Tarih Sümer’de Başlar...
TARİH SÜMER’DE BAŞLAR
Milliyet Gazetesi, 4 Kasım 2023, s. 2.
Samuel Noah Kramer (Kiev 1897-Philadelphia 1990) Rus asıllı bir bilim insanıdır. 1919 yılında ailesi ile birlikte Amerika’ya göç eder. Üniversite eğitimi sırasında önce Mısır arkeolojisine, ilerleyen yıllarda ise Yakın Doğu arkeolojisine ilgi duyar. 1930-1931 yıllarında Irak’a yaptığı yolculuk sonrasında Sümer tabletlerinin kazı ve okuma çalışmalarına yoğunlaşır ve giderek Sümer dili ve edebiyatı üzerinde uzmanlaşır.
Sümerler
Bugünkü bilgilerimize göre ilk yazı sistemini Sümerler kullanır. Çivi yazısı denilen bu yazının en eski örnekleri sembolik resimlerden oluşmaktadır. Sümerler MÖ IV. bin yıldan itibaren Mezopotamya’nın güneyinde görülen bir kavimdir. Ana yurtlarının neresi olduğu hakkında çeşitli görüşler bulunmakla birlikte, ağırlıklı olarak Asya içlerinden hareket ettikleri varsayılmaktadır. Son zamanlarda yapılan kazılar, Bereketli Hilâl denilen bölgenin üst yanında Hallan Çemi Höyüğü (MÖ 12.000-7.000), Boncuklu Tarla (MÖ 13.000-8.000), Göbekli Tepe (MÖ 9.600-9.500), Karahan Tepe (MÖ 9.500-9.350) gibi neolitik öncesi yerleşmelerin varlığı bize geliş bölgeleri için ipucu verebilir. Bu bölgede daha sonraki tarihlerde Nevali Çori (MÖ 8.500-8.000), Çayönü (MÖ 8.200-7.400) gibi çok sayıda yerleşme ve dünyanın bugüne kadar bilinen en eski iskân alanı olan Orta Anadolu’da Çatalhöyük (MÖ 7.400-6.200) bulunmaktadır. Güney Anadolu’da MÖ 12.000 yıllarına kadar uzanan yerleşme alanları göz önüne alındığında daha önceleri burada yerleşmiş olan toplulukların daha sonra aşağı doğru hareketlenerek 8.000 ile 4.000 yıl süren bir göç sonrası Mezopotamya’nın güneyinde şehirler kurduklarını ve organize bir topluluk olarak yaşamlarını sürdürdüklerini düşünmek gerekir.
History begins in Sumer
Samuel Noah Kramer, uzun yıllar boyunca Sümer tabletleri üzerinde yaptığı araştırmalarını 1956 yılında bir kitap hâlinde yayınlar. “History begins in Sumer” adlı kitabı kısa süre içinde çok sayıda dile tercüme edilir. Otuz bölümden oluşan bu kitap, Philadelphia Üniversitesi Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi arşivinde bulunan Sümer tabletlerinin özeti şeklindedir.
Samuel Noah Kramer, Eski Şark Eserleri Müzesi’nin çok pencereli bir salonunda çalışmaya başladığı anı şu sözlerle aktarır; “Karşımdaki duvarda Atatürk’ün büyük bir fotoğrafı asılı. Genç Türk cumhuriyetinin geniş yüzlü ve mahzun bakışlı sevgili kurucusu ve kahramanı. Bazı yönlerden çağımızın en önemli kişilerinden biri olan bu dikkate değer insan için söylenecek ve yazılacak daha pek çok şey var, ancak çağdaş ‘kahramanlar’ benim işim değil, hatta gerçekleştirdikleri iş yeni bir devir başlatmış olsa bile…” (s. 34)
Eğitim
Kitabın ilk bölümü “Eğitim” adını taşımaktadır; “Sümerlerde okul, doğrudan doğruya yazıyla, daha doğrusu, keşfi ve gelişimi Sümerlerin insanlık tarihine en belirgin katkısı olan çivi yazısıyla başlamıştır.” (s. 17)
Uruk şehrinin kalıntıları arasında bulunan binlerce “Piktografik” (resim yazı) tablet insanlık tarihinin ilk yazılı belgeleri olarak kabul edilmektedir. Bu tabletlerin bir kısmı bürokratik ve yöresel ilkelerin özetlendiği küçük el kitapları niteliğinde olup bir kısmı ise ezberlenmesi gereken sözcükleri ifade etmektedir. Bu bulgular günümüzden beş bin yıl önce yazıcıların eğitim ve ders terimlerini düşünmekte ve öğretmekte olduklarının göstergesidir. Bugün arşivlerimizde MÖ 2.500 yıllarına tarihlenen çok sayıda “Okul metni” bulunmaktadır.
İlk Meclis
Kitabın beşinci bölümü “İlk Meclis” adını taşımaktadır; “Yaptıkları fetihler oranında büyük olan ilk Sümer hükümdarları, hareketlerinde tamamen serbest tiranlar ya da mutlak monarklar değillerdi. Devletin önemli çıkarlarını, özellikle de savaş ve barış konusunu, meclis hâlinde toplanan önde gelen hemşerilerine danışıyorlardı. Demokratik kurumlara yapılan bu başvuru, günümüzden beş bin yıl önce insanlığa katkısıdır… Bu gerçek, demokrasinin bir batı buluşu, hatta geç tarihli bir buluş olduğuna inanan pek çok çağdaşımızı şaşırtacaktır.” (s. 44)
Ne yazık ki yazılı belgelerle tespit edilen bu gerçek çoğu bilim adamı tarafından görmezden gelinerek Helen ana kıtasına mal edilip, son iki yüzyıldır alabildiğine istismar edilmekte, tarihi çarpıtmak hüner sayılmaktadır.
Kramer devam eder; “MÖ 3.000 dolaylarında, bugüne dek bilinen ilk meclis gösterişli bir toplantı ile bir araya geldi. Bizim modern meclislerimiz gibi iki bölümden oluşuyordu: bir senato veya yaşlılar meclisi, bir de devletteki silah taşıyabilecek bütün yurttaşların oluşturduğu alt bölüm. İnsan kendini Atina’da ya da Roma’da sanabilir! Ama, Helen demokrasisinin doğuşundan iki bin yıl önce Yakın Doğu’dayız.” (s. 46 vd.)
Sosyal Reformlar-İlk vergi indirimi
“Bize ne mutlu ki Sümer’in eski tarihçileri” savaşları ve dövüşleri anlatmakla yetinmemişler. Belli ekonomik ve sosyal olaylara da değinmişler; “Bir yazıtın metni ‘eski günlerin’ -iğrenç ve sayısız bürokratı tarafından yapılmış- yolsuzluklarına karşı yürütülen mücadelelerden söz eder. Belge saraydan gelmektedir ve eski Ur-Naşe hanedanının devrilmesinden sonra halk tarafından iktidara getirilen yeni bir kişinin, Kral Urukagina’nın arşivcisi tarafından kaleme alınmıştır.” (s. 59)
Gemicilerin denetçisi gemileri, hayvanların denetçisi büyük ve küçük baş hayvanları haciz etmekte, eğer bir adam karısından boşanırsa hükümdar beş veziri bir şekel almaktaydı. Tapınağın mallarına da el konulmuş olup sıkıntı büyüktü. Ölüm de vergi yükümlülüklerinden kurtuluş değildi. Mezarlığa bir ölü götürüldüğünde, orada her zaman, yastaki aile arpa, ekmek, biradan başlayan çeşitli isteklerle karşılaşıyordu. Toplum içinde giderek büyüyen bu asalak kitlesi Urukagina hükümdar olunca denetim altına alınır; “Eğer fakir bir adamın oğlu balık avlamak için bir bataklığı hale yola koymuşsa artık hiç kimse onun balığını çalmayacaktır. Artık hiçbir zengin ulu, eskiden adet olduğu gibi fakir bir adamın annesinin bahçesine tecavüz etmeye, ağaçlarının kabuğunu soymaya, meyvelerini koparıp götürmeye cesaret edemiyordu.” (s. 62-63)
Fablin yaratıcıları
Helenler ve Romalılar hayvan fabllarının icadını MÖ VI. yüzyılda Küçük Asya’da yaşamış olan Ezop’a bağlarlar. Ancak ondan en az iki bin yıl önce Sümerlerin bilgelik yazılarında hayvanlar büyük bir rol oynar. Edmund Gordon, memeliler, kuşlar ve böceklere kadar 64 değişik hayvan türünü sahneye çıkaran 295 Sümer atasözünü ve fablı yeniden kurgulayıp gün yüzüne çıkartır.
İlk diriliş efsanesi
Helenlerin “Hades”inin, Musevilerin “Şeol”ünün Sümercedeki karşılığı “Kur”dur. Bu sözcük “Dağ” demektir, ama daha sonraları “Yabancı ülke” anlamında da kullanılmıştır. Sümer barışını tehdit eden halklar aşağı Mezopotamya’ya doğu ve kuzeyden, dağlık bölgelerden gelmektedir. “Kur” yeryüzü kabuğunu ana denizden ayıran boş alandır. Buraya bütün bölgelerin ölüleri gider. “Sandalcı”nın yönetimindeki bir kayıkla, “İnsanın içini kemiren” nehir geçilerek ulaşılmaktadır; bunlar Sümerlerin “Styx”i ve “Charon”udur.
“Aşağıda, Şeol, sıçrıyor önümde,
Senin gelişinin haberiyle!
Senin şerefine, ölülerin hayaletleri uyarıyor:
Dünyanın tüm önderlerini;
Kaldırıyor tahtlarından
Ulusların tüm krallarını.
Hepsi söz alıyor sana şöyle demek için:
‘İşte, sen de bizim gibi hiçliğe boyun eğdin,
Ve bizden biri oldun!
Majeste Şeol’e indi,
Ve harplarının uğultusu!
Altına bir çürüme yatağı seriliyor:
Yorganın kurtlardır!”
Bu arada önemli bir konuyu belirtmek isterim ki, Sümerler bir anlamda hâlâ varlıklarını korumaktadırlar. Altmış sayısına dayanan sayı sistemini keşfeden Sümerlerin “Sos” dedikleri bu 60’lık birim bütün zaman ve mekân hesaplarında kullanılmaktadır. Ayı 30, yılı 360 gün olarak hesapladılar. Gece ve gündüzü on ikişer saate böldüler. Bir yılı on iki ay olarak belirlediler. Ay ve güneş tutulmasını hesapladılar. Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar. Daireyi 360 dereceye böldüler ve bizler hâlâ bu buluşları kullanmaya devam ediyoruz.
Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarını takiben kökenlerimizi Sümer ve Hititlerde (Eti) arama çabaları bir dönem gündemi oldukça meşgul etmiş, üzerinde araştırmalar yapılmış ve Türk Arkeolojisinin gelişimi için yoğun çabalar harcanmıştır. O günlerin heyecanı Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı ile hız kaybetmiş, devletin bu alanlara ayırdığı ekonomik destek giderek azalmış ve arkeoloji araştırmaları giderek arka planlara düşmüştür.
Samuel Noah Kramer’in kitabını okuyup, bu coğrafyanın geçmişini iyi bilmemiz ve bunu potansiyel bir ekonomik kaynak olarak değerlendirmemiz gerekir. Bunca birikimin ne çok hikâye içerdiğini ve günümüz insanlarının hikâyelere olan meyli göz önüne alındığında, yazılacak hikâyelerden nelere mâlik olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır...
Samuel Noah Kramer, (Çev. Kaan İren), Tarih Sümer’de Başlar, İstanbul, 1992.