Türk Masalları...
TÜRK MASALLARI
Milliyet Gazetesi, 28 Kasım 2021, s. 7.
Ruh, nükte ve Allah’a derinden bağlılık, Türklerin en eski değerleridir;
Kitabı en derin saygım ve sevgimle, bu büyük zenginliğe
Anadolu topraklarının anısına ithaf ediyorum.
Elsa Sophia
Bu sözlerin yazarı 14 Temmuz 1878 doğumlu Elsa Sophia von Kamphoevener (1878-1963), yaşamının büyük bir bölümünü babası Louis von Kamphoevener’in (1843-1927) askerî danışman olarak görev yaptığı İstanbul’da geçirir. Aşağı Saksonya’da, küçük bir şehir olan Hamelin’de doğan Elsa Sophia dört yaşında geldiği İstanbul’da otuz yıla yakın bir süre kalır.
Elsa Sophia’nın, ülkemizde bulunduğu dönemde Anadolu topraklarında yüzlerce yıllık yaşam aynı şekilde devam etmektedir. Bir kız çocuğu olmasına karşın erkek kıyafeti giyerek uzun Anadolu gezilerine katılır. Bu gezilerin birinde masal anlatıcıları locasının bir üyesi olan Fehmi ile tanışır ve onun yanına katılır. Uzun süre birlikte olup, zaman zaman onun yerine, konakladıkları kervansaraylarda masal anlatır.
“ALLAH selamet versin… ALLAH’a emanet… Selamet ve emanet sözcükleri bir masal anlatıcısının her masalda kullandığı ve anlattıklarının özünü ortaya koyan sözcüklerdir. Bu masalların geldiği diyarlarda Allah’sız iş yapılmaz, insana ruh ve akıl bahşeden Allah’a derinden bağlıdır herkes” (s.1).
Elsa Sophia, bugün hemen hemen hiçbirini hatırlamadığımız ve anlatıcıları artık yok olan Türk Masalları’nın yüz yıllardır var olmasını, Anadolu’da bu masalların canlı kalmasını, hiçbir zaman kaleme alınmamalarından kaynaklandığını söylemekte. Her masal anlatıcısının, daha doğrusu masal anlatıcıları loncasının kendine ait masalları bulunmakta olup, bir başka loncaya veya anlatıcıya ait masalı anlatmak yasaktır. Bu suçu işleyen, bir başkasına ait masalı anlatan kişi, at hırsızlığı kadar ağır bir suçtan yargılanır. Hırsız aşağılanır, ona ne su ne de ekmek verilir, yalnızca artık tanınmadığı bir diyara göç etmesine izin verilir. Anlatılan masallar yalnızca Türkler’e ait olup, Arap ve İran masallarıyla karıştırılmadan kendi özelliklerini korumaktadırlar.
Elsa Sophia, “unutulmaması gereken başka bir şeyin de Türkiye’de bir masal anlatıcısının eleştiri yapabilen ve bunun için yargılanmayan tek insan olduğudur” demekte (s.3). Masal anlatıcılığı, eleştirinin, karşı çıkmanın ve yanlışları gündeme getirmenin büyük bedeller ödendiği bir ülkede dokunulmazlık kazanmanın bir başka yoludur. Bu masallar erkekler tarafından erkeklere anlatılmaktadır. Masal anlatıcılar, “bir sultana, vezire, değersiz zenginlere ve tüm zayıflıkları barındıran güçsüzlere halkın ne düşündüğünü açıkça anlatmaktan çekinmez.”
Erkekler tarafından erkeklere anlatılan bu masalların erkek kılığına girmiş, bir kadın tarafından derlenmesi ve kitap haline getirilmesi, kendisinin de belirttiği gibi büyük bir ironidir. “Kökenleri birbirine yakın olsa da doğudan çıkan masallar sert ve korkutucuyken, iç bölgelerdekiler daha ayrıntılı ve uzun, meyve ve gül yetişen güneydeki masallar ise daha sevgi dolu ve neredeyse hayalcidir. Masal türlerini anlayabilmenin bir yolu ise halk el sanatlarıdır; halılar ve işlemeler. Koyu renkler, sıkı nakışlar kuzeyde, geniş yüzeyleri kaplayan düzensiz ağaçlı dallı motifler iç bölgelerde ve çiçeklerin, canlı renklerin süslediği yumuşak motifler ise güneyde görülürdü.” (s. 3).
Üç cilt halinde, 1956 yılında Hamburg’da basılan ve daha sonra iki baskısı daha yapılan bu kitapta, otuz beş masal bulunuyor. Kitabın alt başlığı “Eski Türk Göçebelerinin Masalları ve Hikâyeleri.” Erkeklerin belleklerinde masallar ve hikâyeler, kadınların belleklerinde ise işledikleri motifler bulunmaktadır. Erkeklerin sözle anlatılarını, kadınlar ürettikleri halı, kilim ve işlemelerle söze hacet kalmaksızın yüz yıllar boyunca kullandıkları motiflerle anlatmaya çalışmaktalar. Gerçekte de öyle değil midir, bazen sözle anlatamadığımız bazı isteklerimizi ve beklentilerimizi davranışlarımız veya ortaya koyduğumuz ürünlerle anlatmaya çalışmaz mıyız?
“Erkeklere bu masalları anlatmamın beni ne kadar mutlu ettiğini, son savaşta dört yıl boyunca tüm cephelerdeki askerlere masal anlatarak yaşadım. Karşılarındaki kişinin gerçek kimliğini öğrendiklerinde ilk olarak ne kadar öfkelendiklerini ve küçüksediklerini anlatmama gerek yok. Ben yine de bu tür görevlere yollanmak istediğimi dile getirmekten vazgeçmiyorum, kaldı ki dağların ve denizlerin ıssızlığı ve yalnızlığı insanı dünyadan kopardığı için kimse oralara gitmek istemezdi. Bu zaman diliminde cepheden dönen askerlerin sürekli ‘Dost Masalcıyı’ cepheye çağırdıklarını duyduğumda, anladım ki duygular her yerde aynı ve masallar da müzik gibi her yerde anlaşılabilen insanlığın bir dili” (s. 4).
İletişimin arttığı, televizyonun ve sosyal medyanın günlük hayatımızda büyük yer işgal ettiği bu dönemde sanırım kimsenin masal dinlemek için ayıracağı zamanı kalmadı. Hâlbuki onlar bin yılların birikimini taşıyan ve gelecek için ders alınması gereken belgelerdir. Masal dinlemekten uzaklaştık, artık geçmişe ait ders alınması gereken masallar değil, günlük, içimize sıkıntı veren, geleceğimiz için kaygı oluşturan haberler dinlemeyi tercih ediyoruz. Anlaşılan daha çok kişinin masal anlatıcısı olmak için çaba sarf etmesi gerekiyor. Yalnız büyükler değil, artık küçükler de masal dinlemek istemiyorlar. Sanırım burada anlatıcının üslubu önemli oluyor. Çocukluğumda Eflatun Cem Güney’in anlattığı masalları dinlemek için nasıl sabırsızlıkla radyo başında beklediğimi unutamam...
“Kulak duymak istediğini duyar, göz görmek istediğini görür. Elhamdülillah.”
Elsa Sophia von Kamphoevener, An Nachtfeuern Der Karawan-Serail, Hamburg, 1956.
Elsa Sophia von Kamphoevener, Kervansaray Ateşlerinin Başında, Çev. Aylin Gergin-Mustafa Tüzel, İstanbul, 2020.