancak “Hüner artırmak güher (mücevher) artırmaktan iyidir” isimli bölümü ile benzer bazı bölümlerde yaptığı açıklamalar yüzyıllar sonra da geçerliliğini korumaktadır.
Hüner cevherden iyidir, hüner sahibi olmak, gerçekten servet biriktirmekten yeğdir. Servet el değiştirebilir, onun nasıl oluşturulduğunu bilmeyenler tarafından kısa süre içinde tüketilebilir. Ancak ne ve nasıl olursa olsun hüner sahibi olmak, sahibi olduğu hüneri evrensel boyuta taşımak ve gelecek nesillerin beğenisine sunmak her dönem için geçerliliğini koruyan bir yöntemdir. Hüner sahipleri sahip oldukları hünerleri, çevresinde bulunan insanlara da aktarmak ve onları bu yönde eğitmekle görevlidirler. Sahip olduğum hüner benimle birlikte kalsın, kimseye bir şey öğretmem anlayışı kabul edilebilir değildir. Çünkü hüner geniş bir çevrede yaygınlaşırsa büyür ve gelişir. Çağın gereklerine cevap verecek şekilde evrilir. Yalnızca bir kişinin veya az sayıda insanın hünerini uygulaması bir süre sonra tükenişe ulaşır. Yeni tasarımlar ortaya çıkmaz, eskinin tekrarı yeterli görülmeye başlanır.
Keykâvus; “Ey oğul, çalış ki soydan gelme cevherin yoksa sonradan edinmiş hünerin olsun. Çünkü hüner ten cevheridir. Ten cevheri de soy cevherinden iyidir. Kişinin ululuğu akıl ve edepledir, soyla sopla değil.” demektedir. Günümüzde sıklıkla hüner sahibi olmak için çalışmak yerine, soylarını geçmişte yaşayan kişilere bağlayarak kendilerini diğer insanlardan farklı göstermeye çalışan insan sayısı arttıkça, aradan geçen bin yıllara rağmen çok bir şeyin değişmediğini düşünmekteyim. Bir soya veya bir grup veya cemaate bağlanmak insanı yüceltmez, olsa olsa günlük hayattaki yaşamını kolaylaştırır. Buna karşın hüner sahibi olan ve hünerinin yaygınlaşması için çaba sarf eden insanlar, yalnızca günümüzde değil, gelecekte de yaşama devam edeceklerdir.
Batı kültürüne ait çok sayıda kitabı günümüz gençliği okuyabilmekte ve ne söylenmek istendiğini anlayabilmektedir. Buna karşın gerek Eski Türkçe gerekse Arap ve Fars edebiyatının benzer kitaplarını okumak ve anlamakta güçlük çekmektedirler. Güç okunan veya içeriği anlaşılmayan kitaplar insanı sıkar, birkaç sayfa sonra okunmadan bir kenara bırakılır. Bu kitapları okumak isteyenler Eski Türkçe öğrensin, kelime hazinesini genişletsin demekle bu iş olmuyor. Hemen herkesin okuması gereken bu tür kitaplar küçük bir azınlığın tekelinde kalmakta. Batı kültürüne ait kitaplar, okuma kolaylıkları açısından rağbet görmekte ve çoğu kişi “Bizim bu tür yazarlarımız niçin yok?” diye hayıflanmakta. En kısa süre içinde bu alışkanlığı değiştirmemiz gerekiyor. Kabusnâme ve benzeri nasihat kitaplarını bir dizi halinde, çeşitli yaş gruplarına hitap edecek edisyonlar şeklinde basmak ve okunmasını sağlamak gerekiyor. Hemen her vesileyle eğitimin hayat boyu sürmesi gerektiği söyleniyor. Kendi kültür kökenlerine ait kitapları okuyamayan, okusa da anlamakta güçlük çeken bir toplumun eğitilmesi nasıl olacak, merak ediyorum?
Keykâvus, (Haz. Orhan Şaik Gökyay), Kabusnâme, İstanbul, 2007.
İlyasoğlu Mercimek Ahmet, (Haz. Atillâ Özkırımlı), Kabusnâme, İstanbul, Tarihsiz.