Nitelikli İnsanlar ve Kifayetsiz Muhterisler...
NİTELİKLİ İNSANLAR VE KİFAYETSİZ MUHTERİSLER
Milliyet Gazetesi, 11 Mayıs 2014, s. 27.
Geçen yüzyılın eli kalem tutan insanları, hemen her konuya meraklı idiler. Yaşadıkları çevre ve şehir konusunda her duyduklarını, öğrendiklerini, başlarından geçen enteresan olayları kaleme alır, günlük veya haftalık gazete ve dergilerde yayınlar, bilgi birikimlerini geleceğe bırakmak için çaba sarf ederlerdi. Hoş bir üslupla kaleme alınan bu yazılar, bize hem dolaylı olarak tarih bilinci aşılamakta hem de merak duygumuzu körükleyerek yaşam çevremize ilgi duymamıza yol açardı. Bu yazılar bize şehrimizle ilgili önemli ipuçları da vermektedir. Bildiğimizi sandığımız pek çok şey hakkında yeteri kadar bilgimiz olmadığını, bazı yanlış bilgilerin yeteri kadar araştırılmaksızın, birbirinden kopya edilmek suretiyle tekrar yazıldığını öğrenmekteyiz.
BEHÇET HOCA’NIN SORUSU
Rahmetli Prof. Behçet Ünsal’ın asistanı olarak Mimarlık Tarihi derslerine girdiğim dönemde hocanın her imtihan için olmazsa olmaz bir sorusu vardı. Hiç unutmam, elbette o dönemdeki öğrencilerimizin de unutmayacağı bir soruydu: “Yaşadığınız evden okula gelinceye kadar hangi yapıların önünden geçersiniz? Bu yapılardan birini bize tanıtın.” Cevapların çoğu başarısızdı, mimarlık eğitimi için okula devam eden öğrencilerin çoğu İstanbul gibi bir şehirde önünden geçtikleri, hemen hemen her gün gördükleri pek çok yapıyı tanımamaktaydılar. Bu yapıların bırakın önemini, isimlerini hatırlamakta dahi güçlük çekiyorlardı. Sözlü yaptığımız bir imtihanda öğrencinin birine merkezi planlı camilere örnek olarak Beyazıd Camii’ni söyletmek istediğimizde Aksaray’dan yukarı doğru bir meydana çıkarsın, orada üniversitenin girişinin karşısındaki büyük caminin adı nedir dediğimizde, Hürriyet Meydanı Camii cevabını almış, büyük bir sıkıntı içinde biz ne anlatıyoruz, ne eğitimi yapıyoruz diye düşünmüştük.
GÖÇ YOLDA DÜZELİR
Sık sık günümüz toplumunun yeteri kadar tarih bilincine sahip olmadığını, gelişi güzel kabuller ile kendimizi yargıladığımızı görüyoruz. Kısa bir süre önce bilimsel bir toplantının hazırlık heyetine davet edildim. Toplantı öncesi bir araya gelince bir sohbet başladı, nereden çıktı ise, konu göçebeliğimize geldi. Hemen herkes Orta Asya’dan beri şehirler kuran, nerede ise iki bin yılı aşkın süredir yerleşik düzene geçen bir toplumun göçebe olamayacağını, bu sözün gerçeği yansıtmadığını dile getirdiler. Herkes bu konuda mutabakata vardı. Derken toplantı başladı ve söz aldım. Kısa bir süre sonra yapılması düşünülen bu sempozyum için geç kalındığını, iki üç ay içinde bildiri metinlerinin toplanıp, baskıya geçilemeyeceğini, düşünülen sempozyum tarihinin hiç olmazsa altı ay ertelenmesini önerdim. Derhal cevap geldi. Hocam üzülme, göç yolda düzelir. Gel de üzülme, bir saate yakın süre göçebe bir toplum olmadığımız, bunun yanlış bir hüküm olduğu konusunda sohbet et, sonra göç yolda düzelsin. Televizyon seyrederken birilerine bakıp da “Bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş” diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst pozisyonda bir görevi olan birileri, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? “Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez” diye iç geçirdiniz mi hiç? İkisi de psikiyatri uzmanı olan Justin Kruger ve David Dunning isimli iki Amerikalı bu hissi çok yaşamış olacaklar ki, bir süre önce bir teori geliştirmişler. “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.” Justin Kruger ve David Dunning fizyolojik ve zihinsel alanda yaptıkları çeşitli araştırmaların sonucunda farkına varırlar ki; niteliksiz insanlar gerçekte ne ölçüde niteliksiz olduklarının farkında değildirler. Üstelik niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedirler. Aynı zamanda gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp, anlamaktan da acizdirler. Eğer bu insanların nitelikleri belirli bir eğitim sonucu artırılsa, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlamaktadırlar.
DUNNİNG-KRUGER SENDROMU
Bu araştırma sırasında Cornell Üniversitesi öğrencileri arasında bir test yapılır ve imtihan sonrası olağan “Nasıl geçti?” sorusuna cevap istenir. Soruların yüzde 10’una bile cevap veremeyenlerin kendilerine güveni müthiştir. Testin en az yüzde 60’ını doğru cevapladıklarını düşünmektedirler; hatta iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya ulaşabileceklerine inanmaktadırlar. Soruların yüzde 90’ından fazlasına doğru cevap verenler ise en alçak gönüllüler olup, yüzde 70 oranında doğru cevapladıklarını söylemektedirler. Tüm sonuçların değerlendirilmesi sonrası Dunning-Kruger sendromu yazılır. İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan yetersiz kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve asla yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymamakta, aksine her şeyin hakkı kendi olduğunu düşünmektedir. Ancak bu cahillik ve haddini bilmezlik karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç haline gelmektedir.
AKILLILAR KUŞKU İÇİNDEDİR
Bu nedenle günümüz toplumunda bazı eksiler, hızla artıya dönüşmekte. Sonuç olarak dilimizdeki tabiri ile “kifayetsiz muhterisler” hızla yükselmekte ve ön plana çıkmakta, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlarımız ise fazla alçak gönüllü davranarak bazı görevlere talip olmakta sıkıntı çekmekte veya başkalarının onu değerlendirmesini beklemektedirler. Bu nedenle gerçek bilgi birikimine sahip iseniz, lütfen mütevazı olmayın, çevreniz tarafından ihtiras eksikliği ile suçlanmayın. Toplumun ön planında yer alan veya yakın çevrenizde bulunan bir dolu insana şöyle bir bakın, sanırım bu satırları okurken aklınızdan bir sürü isim geçti. İçinizi hüzün kapladığını seziyorum, tüm bunlara olumsuzluğa rağmen işin sevinilecek yanı ise, Dunning-Kruger’in bu çalışmaları ile 2000 yılında Harvard Üniversitesi tarafından IG Nobeli ile ödüllendirilmeleri. Bertrand Russel yarım yüzyıl önce bu durumu, “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken cahillerin küstahça kendilerinden emin olmalarıdır” sözleriyle özetlemiş. Sanırım bir toplumda kifayetsiz muhterislerin sayısı arttıkça o toplumun içindeki sıkıntılar da büyümekte...