Mâverâünnehir’de Bir Gezi...
AnasayfaMedyaKöşe Yazıları

Mâverâünnehir’de Bir Gezi...

KAYDIRIN

< Geri dönün

MÂVERÂÜNNEHİR’DE BİR GEZİ

Milliyet Gazetesi, 13 Mayıs 2023, s. 2.

Mâverâünnehir Arapça bir sözcüktür. Arapça Mâverâ; “Bir şeyin ötesinde, arkasında, gerisinde bulunan yer” anlamına gelmektedir. Aral Gölü’ne dökülen Amuderya Nehri’nin (Ceyhun / Oxus) arkası, daha sonraları iki nehrin Ceyhun ile Seyhun’un (Siriderya) arasındaki toprakları belirtmek için kullanılmıştır. “Dîvânu Lugâti’t-Türk”te bu sözcük; “Çay ardı” olarak geçer. Muhtemelen İslam öncesi Arap kavimleri arasında yaygın olan bu sözcük daha sonra da varlığını korumuştur. Orta Çağ Arap coğrafyacılarından bazıları bu bölgeyi “Bilad-ı Türk” veya “Türkistan” olarak da belirtirler. Turanî ile İranî kavimler arasındaki sınır olduğu belirtilen Ceyhun Nehri’ne eski Türklerin “Ögüz” ismini verdikleri de bilinmektedir.

Zengin bir bölge

Ortaokuldayken varlığının farkına vardığım Mâverâünnehir içinde barındırdığı muhteşem şehirlerin yanı sıra, Türk dünyasında oynadığı önemli rol nedeniyle de her zaman ilgimi çekmiş ve hakkında bilgi sahibi olmak için çalışmışımdır. Bölgenin kuzey ve doğu sınırlarının İslam’ın yayılmasına paralel olarak sık sık değişmiş olduğu anlaşılmaktadır. İlk Arap fetihlerinden itibaren idari açıdan Horasan’ın bir parçası hâline geldiği, XI. yüzyılda Sâmânîler döneminde Horasan’dan ayrı ve özel bir statüye sahip olduğu bilinmektedir.

Mâverâünnehir’in merkez bölgesini oluşturan, en geniş ve verimli topraklara sahip olan Buhara ve Semerkant çevresinde çok eski tarihlere uzanan tarımsal üretim izlerine rastlanmıştır. Erken dönem ve Ortaçağ’da ticaret yollarının kesiştiği bir noktada yer alan, bu sayede Çin, İran, Hindistan, Rus steplerini ve Baltık ülkelerini birbirine bağlayan bölge, havası, suyu, topraklarının bereketi, yerleşme alanlarının düzeni, halkının savaşçılığı, cömertliği ve hayırseverliliği ile İslam coğrafyacılarının yanı sıra doğulu ve batılı tüm gezginler tarafından övgü ile söz edilir.

İslam’ın gelişi

Müslümanlığın yayılışı sırasında Soğd ve Türk asıllı yöresel yönetimlerin idaresi altında bulunan Mâverâünnehir’e ilk önemli Arap askerî harekât, Emevî Devleti’nin kurucusu Muaviye b. Ebu Süfyan döneminde yapılır. Yirmi dört bin askerle Ceyhun Nehri’ni geçen ordu Beykent’i ele geçirir. Ancak Emevi Devleti içinde çıkan karışıklıklar, Arapların bölgede hâkimiyet kurmasını zorlaştırır. Yardım için gelen Göktürk orduları bölgeye tekrar hâkim olunmasını sağlar. Kuteybe b. Müslim’in MS 705’de Horasan valisi tayin edilmesiyle başlayan ikinci dalgada, büyük kıyımlar sonrası küçük bir bölümü hariç tüm Mâverâünnehir Arap hâkimiyeti altına girer.

Karmaşık bir toplum

İslam’ın yayılmasından önceki dönemlerde Soğdlar, Türkler ve Araplar gibi çeşitli etnik kökenlere mensup halkların yaşadığı bölgede; Budizm, Zerdüştlük Maniheizm, Hristiyanlık, Musevilik, Şamanizm ve Mezdekiye inancı yaygındır. Kuteybe b. Müslim döneminde Mâverâünnehir şehirlerinin hemen her birinde birer askerî garnizon kurulmuş, bu garnizonlara Araplar yerleştirilmiştir. Kuteybe b. Müslim’in öldürülmesinden sonra bütün bölge büyük bir karmaşa içine düşer, mahalli ayaklanmalar içinde kalır. Göktürk Devleti’nin yıkılması, Çinlilerin Mâverâünnehir’e müdahalesine imkân verir. Talas Savaşı (MS 751) sonrası artık bölge kesin olarak Müslümanların hâkimiyetine girer. Kısa bir süre sonra bölge Samanilerin hâkimiyetine geçer. Bu dönem Mâverâünnehir en parlak dönemini yaşar. Başta Buhara ve Semerkant olmak üzere bölgede önemli bir ekonomik, kültürel, bilimsel faaliyet görülür. Mâverâünnehir’de yetişen pek çok bilgin ve sanatçı İslam dünyasında bilim, kültür, felsefe ve sanatın gelişmesine büyük katkıda bulunurlar.

Bölgenin Türkleşmesi

Bölgenin Türkleşmesi IX. yüzyılın son çeyreğindeki yoğun Oğuz göçleriyle başlar. Karluk ve Halaçlar gibi diğer Türk boylarının göçleriyle daha da güçlenir. Karahanlı Devleti’nin bölgede egemen güç hâline gelmesi, bölgenin Türkleşme sürecinin son aşamasıdır. Daha sonra Gazneliler ve Selçuklular bölgeye egemen olurlar. Zengin bir bölge olduğu için Mâverâünnehir üzerinde hâkimiyet kurma çabası yıllar boyu devam eder. 1219-1220 tarihleri arasında bölgeyi ele geçiren Moğollar, tüm şehirleri tahrip edip, halkı katlederler. Bu istila Mâverâünnehir’in kuş uçmaz, kervan geçmez çorak bir alan haline gelmesine yol açar. Kendini toparlamaya başladığı sırada önce Çağatay, sonrasında da İlhanlılar tarafından yağmalanır.

Bütün bu acılı günler sonrası Timur bölgeyi hâkimiyeti altına alır. Pek çok anıtsal yapı ile donatılan Buhara ve Semerkant çağının ötesinde bir görkeme kavuşur. Ticaret gelişir ve tekrar eski günlerine kavuşmak için çaba harcanmaya başlar. Ancak dünya düzeni değişmiş ve yeni rotaların açılması ile ticaret büyük oranda denizlere kaymıştır. Vahalardaki verimli topraklar, gelişmiş sulama sistemleriyle yapılan tarım, zengin altın ve gümüş madenleri, orman ürünleri, kürk, deri ve balmumu üretimiyle bu kez farklı bir ticaret anlayışı önem kazanır.

Timur sonrası yüz yıllar boyunca Mâverâünnehir bölgesinde tek bir devlet hâkimiyet kuramaz. Küçük beyliklerin, yöresel hâkimiyetlerin devam ettiği sık sık kargaşanın yaşandığı bölge, 1868 yılında bu kez Çarlık Rusyası’nın idaresine tâbi olur. Yüz yılı aşkın bir süre sonra, Sovyetler Birliği’nin dağılımını takiben, Mâverâünnehir halkı Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın hâkimiyeti altında varlığını sürdürmeye devam eder.

Ziyaret noktaları

Bölgeye ilk olarak 2010 yılında Kazakistan gezisi ile gitme fırsatım oldu. Daha sonra 2017 yılında Özbekistan’a ve 2018 yılında da Kırgızistan’a gittim. Kazakistan gezim Astana’dan başladı, oradan Çimkent’te ve devamında iki buçuk saatlik bir otomobil yolculuğu ile Türkistan şehrine gittim. Burada bulunan Hoca Ahmet Yesevî Türbesi’ni ziyaret ettim ve restorasyon sonucu oluşan yapıyı inceledim. Özbekistan gezim ise başlı başına, tadına doyulmaz bir serüvendi. Taşkent’e uçtuk ve oradan Ürgenç’e uçak ile yola devam ettik. Ürgenç’den otobüsle Hive’ye ulaştık. Hive gerçekten görülmesi gereken bir şehir. Büyük bir kalenin içinde yer alan eski şehir muhteşem bir doku oluşturuyor. Tekrar Ürgenç’e dönüp uçakla Buhara’ya uçtuk. Buhara’nın özellikle eski yerleşim bölgesindeki yapılar muhteşem, anıtsal yapılar ise hayran olunacak bir görüntü içeriyor. Buhara’dan otobüs ile hemen hemen gün boyu devam eden bir yolculukla Semerkant’a geçtik. Akşam olmuştu ama öncelikle Registan Meydanı’na gittik. Uluğ Bey tarafından yaptırılan anıtsal üç medresenin çevrelediği bu meydan beni çok etkiledi. Eğer bir imkân bulup Semarkant’a giderseniz, güneş batıp, hava karardıktan hemen sonra mutlaka bu meydanı gezin. Semerkant denince akla elbette Şah-ı Zinde türbeler topluluğu gelir ve mutlakaziyaret edilmesi gerekir. Şehrin hemen yakınında yer alan Uluğ Bey Rasathanesi de görülmesi ve ders alınması gereken mekânlardan biridir.

Her ne kadar üzerinden bin yıla yakın zaman geçse de köklerimiz bu bölge ve yakın çevresinde yeşermiştir. Giderek sıklaşan kültürel ve ekonomik bağlarımız, zaman zaman anlamakta zorluk çeksek de aynı dili konuşmamız bizleri kendi evimizde gibi hissettirmektedir...

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN