Tecrübe Kıymetli Bir Birikimdir…
TECRÜBE KIYMEYLİ BİR BİRİKİMDİR
Milliyet Gazetesi, 16 Kasım 2024, s. 2.
Bir süredir gençliğimde okuduğum kitapları tekrar okumaya çalışıyorum. O dönemler edindiğim alışkanlık sonucu bazı satırların altını çizmişim. Onları görüp tekrar okuyunca bazılarının hayatımda önemli izler bıraktığını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu kitaplardan biri de André Maurois’in, “Yaşamak Sanatı”dır. Bu kitap 1948 yılında Kanaat Kitabevi tarafından basılmış. Dili oldukça eski, bazı kelimeleri artık kullanmıyor, anlamını bilmekte zorlanıyoruz. 1948 baskısının iç kapağında “Üçüncü bası” yazıyor. Türkçeye çeviren ise “L.-C.” olarak belirtilmiş. Kim olduğunu aradım, ne yazık ki bulamadım. Daha sonra yaptığım araştırmalarla “Yaşamak Sanatı”nın yeni çeviri ve baskılarının olduğunu gördüm, yine de seneler önce okuduğum kitaptan devam etmeye karar verdim.
André Maurois, 26 Temmuz 1886 günü Elbeuf, Fransa’da dünyaya gelir. Asıl adı, Émile Salomon Wilhelm Herzog olup Musevi bir ailenin çocuğudur. Üniversite öğrenimini edebiyat üzerine yapar. Birinci Dünya Savaşı sırasında askere katılarak Britanya Sefer Ordusu’nda tercümanlık ve irtibat subaylığı yapar. Bu dönemdeki anılarına dayanarak roman yazmaya başlar, daha sonra bir dizi biyografi yayınlar. 1938 yılında “Academié française” üye seçilir. 9 Eylül 1967 günü 82 yaşında vefat eder.
İhtiyarlık Sanatı
Yaşamak Sanatı isimli kitap; “Düşünmek Sanatı, Sevmek Sanatı, Çalışmak Sanatı, Kumanda Etmek Sanatı, İhtiyarlık Sanatı” olmak üzere beş bölümden oluşmakta. Ben bu yazımda “İhtiyarlık Sanatı”na değinmek istedim.
“İhtiyarlamak garip bir şeydir; o kadar garip ki bir gün olup başkaları gibi bizim de ihtiyarlayacağımıza inanmakta güçlük çekeriz.” (s. 155)
Bende sizeler gibi sıralarda oturmuştum
11 Ocak 2024 günü Acıbadem Türk Telekom Şehit Mete Sertbaş Ortaokulu’nda üçüncü sınıf öğrencileriyle birlikte oldum. Konuşmamın bir yerinde “Sakın unutmayın bende sizler gibi bir dönem şimdi sizlerin oturduğu sıralarda oturup ders dinlemiştim.” dedim. Çoğu öğrencinin yüzünde bir hayret ifadesi belirdi. Bunu hiç düşünmediklerini onların hep o gün göründüğüm gibi olduğumu sandıklarını anladım. Sanki onların gözünde hep yaşlı bir görüntüm vardı. Daha sonra bunu anlatınca bir dostum; “Ben on altı yaşındayken farkına vardım ki bana yaşlı gibi gözüken insanlar da bir dönem çocukmuşlar” dedi.
Yaşlı, kocamış
Bugünkü yazımda kullandığım “İhtiyar” sözcüğü bir sıfat. Şemseddin Sâmi, Sâhibu’l-ihtiyar’ın “Seçme hakkı elinde bulunan kimse” tamlamasından kısaltma yoluyla ortaya çıktığını düşünmekte. Eski dönemlerde “Galat” (doğrusunun yerini alan) sayıldığı için “İhtiyar” sözcüğü yerine “Koca” veya “Kocamış” kelimesi kullanılırmış. “Yaşlı, kocamış” anlamına gelmekte. Elbette insanlar da tüm canlılar gibi yaşlanır, ben “Yaşlı” demeyi tercih ediyorum. Çünkü ihtiyarlamakla, yaşlanmak birbirinden oldukça farklı olgular.
Gelecek için bir program yapalım
Sanırım 1974 yılıydı, rahmetli hocam Sedad Hakkı Eldem (1908-1988) bir gün “Sinan Bey, gelecek için bir program yapalım” dedi. Masaya karşılıklı oturduk, onun söylediği yapılacak projeleri, araştırmaları, yazılacak makale ve kitapları listelemeye başladım. Sanırım üç sayfayı aşan bir müsvedde ortaya çıktı. O dönem akademide benim bildiğim iki daktilo vardı, biri öğrenci işlerinde, diğeri ise müdürlükte. Zaman zaman bazı yazıları yazmak için müdürlükteki daktiloyu kullanırdım. Yine oraya gittim ve arasına pelür kâğıt koyarak, iki-üç kopya olacak şekilde yapılacak işlerimizi yazdım. Tam odadan çıkarken akademinin müdürü rahmetli hocam Prof. Feridun Akozan’la (1914-2007) karşılaştım, ne yaptığımı sordu. Anlattım, “Bir bakayım” dedi. Yazdıklarımı verdim, dikkatlice inceledi. Bana dönüp “Hoca kaç yaşına kadar yaşamayı düşünüyor?” diye sordu. Gerçekten yazdığımız listedeki proje, kitap ve araştırmaların yapılması için en az otuz yıl gerekiyordu.
İnsanın yapacak işi olduğu sürece ömrü uzar
O sırada hoca 66 yaşındaydı, acaba kaç yıl yaşamayı düşünüyordu? Bu söz üzerinde uzun zaman düşündüm, daha sonraları farkına vardım ki önemli olan yaşanacak süre değildi. Önemli olan insanın yaşadığı sürece yapacak işinin olmasıydı. Sedad Hakkı Eldem 7 Eylül 1988 günü vefat etti. Yazdığım programın bir kısmını yapmak nasip oldu, ancak bazıları üzerinde hemen hiç çalışma yapamadık. Her zaman aklımdadır, “İnsanın yapacak işi olduğu sürece ömrü uzar.” Bence, ihtiyarlık insanın yapacak işinin olmaması ile başlar.
Daima iyi
André Maurois; Dünyadan elini eteğini çekmiş bir insanın pek çok şeye “Neye yarar?” düşüncesi ile baktığını dile getirir. Bu düşünce insan için en tehlikeli başlangıçtır. Sonraki günlerde önce “Evden çıkmak neye yarar?”, bir süre sonra “Odadan çıkmak neye yarar?” daha sonra “Yataktan çıkmak neye yarar?” diyecek ve nihayet, ölümün kapılarını kendine açan şu sözü söyleyecektir; “Yaşamak neye yarar?” Yaşamanın mecburiyet değil, zevk olduğunun farkına varan pek çok insanla bir arada olma şansına sahip oldum. Rahmetli Orhan Şaik Gökyay (1902-1994) “Nasılsınız?” diye soranlara; “Daima iyi” diye cevap verirdi. Rahmetli Ziyad Ebüzziya (1911-1994) gençlerle sohbetten hoşlanır, sık sık onlarla birlikte olmak ve gelecek üzerine konuşmak isterdi. Rahmetli hocam Semavi Eyice (1922-2018) uzun bir süre görme kaybına mahkûm olmasına karşın, hemen her toplantıya katılır, konuşmalar yapar, hayata bildiği gibi devam ederdi. Hiçbir zaman durumundan şikâyet ettiğini duymadım. Bir gün beni aradı, “Nerelerdesin? Kaç kişi kaldık gel de sohbet edelim” dedi. “Aman hocam, aramızda yirmi üç yıl yaş farkı var, ben biraz daha geriden geliyorum!” dediğimde, “Olsun, sen bizden sayılırsın!” demişti.
Tecrübe kıymetli bir birikimdir
Gençler yeni çalışmalara daha kolay katılırlar, refleksleri her konuda daha güçlüdür. Ancak büyük oranda tecrübeleri eksiktir. Tecrübe kıymetli bir birikimdir, kolay kolay elde edilemez. Hoş tecrübenin yaşla ilgisi de tartışılır, ama yaşadığı süreyi değerlendirmesini bilen her insanın ister istemez oluşan bir birikimi vardır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde yaşayan, tecrübe sahibi insanlara çok değer verilir. Özellikle Anglo-Sakson ülkelerinde geçmişe çok önem veren bir yönetim tarzı hüküm sürmektedir. Örf ile idare edilen ülkelerde bir insanın aklı başında uzun ömür sürmesi meziyet sayılır. Bunun en güzel örneği Amerikan uygulamasıdır. 1789 Yargı Yasası ile kurulan ve dokuz üyeden oluşan “Supreme Court of the United States / Amerika Birleşik Devletleri Yüce Mahkemesi” üyelerinin görev süreleri yaşamlarının son bulmasıyla veya kendi istekleriyle ayrılmaları sonucu biter.
Mesleğinde uzman, ahlaki açıdan zafiyet taşımayan dokuz kişi bu mahkemeye ömür boyu üye seçilirler. Bu mahkeme iki yüz yılı aşkın süredir görev yapmakta olup kimse de “Ne oluyor, emekli yaşı gelmiş insanlar nasıl olurda göreve devam eder?” dememekte, hatta böyle bir olasılığı düşünmemektedirler.
Bizde de böyle bir kurum vardı!
Ülkemizde korunması gerekli kültür varlıkları için böylesi bir görev üstlenen Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 2 Temmuz 1951 tarih ve 5805 sayılı Kanunu’nun 3. Maddesi’nde “Anıtlar Yüksek Kurulu üyeliği daimidir. Ancak ölüm, istifa ve mazeretsiz olarak arkası arkasına üç toplantıya katılmamak suretiyle inhilâl (ayrılır) eder. Bununla beraber Kurul, herhangi bir sebeple ve üçte iki çoklukla bir üyenin çekilmiş sayılacağına karar verebilir.” denilmekteydi.
1960 ihtilali sonrası yönetime el koyan aklı evveller; “Bu ne biçim iş herkes belirlenen yaşta emekli olur!” diyerek bu hükmü “65 yaş” olarak değiştirirler. Bilmediğinin farkında olmayan, ama bir süreliğine de olsa yönetim erkini ele geçiren insanlardan ülkemiz gerçekte çok şey çekmiş, ilerici görülen hareketler gerçekte bazı konularda geriye doğru gitmemize yol açmıştır.
Gençsin sen Gılgamış
Gılgameş Destanı’nın ikinci tabletinde bir konuşma geçer; “Ayağa kalkarak, Yaşlılar Kurulu’nun üyeleri, bildirdiler görüşlerini: Gençsin sen Gılgamış ve yüreğinin sesine kapılıyorsun! Bilmiyorsun ne dediğini.”
Ülkemizin bilge insanlara tahammülü yok!
Hemen hemen her köklü kültürde yaşlılar onurlandırılır, onların deneyimlerinden istifade edilmeye çalışılır. Çünkü bu deneyimler kolay kolay elde edilmemekte ve kişi ile birlikte yok olması ülke için büyük kayıp olmaktadır. Ne yazık ki kısa bir süre önce yazdığım yazıda da belirttiğim gibi ülkemizin bu tür bilge insanlara tahammülü yoktur, onların ortalıktan çekilmeleri için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Uzmanlık tasladıkları alan ne kadar çoraklaşırsa o kadar başarılı olduklarını sanırlar. Atalarımız bunu yüz yıllar önce fark edip, şöyle ifade etmişler;
“Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derlermiş.”
André Maurois, (Çev. L.-C.), Yaşamak Sanatı-Hayatın Küçük Felsefesi, İstanbul, 1948.