Molla Camî...
MOLLA CAMÎ
Milliyet Gazetesi, 27 Mart 2022, s. 9.
“O, hakkında bir şey yazmama hacet olmayacak kadar büyüktür, tanınmıştır.
Ancak kutluluk için adını anıyorum.”
Babür Şah
Ülkemizde genellikle Molla Camî adıyla bilinen Nureddin Abdurrahman Camî, 7 Kasım 1414 günü Horasan’ın küçük bir kasabası olan Cam’da doğar ve 9 Kasım 1492 tarihinde Herat’ta vefat eder. Camî’nin yetiştiği dönem, İran edebiyatı açısından önemli bir devirdir. Bu dönem İran edebiyatının Türk edebiyatı üzerinde büyük tesiri vardır. Timur istilasından sonra bilim ve edebiyat en baştan bir gelişim sürecine girer, güzel sanatlar tekrar rağbet bulur. Timur, oğlu Şahruh, torunları Uluğ Bey, Baysungur Mirza, Hüseyin Baykara gibi emirler gerek edebiyat gerekse her tür hüner sahibini teşvik etmiş, onlara kol kanat germişlerdir. Özellikle Hüseyin Baykara’nın veziri Ali Şir Nevai yalnız şair ve bilim ehlini korumakla kalmamış kendisi de gerek Fars gerekse Çağatay dillerinde çok sayıda eser yazmıştır.
Ticaretin katkısı
Ticaretle zenginleşen bölge, özellikle de Herat hükümdarların hoşgörüsü ve desteğiyle büyük bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Şahruh’un oğlu Baysungur İran’ın ve Orta Asya’nın dört bir yanından bilim insanlarını, mimarları, nakkaşları, minyatür ustalarını etrafına toplamış, bir diğer oğlu Uluğ Bey mükemmel bir rasathane kurmuş, Kadızâde-i Rumi, Ali Kuşçu, Gıyasüddin Cemşid ve Muinuddin-i Kaşi gibi astronomi alimleriyle birlikte “Ziç-i Uluğ Bey” adıyla bilinen ünlü takvimi meydana getirmişlerdir.
Böylesi bir atmosferde yetişen Camî, eğitimini Herat ve Semerkand’ta tamamlar, uzun gezilere çıkar, çok sayıda ülke dolaşır ve gezdiği ülkelerdeki bilim insanlarıyla konuşmalar yapar. Merak edenler bundan ötesini kendileri araştırsın deyip, esas söylemek istediğime dönelim.
Neler söylerim, neler
Bir başka yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi, çevresinden büyük hürmet görmesine rağmen Camî’nin de söylemek isteyip söyleyemediği bazı öğüt ve eleştiriler vardır. O da önceki gibi geçmişe dair bir hikâyeyi örnek alıp farklı bir Salâman’la Absal hikâyesi yazar. Çeşitli bölümlerden ve 1130 beyitten oluşan bu hikâye de Tanrı’ya, hükümdara ve önemli büyüklere yapılan övgüler sonrası 288. beyit ile Salâman’la Absal hikâyesine başlar. Bu arada 245. beyitte başlayıp 264. beyite kadar süren bir rüyasını aktarır.
Bir Rüya
Bu kitabı yazarken bir gece yorgunluktan uykuya dalar. Rüyasında kendini temiz ve aydınlık bir yolda yürürken görür, aniden etrafta bir koşuşturmaca olur ve bir grup asker ortaya çıkar. Askerlerden korkan Camî, sığınacak bir yer ararken askerlerin arasında sultanın babasını görür. Atın üzerinde, sırtında merasim elbiseleri olan sultan, Camî’yi görünce atından iner ve elini öper, halini hatırını sorar. Konuşmaya başlar, ama ne yazık ki bu konuşmalardan hiçbiri Camî’nin aklında kalmaz. Sabahleyin yatağından kalkınca aklına danışır ve rüyanın tabirini düşünür.
“Akıl dedi ki: “Padişahın bu lütfu, bu ihsanı şiirinin padişahça makbul olacağına işaret eder. Bu söyleyişten sonra bir an bile aylak durma. Mademki bir kere başladın, tamamlamağa gayret et! ”
Sultanların önem verdiği, sohbetinden mutlu olduğu, ilim ve irfan sahibi Camî rüyasında padişahın babasını görüp, elini öptürüp, iltifatına nail olduktan sonra hayatta olan oğlunun acaba nasıl davranması beklenir? Bu anlatı iki atasözümüzü aklıma getirdi; “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla / Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.”
Hikâyenin başlangıcında Salaman’ın babası sultanın bazı uygulamalarından bahsederek, tespitler yapar; “İleriyi gören birisi, ne hoş bir nükte söylemiştir: Saltanatı sürdürüp götüren din değildir, adalettir.”
Savaşmak başka, hizmet etmek başkadır
Daha sonra çocuklarına; kurt, arslan… gibi yırtıcı hayvan isimleri takan bir bedevi hikâyesi anlatır. Sonraki iki beyitte ise bu hikâyeyi değerlendirir; “Düşmanı kahretmek, onu öldürmek üzere ercesine saldırmak için ya aslan gerek ya kurt! Fakat hizmet etmek için de kimseye zararı dokunmamak üzere ya kuzu olmalı yahut koyun.”
Kitap ilerledikçe, hikâyelere eklenen veya satır aralarına sıkıştırılan öğütler çoğalır.
“Akılları noksan olanlar nasihatle olgunlaşır, talihsiz ve kötü kişiler öğütle devlete ererler.
Gönüller öğütle dirilir. Her güçlük öğütle yenilir.
En başta gelen öğütçüler peygamberlerdir, akıl ve din işi onlarla düzelip doğrulmuştur. Peygamberlikten dem vuran kim varsa ona gökten, öğütten başka bir şey inmemiştir ki…”
Sen sanırım
Camî aynı zamanda nükteyi seven hazır cevap biridir. Mesela bir gün neşeyle;
“Azap çeken, yaralı canımla uyanık gözümde öyle bir yer tutmuşsun ki uzakta kim belirse sen sanırım!” der.
Haddini bilmez bir kişi, bunu duyunca; “Ya o görünen bir eşek olsa?” der.
Cevap anında gelir.
“Sen sanırım!”
Camî, (Çev. Abdülvehhab Tarzi), Salâman’la Absal, Ankara, 1944.