Kültürel Mirasımız Tehdit mi Ediliyor?
AnasayfaMedyaKöşe Yazıları

Kültürel Mirasımız Tehdit mi Ediliyor?

KAYDIRIN

< Geri dönün

Verona Amfitiyatrosu

MİRASIMIZ TEHDİT Mİ EDİLİYOR?

Milliyet Gazetesi, 7 Aralık 2024, s. 2.

“İnsanın ilk görevi doğru olanın peşinden gitmek ve doğruyu araştırmaktır.”

Cicero

Geçen aylarda yayımlanan bir gazete haberi dikkatimi çekmişti. Kültür turizmi yapan gelişmiş ve turizm sektöründe rakibimiz olan ülkeler “Bu konuda neler yapmaktalar?” diye araştırmadan yapılan bir haberdi. Bu haberde adı geçen bir dostumu aradım, “Neler oluyor?” diye sordum. Kendisine aylar önce Kapadokya’da yapılan bir parti görüntüsünün gönderildiğini, tasvip etmediği görüntüler içerdiği için fikrini ifade ettiğini söyledi. Ancak haberdeki açıklaması farklı bir çağrışım yapıyordu.

Giorgio Grassi

Kültürel açıdan gelişmiş ve zengin taşınmaz kültürel mirasa sahip ülkeler, giderek artan bir hızla bu yapıları onarıp, gelir kaynağı olarak kullanıma açıyorlar. 8 Ekim 2022 tarihli “Saguntum veya Sagunto” başlıklı yazımda, Sagunto Roman Tiyatrosu’na yeniden hayat veren İtalyan mimar Giorgio Grassi’nin bir söyleşisinde söylediği sözlere yer vermiştim;

“Roma tiyatrosu sadece biçimin ötesinde bir şey olup, tanımlanmış bir tiyatro türüdür. Bugünkü hâliyle orijinal işlevini sürdürememektedir. Bu nedenle bir an önce gerçek yapılma amacına uygun olarak kullanılabilmesi için gereken müdahaleler acilen yapılmalı ve bu yapılar bir an önce seyirlik olmaktan çıkartılıp, hayata döndürülmelidir.”

Restorasyon nedir?

Biraz merak edip araştırılırsa, “Restorasyon” sözcüğünün ilk olarak bir ihtilal veya savaş döneminin açtığı yaraları tedavi etmek için yapılan çalışmaları belirtmek için kullanıldığı görülecektir. Ancak peşin hüküm ve olumsuzu sergileme isteğimiz ne yazık ki bizi zaman zaman kör ediyor. İngiltere tarihinde “Restorasyon dönemi” olarak kabul edilen dönem Kral II. Charles’ın 29 Mayıs 1660 günü Londra’ya girmesiyle başlar. Oliver Cromwell’in önderlik ettiği güçlerin Kral I. Charles’i tahttan indirip, 30 Ocak 1649 günü idam etmesiyle başlayan bir nevi Fetret Devri’yle devam eden sürecin getirdiği olumsuz gelişmelerdir. Özellikle Püriten değer yargılarının topluma zorla kabul ettirilmeye çalışılmasının getirdiği olumsuzlukların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bu dönemde insanlık açısından önemli atılımlar yapılır. Restorasyon döneminin başlamasıyla birlikte kapatılan tiyatrolar yeniden açılır, kadınlar ilk kez sahnede rol almaya başlar. Anlaşılacağı gibi “Restorasyon” kelimesi “Bir dönemin getirdiği olumsuzlukları gidermek, tedavi etmek” olarak kullanılmaktadır.

Benzer bir dönem de Avrupa’da yaşanır. Napolyon’un alt-üst ettiği Avrupa düzenini yeniden kurmak için toplanan “1815 Viyana Kongresi” kararlarıyla oluşturulan “Restorasyon dönemi”, Napolyon’un sürgünden dönüşü ile kesintiye uğrar. Bu nedenle Nisan 1814-Mart 1815 tarihleri arasını kapsayan döneme “Birinci Restorasyon”, Napolyon’un kesin olarak tahttan uzaklaştırıldığı Temmuz 1815 tarihinden 1830 yılına kadar süren döneme “İkinci Restorasyon” denilmektedir.

Gelişmiş ülkelerde neler yapılıyor?

“Restorasyon” sözcüğünün mimari literatüre girmesi çok daha sonraki tarihlerde gerçekleşir. Ülkemizde uzun yıllar boyunca yapılan benzer inşaat işleri “Onarım” adı altında gerçekleşir. Anıtların ve sitlerin muhafaza ve restorasyonu hakkında 1964 yılında Venedik’te toplanan uluslararası kongre kültür varlıkları için uyulması istenen bir dizi karar alır. Bu kararların beş maddesi (9-13) “Onarım” başlığı altında toplanmıştır. Mart 1966 tarihli Akademi dergisinde rahmetli Dr. Bülent Özer, Dr. Walter Frodl’un “Anıtlar, Bakım ve Onarımları” başlıklı makalesinin çevirisini yayınlar. Bu makalede özellikle anıt kavramı irdelenmekte ve hangi kültürel mirasın anıt sayılacağı konusundaki uluslararası kabuller dile getirilmektedir. Makalenin bir bölümünde ise restorasyonun XIX. yüzyıldaki uygulamaları ile çağdaş tutum arasındaki farka değinilir. Restorasyonun temel problemleri iki ana başlık altında toplanmıştır;

1. Tamamen fikrî ve mânevî hususları yansıtan problemler,

2. Teknik problemler.

Günümüzden yaklaşık atmış yıl önce yayınlanmış makalede dile getirilen bu iki önemli husus hâlen çözümlenememiş bir problem olarak gündemdeki varlığını sürdürmektedir. Mimari restorasyon yalnız düşüncelerimiz ve manevi bağlantılarımız göz önüne alınarak yapılamaz. Çünkü müdahale edilen yapıda insan yaşantısının devamı kaçınılmazdır. Bu takdirde uyulması gereken fizikî ve kanuni kurallar vardır ve bunların göz ardı edilmesi kesinlikle düşünülemez. Örneğin içinde yaşanılan bir yapı için olmazsa olmazı taşıyıcı sisteminin deprem, fırtına gibi doğal olaylara dayanıklı bir şekilde yapılma mecburiyetidir. Gerektiğinde soğuk havalarda ısıtılacak, sıcak havalarda soğutulacaktır. Hangi yapı olursa olsun hijyen kurallarına uygun mekânlara, gereken aydınlatma düzenine sahip olması gerekir. Yangın veya paniğe neden olan herhangi bir olay meydana geldiğinde acil çıkış ve yangın merdivenleri olmalıdır. Bazı kişilerin düşüncelerine ve manevi beklentilerine ister uysun isterse uymasın yapılan her yapıda ve restorasyonda insan yaşantısını riske edecek düzenlemelerden vazgeçmek mümkün olmadığı gibi, aksi bir uygulama da suç teşkil eder.

Ülkemizin sermayesi

Ülkemiz prehistorik dönemden günümüze çok sayıda korunması gerekli kültür varlığına sahiptir. Bu kültür varlıklarının elbette tümüne değil, ama bazılarına asli fonksiyonlarını iade etmek gerekir. Cehaletin, insanların bazı atılımlar yapmasının önündeki en büyük engel olduğuna inanırım. Günlük hayatta karşılaştığımız cehaletin ülkemiz insanının bir bölümünü çok rahatsız ettiğini, gelecek konusundaki ümitlerini kırdığını görmekteyim. Ancak cehalet yalnız günlük olaylarda kendini göstermiyor. Ülkemizin okumuş yazmış, kendini diğer insanlara göre ayrıcalıklı gören bir grup insanımız da büyük bir cehalet ve cehaletin getirdiği haset duygusu içinde kıvranmakta. Her şeyi olumsuz tarafından görmek, her yapılanı yanlış olarak değerlendirmek gibi bir ruh hâli içindeler ve bu olumsuz tutum genç kuşaklarda hızla rağbet bulmakta!

Zaman zaman yerinde, zaman zaman ise internet veya televizyonda karşılaştığım özellikle Grek ve Roma dönemine ait tiyatro ve amfitiyatrolarda yapılan yeni düzenlemeleri, bu yapıların yeniden hayat bulmasının getirdiği coşkuyu ve ekonomik kazancı gördükçe çoğu zamanki gibi “Bizim akıl dışında neyimiz eksik?” diye üzülüyorum.

Yenilenen ve çağdaş fonksiyonlarla donatılan Verona Amfitiyatrosu’nda yapılan opera gösterilerini seyrediyorum, büyük bir kalabalık ve coşku. Üstelik bu gösterilerin baş aktörü bizden biridir; Dr. Murat Karahan. Niçin ülkemizdeki birkaç antik tiyatronun da benzer şekilde hayata katılmasına ön ayak olmadı, yoksa olamadı mı? Doğrusu merak ediyorum. Güney Fransa’daki Fréjus Amfitiyatrosu restorasyonunun bölgede oluşturduğu zenginliğe imreniyorum. Orange, Filibe, Sagunto ve Merida Roma Tiyatroları’nın, yeniden hayat bulmalarından gerek bölge insanı gerekse uzaklardan gelen insanların hayatını şenlendirmelerinden mutluluk duyuyorum. Ve “Acaba benim ülkem insanı da bu şenlikten pay alacak mı, malik olduğu değerlerin farkına varacak mı?” diye yıllardır uğraşıyorum... 

Verona Amfitiyatrosu
Verona Amfitiyatrosu
Fréjus Amfitiyatrosu
Fréjus Amfitiyatrosu
Orange Tiyatrosu
Orange Tiyatrosu
Merida Tiyatrosu
Merida Tiyatrosu
Tiran Kalesi
Tiran Kalesi

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN