Ülkemizde Gerçekten İşsizlik Var mı?
ÜLKEMİZDE GERÇEKTEN İŞSİZLİK VAR MI?
Milliyet Gazetesi, 24 Mayıs 2024, s. 2.
Uzun zamandır bu konuda bir yazı yazmak istediğimi dile getirdiğimde dostlarım; “Gel bu işten vazgeç, çok büyük eleştiri hatta hakarete varan geri dönüşler alırsın!” diyerek beni uyardılar. Ancak ben, nerede ise tüm gündemi meşgul eden bu sorunu her şeye rağmen kendimce değerlendirmek istedim. Çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da “Kral Çıplak” ama kimse bunu görmek ve söylemek istemiyor. Kralın çıplak olduğunu söylemek için birilerinden izin mi almalıyım, yoksa ben de sürüye katılıp birilerinin hoşuna gidecek diye gördüğümü ve yaşadığımı dile getirmekten kaçınmalı mıyım? Genellikle bildiğim konulardaki ısrarım ile bazı kişilerce inatçı diye nitelensem de bugüne kadar doğru bildiğimi söylemekten kaçınmadım ve kaçınmaya da niyetim yok.
İşsizlik var mı?
Ülkemizde gerçekten işsizlik var mı? Sanırım bir grup işsizlik olduğuna inanıyor, buna karşın çoğu işveren de çalışacak insan bulamamaktan yakınıyor ve yakın bir gelecekte işletmesini kapatacağından bahsediyor. Üsküdar’da tanınmış bir lokantanın işletmecisi aşçılarının yaşının yetmişi aşkın, garsonlarının yaşının ise atmış üstü olduğunu, çalışacak yeni eleman bulamadığı için dükkânını kapatmayı düşündüğünü söyledi. Dolaştığım semtlerde gördüğüm dükkânların çoğunun vitrininde “Personel aranıyor” ilanları yer almakta. Çalışan kadınların büyük bir çoğunluğu evde çocuğuna bakacak, temizlik yapacak insan bulamamaktan yakınıyor. Bırakınız büyük şehirleri çoğu Anadolu şehirlerinde evlerde çalışacak, yaşlı insanların bakımını yapacak çalışan bulmak imkânsız gibi. Çoğunluğu Türkmenistan, Gürcistan ve Özbekistan’dan gelen kadınlar yüksek ücretlerle bu boşluğu dolduruyorlar.
Çalışan nüfus
İnternetten edindiğim bilgilere göre Şubat 2024 tarihi esas alınarak yapılan çalışmalar sonucu yaklaşık 32.222.000 çalışan nüfusumuzun olduğu belirtiliyor. 31 Aralık 2023 günü ülkemiz nüfusunun 85.372.377, bu nüfusun %68,1’inin 15-64 yaş aralığında, yani çalışma yaşına erişmiş kişi sayısının 58.138.588 kişi olduğu tespit edilmiş. Bu hesaba göre ortalama çalışan sayısı ülke ortalamasına göre %55,42. Gelişmiş ülkelerde bu oran İsviçre’de %79,4, Norveç’te %75,8, İsveç’te %73,8 gibi çok daha yüksek oranlarda. Bir ülkenin çalışma yaşındaki çalışan sayısının bu kadar düşük olması elbette onun refah düzeyini de emekli olan insanların yaşam seviyesini de etkilemekte.
Emekli sayımız
Şubat 2024 verilerine göre, çalışan nüfusun 32.222.000 olmasına karşın emekli sayımız 15.851.244 kişi, yani nerede ise iki çalışan, kendi geçimini sağlamanın yanı sıra ödediği vergiler ile bir emekliye yapılan ödemeyi de karşılamaya çalışıyor. Ülkemizde emekli yaşı 2008 yılında yürürlüğe giren kanun uyarınca kadınlarda 58, erkeklerde 65 olarak belirtilmesine karşın, fiilen 51-52 olduğu görülmekte, buna karşın yaşam süremiz uzamış ve 2018-2020 ortalamasına göre erkeklerde 75,6, kadınlarda 81,3 olarak tespit edilmiş. Dünyada yaş ortalaması erkeklerde 70, kadınlarda 75 olarak biliniyor. Bu da bize göstermektedir ki hâlen ülkemizde yaşam süresi dünya ortalamasının üzerinde, elbette gelişmiş bazı ülkelere göre daha az yaşıyorsak ta çoğunluğa göre yaş ortalamamız oldukça yüksek. Çoğumuzun yaşam kalitesi açısından imrendiği İsviçre’de emeklilik yaşı 65, Norveç’te 67, İsveç’te 68 olarak uygulanıyor. Emeklilik yaşına baktığımızda aramızda oluşan bu fark ister istemez emekli aylığına da yansımakta ve emekli olanlar sıkıntı çekmekte.
Çalışan nüfusumuz az
“Bu değerlendirmenin işsizlik ile ne alakası var?” diye soracak olursanız, çalışan nüfusun azlığından söz etmeden gerçeğe ulaşmanın zor olduğunu belirtmek isterim. Yukarıda da bahsettiğim gibi çoğu kişinin çalışacak insan aramasına karşılık, yaygın bir işsizlikten söz ediliyor. Sevgili dostlar kral gerçekten çıplak, gerçeği görerek değerlendirme yapmazsak olumlu bir sonuca ulaşmak zor olur. İş arayanların hemen hemen tümü merkezi hükûmetin veya belediyelerin kadrosunda maaşı garanti, çalışsa da çalışmasa da maaş ödenen bir iş arıyor. Çoğunun üretime herhangi bir katkı yapma düşüncesi yok gibi. Geçen günlerde bir dönem bakanlık yapmış bir dostum başından geçen bir olayı anlattı. Bakanlık görevinde bulunurken, çocukluktan yakın arkadaşlarından biri telefon ederek, üniversiteden yeni mezun çocuğu için bir kamu kuruluşunda iş bulmasını rica eder. Sayın Bakan’da bu genci, oturduğu bölgeye yakın bir kamu kurumuna memur olarak yerleştirir. Bekler ki çocukluk arkadaşı arasın ve teşekkür etsin, ama arayan olmaz. Bakanlığı son bulduktan sonra bir gün eski arkadaşı ile karşılaşırlar, aralarında oldukça soğuk bir selamlaşma geçer. Merak eder sorar, “Nasıl senin oğlun işinden memnun mu?” Arkadaşı büyük bir nezaketsizlikle “Yahu senden oğlanı bir işe yerleştirmeni istedim, sen de onu memur yapmışsın, hâlbuki oradaki müdür kadrosu boştu, niye oraya atamadın?” der. Hayret edilecek bir talep değil mi? Yeni mezun bir kişinin, müdürlük beklentisi bir yana babasının da böyle bir talepte bulunabilmesini duymak bile istemiyorum.
Bu olayı neden mi yazdım? Pek çok kez benim de başıma aynı şeyler geldi. Genç bir mimar veya mühendis iş talebinde bulunduğunda, mesleğini öğrenebileceği özel sektör kuruluşuna yerleştirmek istediğimde, bu teklifim kabul görmüyor. İstiyorlar ki devlete veya belediyeye memur olsunlar. Üstelik sigortalı da değil, 657 sayılı devlet memuru statüsünde çalışmak istiyorlar. Böylesi talepler benim gözümde çalışmak değil, yaşayacağı süreyi, fazlaca çalışmadan tamamlamak. Erken yaşta emekli olup, geçinemiyorum diye şikâyet etmek.
Ülkemizde eğitimin yaygınlaşması için yapılan çalışmalar sonucu çok sayıda üniversite açıldı. Eğitim yaygınlaştı mı? Tam tersi eğitim kayboldu, yerini öğretim aldı. Bunca üniversitede gençler ne öğreniyorlar diye merak ettiğimde, gördüm ki gerçek ile uyuşmayan teorik bilgi ile oyalanıyor. Yeni mezun pek çok kişinin en önemli düşüncesi bir an önce yönetici olmak, altına bir araba, mümkünse bir lojman verilmesini sağlamak. Teorik bilgi ile çoğu işi yönetmek de mümkün değil, üstelik çoğu teorik bilgide yalan yanlış. Tornavida tutmasını bilmeyen mühendisler, metre tutmasını bilmeyen mimarlar, şantiyeye girmekten korkan üniversite mezunları. Ülkemizin bu kadar çok teorisyene değil, üreten insana ihtiyacı olduğu aşikâr. Uzun zamandır fiilen yapı yapmaktan vazgeçtim, yalnızca proje çalışması ile iktifa ediyorum. Çünkü işini gerçekten doğru ve severek yapan insan sayısı yok denecek kadar azaldı. Duvar örecek, doğru dürüst sıva yapacak, seramik döşeyecek usta nerede ise bulunmaz oldu.
Geçen günlerde ülke çapında faaliyet gösteren bir holdingin insan kaynakları bölümü on mühendis, dört kaynakçı için pozisyon açar ve talep bekler. On mühendis için 565 başvuru yapılır, dört kaynakçı içinse bir kişi başvurur. Üstelik kaynakçının maaşı, mühendis maaşının nerede ise dört katına yakındır. Sık sık söylerim insan yaptığı işle talep eden değil talep edilen olmadıkça ekonomik olarak tatmin olamaz.
Nereden nereye? Gerçekten ülkemizde işsizlik var mı? Geçtiğimiz günlerde bir iftar programında kürsüye çıkan tekstil ile ilgili işverenlerin hemen hepsi çalışacak insan bulamamaktan şikâyet ettiler; “İhracat için yaptığımız sözleşmeler var, ama bu üretimi yapacak çalışan bulmakta büyük sıkıntı içindeyiz, nereden bulursanız bulun bize çalışacak insan bulun” Aynı sözleri gerek sebze gerekse meyve toplatacak insanlardan da duyuyorum. Ayvalık’taki bir dostum, “Zeytin toplama zamanı gelecek diye korkuyorum, çalışacak insan nereden bulacağım?” diye endişe etmekte.
İş beğenmemek moda oldu!
Çoğu işletmenin çalışan aramasına karşılık, işsizlikten bahsetmek nasıl bir yanılgı? İşsizlik değil de iş beğenmemek söz konusu. Herkesin memur olduğunu, hemen hiç kimsenin üretime katkısının bulunmadığını düşündüğümüzde, çalışanlara yapılacak ödemelerin nasıl mümkün olacağını hiç kimse düşünmüyor mu? Bir ülkenin refahı ve mutluluğu için önemli olan o ülke insanının üretime yaptığı katkıdır. Ülkenin gelişmesine katkısı olmayan, çoğunluğu iktidar olmak için yapılan düzenlemeler kısa vadede olumlu sonuç vermiş gibi görünse de uzun vadede ülkenin büyük sıkıntılar içine girmesine yol açar ve de açmış durumda.
Ülkemizin problemi işsizlik değil, iş beğenmemektir. Doğruyu görelim ve bunu tedavi için çalışalım, her şeyin devletten beklendiği bir ülkeyi çok daha zor günlerin beklediğini unutmamak gerekiyor. Ülkemizin 100 yıl önce olduğu gibi yeni bir hamle yapması, şikâyet etme, onu bunu karalama yerine, çalışmanın fazilet olduğunu düşünen ve her alanda çözüm üretecek gençler yetiştirmesi gerekiyor.
Bulunduğumuz coğrafyada varlığımızı sürdürebilmek için Hakkı Öcal’ın Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan 11 Nisan 2024 günkü “Neden çalışmak, ama çok çalışmak zorundayız?” başlıklı yazısını okumanızı önemle tavsiye ederim...