Üstün Destan, Gılgamış Destanı...
ÜSTÜN DESTAN, GILGAMIŞ DESTANI
Milliyet Gazetesi, 23 Eylül 2023, s. 2.
Dünyanın bilinen ilk kütüphanesi, MÖ 625 yılında kurulan Ninova’daki (Nippur) Asurbanipal (MÖ 669-631) kitaplığıdır. Bu kitaplıkta bulunan “Gılgamış Destanı” eski dünyanın yüz yıllarca ulaştığı her yerde yankı uyandırmış, insanlığın en eski edebî metnidir. Dilinin yüceliği, etkisi, hayal gücü, konusunun seçkinliği ve evrenselliği ona “Üstün destan” sıfatını verir. Gılgamış Destanı’nın hikâyesi MÖ 2100 yılından kalma Uruk Kralı Gılgamış hakkında yazılan beş adet Sümer şiiri ile başlar. Tek bir destanın parçaları olmaktan çok, birbirinden ayrı öyküler olarak değerlendirilen bu hikâyelerin, daha sonra Akadca yazılmış birleşik bir destana kaynak olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Akkadlar
MÖ XVIII. yüzyıldan itibaren, Mezopotamya’da önemli değişiklikler meydana gelmeye başlar. Bölgeye eski dönemlerden itibaren göç etmeye başlayan Sami kökenli “Akkadlar” egemen olmaya başlar. Bir dönem efendileri olan Sümerler’den izler taşıyan bu yeni oluşum, bilimde, inançta ve edebiyatta “Sümer” dilini kullanmasına karşın yönetim, hukuk ve günlük konuşma da “Akkad” dilini kullanmaktadır. “Gılgamış Destanı”nın en eski versiyonu MÖ II. bin yılın ikinci çeyreğine aittir. Ancak günümüze kadar yapılan kazılarda bu versiyona ait yaklaşık on adet çoğunluğu da okunamayan kırık tabletlerden oluşan bir koleksiyona ulaşmak mümkün olmuştur. Bu nedenle “Gılgamış Destanı”nı on iki tabletten oluşan “Yeni Versiyonu / Ninova Versiyonu” esas alınarak değerlendirmenin daha doğru olduğu düşünülmektedir.
Huwawa
“Gılgamış Destanı”nın Ninova Versiyonu’nun, Philadelphia Üniversitesi ve Yale Üniversitesi kitaplıklarında iki tam tabletten oluşan birer nüshası bulunmaktadır. Bazı bölümleri zedelenmiş ve anlaşılmaz hâle gelmiş, birkaç bölüm dışında, her ikisi de genellikle iyi korunmuş olup yaklaşık iki yüz kısa satırdan oluşmaktadır. Philadelphia tableti, Gılgamış’ın gördüğü ve ona “Kendisi gibi güçlü” bir dostun, Enkidu’nun geldiğini haber veren çifte rüya ile başlar. Bir süre sonra şehre (Uruk) gelen Enkidu önce Gılgamış ile dövüşür ve sonrasında da dost olurlar. Uzun bir süre birlikte hareket eden ikiliden, Enkidu şehir hayatından sıkılır. Bu sırada Gılgamış hem kendini üne kavuşturan bir başarı kazanmak hem de Enkidu’yu bu sıkıntıdan kurtarmak için yaptırdığı tapınağa dayanıklı ağaçlar sağlamak üzere harekete geçmeye karar verir. Bunun için önce, sedir ağaçlarının koruyucusu korkunç Huwawa’yı öldürmek gerekmektedir. Dostu Enkidu ile birlikte ormanın bulunduğu dağa gitmeyi planlayan Gılgamış niyetini uyruklarına açıkça bildirir. Kentin “İhtiyar / Ermişler Kurulu” önce bu girişimi engellemeye çalışırlarsa da, sonuçta bu girişimi onaylarlar. (s. 39)
İhtiyar / Ermişler Kurulu
Burada ilgimizi çeken bir nokta karşımıza çıkmaktadır. MÖ II. bin yılında Babil şehirlerinde kralın yanı sıra bir de “İhtiyar / Ermişler Kurulu” bulunmaktadır. Gılgamış gibi ismi günümüze kadar uzanan güçlü bir kral dahi bu meclisin onayını almak zorundadır. Hemen her yazıda ve yorumda ortaya çıkan “Yunanistan demokrasinin beşiğidir” sözü bu bilginin ışığında ne kadar doğru bir değerlendirmedir. Atina demokrasisinden en az bin beş yüz yıl önce Mezopotamya’daki şehirlerde kralın yanı sıra bir de meclis bulunmaktadır. Bu şehir oluşumları neden görmezden gelinir, bilinmez. Ama birden aklıma dilimize ait bir deyiş geldi; “Kör değneğini beller gibi” çok az kişi alışılmışın ve yaygın olarak kullanılanın dışına çıkma cesaretini göstermektedir. Yeni bir düşüncenin getireceği karşı çıkışın varlığını sürdürmeye zarar vereceğini düşünmektedir.
“Gılgamış Destanı”nın bazı tabletleri ise Bağdat Irak Müzesi ile Chicago Oriental Enstitüsü’nde, kaçak kazılar sonucu bulunan bazı kırık parçaları ise Berlin Müzesi ile British Museum’da bulunmaktadır. Akadca metin çok daha uzakta Anadolu’nun tam ortasında Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa / Çorum, Boğazköy’deki kazılarda gün ışığına çıkar. Bunların başka bir yerden getirilmediği, hepsinin Hattuşa’da yazıldığı anlaşılıyor. Hititli aydınlar bu destanı kendi dillerine çevirirler. MS I. yüzyılın sonralarına doğru o zamanın uygar dünyasını Hindistan’dan Yunanistan’a kadar çok uzun bir süre, deniz feneri gibi aydınlatmış olan Mezopotamya’yı ve onun geleceğini bir unutulmuşluk perdesi örter.
Bu yazımı destandan bazı kısa alıntılar yaparak sonlandırmak istiyorum. “Gılgamış Destanı”nı ve dört bin yıl öncesinin edebiyatını merak edenlere onu okumalarını ve gerçekte insanın tutkularında günümüze değin ne kadar az şeyin değiştiğini görmelerini öneririm.
“Çıkıp Uruk’u çevreleyen sura,
Dolaş üzerinde,
Bir göz at temellerine,
Seyreyle nasıl örülmüş olduğunu:
Pişirilmiş tuğladan yapılmamış mıydı bunlar
Ve Yeri Bilge’nin (yedisi birden)
Atmamış mıydı temelleri.”
Veya bir başka dize bize neyi anlatıyor?
“Görkemli, göz kamaştırıcı Gılgamış!
O açtı. Dağlarda geçitleri…
O aştı denizi. Engin Deniz’i.
Güneşi doğduğu yere kadar.
Ve bulmak için sonsuz hayatı,
Her tehlikeyi göze alarak.
Araştırdı tüm evreni,
Tufan’ın yerle bir ettiği tapınakları,
Yeniden kurulmuş olan Uzaktaki-Utanapişti’ye kadar.
Kimselere değil,
Sadece ona vergiydi hükümdarlık.
Ve kim diyebildi onun gibi,
‘Kral benim, sadece benim’ diye.”
Size iyi okumalar dilerim, içinde bulunduğumuz günlerde binlerce yıl önceden bize seslenen Gılgamış’ı dinlemek günlük gailelerden bir miktar kurtulmamıza yardımcı olacaktır...
Anonim, (Çev. Muzaffer Ramazanoğlu), Gılgamış Destanı, Ankara, 1944.
Jean Bottéro, (Çev. Orhan Suda), Gılgamış Destanı Ölmek İstemeyen Büyük İnsan, İstanbul, 2005.