Kayseri'nin Kapıları...
KAYSERİNİN KAPILARI
Milliyet Gazetesi, 9 Ekim 2021, s. 2.
Bernard Lewis, okuldan mezun olduktan sonra akademisyen olmaya karar verir. Karşılıklı konuşma sırasında hocası ona “hangi yüzyıl üzerinde çalışmak istiyorsun” diye sorar. “XX. yüzyıl” diye cevap verdiğinde “yanlış yerdesin sen gazetecilik enstitüsüne devam etmelisin” der. “Niçin” diye sorduğunda, “yakın geçmiş üzerinde yorum yapacak kadar netleşmemiştir, günlük olaylar insanı etkiler” der.
Ben de bu sözlerden esinlenerek, yazılarımda günlük olayların dışında kalmayı, daha çok eski söylenenlerin ve yaşanmışlıkların yorumunu yapmayı tercih ederim. Ancak bana gönderilen “Kayseri Recep Tayyip Erdoğan Millet Bahçesi” ile ilgili fotoğrafları görünce “anlaşılan bizim kuşağımız ne zafer anıtı ne de taç kapı hakkında hiçbir şey bilmiyor” düşüncesiyle, bu konudaki düşüncelerimi yazmaya karar verdim.
Kendinden önceki başka hiçbir kültürde karşılığı olmayan Zafer Anıtları, Roma İmparatorluk kültürünün ürünüdür. MÖ. I. yüzyıldan itibaren İspanya’dan Ürdün’e kadar tüm Akdeniz ülkelerinde, Almanya ve Avusturya gibi bu coğrafyanın dışında kalan bazı ülkelerde görülen zafer anıtları, gerçekten görkemli yapılardır. Roma İmparatorları’nın kazandığı zaferler sonrası inşa edilen bu yapıların büyük bir çoğunluğu günümüze erişmiştir. Arapça ve Farsça’da kemer anlamına gelen “tak” kelimesi Roma anıtlarının çoğunun kemerli olması nedeniyle dilimizde “Zafer Takı” veya “Tak-ı Zafer” olarak kendine yer bulmuştur. Bazıları tek açıklıklı, çok azı iki ve çoğunluğu üç açıklıklı olan bu bağımsız yapılar herhangi bir giriş kapısı değil (Yedikule’deki Altın Kapı hariç) zafer alaylarının tören geçişi için yapılmıştır. Niçin üç açıklıklıdırlar? Günümüze kadar bu konuda herhangi bir yorum yapıldığını duymadım. Konuştuğum bazı arkeologlar, üç açıklığın ortada yer alan ve genelde daha geniş ve büyük olanının imparator ve üst düzey komutanlar tarafından kullanıldığı, sağdaki daha ufak açıklığın gidiş, soldakinin ise dönüş için kullanıldığını düşündüklerini ifade ettiler. Ancak bu takların çoğunluğu şehre giriş için kullanılan yapılar değildir. Daha çok bir zaferin anısına yapılmış bağımsız seyirlik yapılardır, niçin gidiş-geliş için kullanılır olsunlar? Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu içinde yaygınlaşmasından ve resmî din olarak kabul edilmesinden sonra yapılan benzer yapılar içinse teslis (Baba, oğul ve kutsal ruh) kavramını akla getirmesi için yapıldığı görüşü ileri sürülmektedir. Ancak Hıristiyanlığın yaygınlaşmasından hatta ortaya çıkmasından önce yapılan üç açıklıklı zafer takları için bu görüşü kabul etmek mümkün değildir.
Zafer Takı benzeri yapılar daha sonra, özellikle de XVIII. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu’nun devamı oldukları iddiasında olan, başta Fransa olmak üzere çok sayıda ülkede inşa edilir. Bu yapıların en tanınmışı hiç şüphesiz, Paris’teki “Arc de triomphe l’Étoile”dir. Napolyon’un Rusya zaferini kutlamak için yapılması düşünülen bu yapının inşaatına, savaşın mağlubiyete dönmesi üzerine ara verilmiş olup, 1836 yılında tamamlanmıştır. Daha sonra zeminine I. Dünya Savaşı’nda ölen askerlerin anısına bir meçhul asker mezarı yapılarak, anıt haline getirilmiştir.
Her ne kadar benzer bir yapı olmasa da dilimize Farsça’dan geçen “tak” kelimesinin gerekçesini oluşturan yapı; Bağdat’ın 35 km. kadar güneyinde bulunan Medâin / Selmân-ı Pak / Ktesifon şehrinde Sasani Hükümdarı I. Şâpûr (241-272) döneminde yapımına başlanan ve I. Hüsrev (531-579) döneminde tamamlanan sarayın günümüze ulaşan bir bölümünü teşkil eden “Eyvân-ı Kisrâ”nın üst örtü sistemi olan “Tak-ı Kisrâ”dır.
Gerek Orta Asya gerekse İran ve devamında Anadolu’da görülen benzer anıtsal bir mimari öğe ise yapıların giriş kapılarıdır. “Taç Kapı” adıyla anılan bu görkemli ve yapı ile yarışan kapılar bir dönem mimarisinin en önemli ve gösterişli elemanlarıdır.
Günümüzde özellikle Semerkant ve Buhara gibi Özbekistan şehirlerinde ve yakın coğrafyada, İran’da ve elbette Anadolu’da benzer muhteşem kapı örnekleri bulunmaktadır. Özellikle Anadolu’da Divriği Ulu Cami ve Dar-ül şifası, Sivas Gök Medrese ve Çifte Minareli Medrese, Erzurum Çifte Minareli Medrese, Konya Sırçalı Medrese, Kayseri Hunat Hatun Medresesi, Sahabiye Medresesi, Gevher Nesibe Medresesi kapılarının yanı sıra hemen hemen her kervansarayın anıtsal kapıları bir dönemin mimarisin muhteşem örnekleridir.
Gerek bizim ülkemizde gerekse yakın coğrafyamızda yüzlerce örneği bulunan ve bizim anıtsal kapılarımız varken, farklı bir kültürün örnekleri esas alınarak inşa edilen, ancak oluşan reaksiyon üzerine yapılan açıklamalara ek olarak konulan anıt ve kapı örnekleri ne anlama gelmektedir? Yapılan açıklamanın 7. Maddesi’ndeki “Selçuklu ve Osmanlılığın çok kullandığı sütun ve kemer formları, desenler ve yerel Kayseri taşları simge yapılar olarak tasarlanmıştır.” cümle kurgusu ise kabul edilebilir bir açıklama değildir. Ne demek “Selçuklu ve Osmanlılığın sözcükleri”, ne anlatılmak istenmektedir? Buradaki açıklamadan kasıt “Selçuklu ve Osmanlı mimarisi” ise daha net ve anlaşılır bir şekilde ifade edilmesi gerekir. Düşüncelerini ve esinlendiğini söylediği kültürleri bile tariften aciz kalan insanların, esinlendiği mimarinin esasını ve vermek istediği mesajı anlaması mümkün değildir.
Kayseri Recep Tayyip Erdoğan Millet Parkı’na yapılan, üstelik birbirinin kopyası üç giriş kapısı, anıtsal olma iddiasının çok kötü ve kabul edilmesi mümkün olmayan örnekleridir. Bir an önce müdahale edilip, yıkılmaları ve eğer böyle bir anıtsal giriş düşünülüyor ise geçmişten kalan çevre örnekler esas alınarak çağdaş bir yoruma gidilmesini öneririm. Bu arada açıklama ekinde verilen örneklerin de yeteri kadar incelenmediği ve anlaşılmadığı görülmektedir. Paris’teki “Grande Arc de la Defense” bir kapı olmayıp, büyük bir büro kompleksidir. Mimarları Johann Otto von Spreckelsen, Paul Andreu, Erik Reitzel ve Peter Rice olup, büyük oranda “Arc de triomphe l’Étoile”den esinlendiklerini söylerler. Zaten bu yapı Paris içinde “Arc de triomphe l’Étoile” ile aynı aks üzerine inşa edilmiştir. Bir başka örnek olarak verilen “Chicago Millenium Park”da bulunan “Bulut Kapısı” isimli paslanmaz çelik fasulye benzeri anıt ise kapı değil bir heykel olup ünlü heykeltıraş Anish Kapoor tarafından yapılmış olup, kısa sürede Chicago’nun simgesi haline gelmiştir.*
Yeteri kadar araştırma yapmadan, ben yaptım oldu felsefesi ile inşa edilen benzerleri gibi Kayseri Millet Bahçesi kapıları da ülkemiz mimarisi için bir utançtır. Sayın Cumhurbaşkanımız’ın adının arkasına sığınarak yapılan bu gibi yapıları, onun adını yüceltmekten çok zarar verici girişimler olarak görmekteyim. Kendi kültürüne ait mimari örnekleri yanı başında, kendi yaşadığı şehirde yüzlerce yıldır dururken, anlamadığı, özümsemekte güçlük çektiği başka kültürlerin örneklerinden hareket ederek büyük şeyler yapmaya çalışmayı anlamak oldukça zor. Mimari ne kadar basit halledilirse başarı şansı o kadar büyük olur. Form olarak başarmakta güçlük çektiğimiz şeyleri, taş kaplayarak, çini ile süsleyerek başarılı hale getirmek mümkün değildir.
Bundan böyle iş, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Memduh Büyükkılıç’a düşüyor. Amacı geleceğe mesaj iletmesi istenen bir anıtsal mimari ise, yoğun bir araştırmaya dayanan çok daha özgün bir tasarım elde etmek için çalışması, yapılan çalışmalara destek vermesi gerekiyor. Bu arada Kayseri yerel basınından Kadir Dayıoğlu’nun dikkat çekmeye çalıştığı diğer noktaları da göz önüne alarak başarılı bir örnek elde etmek için yapılan önerileri de dikkate alması gerekir.
Karar sayın Başkan’ın, ya bu korkunç ötesi görüntüyü ortadan kaldırır, ya da bu kapılar ayakta kaldığı sürece yapılacak eleştirilere göğüs gerer ve tarihe karşı sorumluluk yüklenir. Bizim üstlendiğimiz görev ise gelecek içindir. Gelecekte bu ve benzer yapıları görecek, onları seyredecek kişilerin “Bunların içinde hiç mi aklı başında insan yoktu? Hiç kimse ne yapıyorsunuz, bu yapılanlar ne diye sormadı?” denildiğinde, üç beş kişi de olsa uyarı yapan, yapılan yanlışa dikkat çeken insanlar olduğunun bilinmesi gerekir...
M. Sinan Genim, Bulutların Kapısını açan ‘Fasulye’, Milliyet Gazetesi, 18 Eylül 2021, s. 2.