Uygarlık Üzerine...
UYGARLIK ÜZERİNE
Milliyet Gazetesi, 7 Kasım 2021, s. 9.
Sözlüklerde uygarlık; düşünce, kültür, sanat, endüstri, teknik ve toplumsal yaşam alanlarında ideal sayılabilen düzeye kavuşmuş olan; medeni, kültürlü, eğitimli, görgü kurallarına uyan olarak açıklanmakta. Kelimenin nasıl türetildiği konusunda bir bilgi bulunmuyor. Muhtemelen ilk yerleşik medeniyeti kuran Uygur Türklerinin adından gelmiş olabileceği düşünülüyor.
Uygarlık son derece karmaşık bir insan örgütlenmesidir. İnsanın varoluşundan beri süren ve insanlık var oldukça devam edecek bir serüven olarak değerlendirmek gerekir. İnsanlığın günümüzdeki uygarlık düzeni çoğunlukla batı normlarına göre değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmenin görece olduğunu, insanın yaşam hikâyesi içinde değiştiğini görmekteyiz. Her şeyden önce uygarlığın gelişmesi için gelişmiş şehir yaşantısı gerekir. Tıpkı yazı gibi uygarlık da şehirli insanın ürünüdür, şehir yaşantısı gelişmişlik düzeyini belirler.
Haçlı vahşeti
“... Maara’da bizimkiler yetişkin dinsizleri kazanlarda kaynatıyor, çocukları şişe geçiriyor ve kızartıp yiyorlardı...” Frenk kronikçi Raoul de Caen 1098 yılında Maara’yı ele geçiren Haçlı Ordusu’nun yaptığı vahşeti bu sözlerle anlatır ve ekler “üstelik ordumuzun her türlü erzakı vardı, ama onlar insan etinin lezzetine alışmışlardı”.
Nasıl olur da bu vahşeti uygulayan insanlar uygarlaşır ve uzunca bir dönemdir uygarlık kabulleri tüm dünyaya örnek gösterilir.
XV. yüzyılda dünyayı dolaşan bir gezgin muhtemelen Orta Doğu ve Çin’deki yaşam kalitesinden, var olan ve yapılmakta olan yapılardan, şehirlerdeki ekonomik düzey ve bilimsel araştırmalardan etkilenmektedir. Aynı dönemde Avrupa bu gezgine sefalet içinde, durgun ve hemen hiçbir bilimsel gelişmenin olmadığı bir yer intibaını verecektir. Bir süre önce doğuya bir gezinti yapan Marco Polo’nun anlattıkları kuşku ile karşılanmış, hayali olarak nitelenmiştir. Çok daha sonraları 1852 yılında Thames Nehri üzerindeki tezgâhlarda inşa edilmekte olan Great Eastern (Great Leviathan) gemisinde yapılmakta olan çalışmaları görmeye gelen Kraliçe Victoria, bir çiçek demetini burnundan hiç ayırmaz. Çünkü Thames Nehri’nin açık bir lağımdan farkı yoktur ve kokusuna tahammül edilmesi mümkün değildir.
Batının Yayılışı
1500’lerin başında Avrupa’nın gelecekteki emperyal devletleri dünyanın kara yüzeyinin yaklaşık %10’una ve nüfusun en fazla %16’sına sahiptir. 1913’de batı devletleri bütün toprak ve nüfusun neredeyse beşte üçüne, küresel ekonominin ise %79’una sahiptir.
1500’lerde dünyanın en büyük kenti, nüfusu muhtemelen 600 ile 700 bin arasında olan Pekin’dir. Dünya üzerinde var olan on büyük şehrin yalnızca biri, nüfusu 200 binin altında olan Paris, Avrupa’dadır. Dört yüz yılı aşkın bir süre sonra bu görüntü tam tersi olarak karşımıza çıkar. Artık dünyanın on büyük kentinin dokuzu batı dünyasında olup bir tek Tokyo Asya’dadır.
Batının Atılımı
Şehirler, yapılar, heykeller, resimler, minyatürler göz alıcı ve hayranlık duyulan atılımlar olabilir ama esas olan onları tasarlayan insanlara destek olan, hayallerini gerçekleştirmelerini sağlayan, günümüze erişmelerini kolaylaştıran ve bakımlarına destek veren ekonomik güçtür. Tarımsal ekonominin sağlayacağı ekonomik gücün belirli bir büyüklüğün üzerine çıkması mümkün değildir. Yeni ekonomik kaynakların yaratılması için farklı bir üretim yönetiminin geliştirilmesi, yalnızca insan gücü ile yapılan üretimin artırılması gerekir. Başlangıçta tarım ürünlerine dayanan batı insanı, buna karşılık ödemesi gereken parayı, yağmaladığı Afrika, Hindistan, Uzak Asya ve Amerika’dan elde ettiği altın ve gümüş ile ödemesinin mümkün olmadığını görerek, önceleri buhar gücü daha sonraları şehirlerde gelişen farklı üretim teknikleri ile karşılaması gerektiğinin farkına vararak, atılım yapmış, bilim ve tekniğin getirdiği refahın farkına varmıştır.
Doğunun Kapanışı
Buna karşın doğu giderek içine kapanarak, yeni buluşlara karşı çıkmış, gelişmenin ve çağdaş bilgi seviyesine ulaşmanın gerektiğinin farkına varamamıştır. Bir anlamda uygarlık ekonomik güç ile paralel olarak var olur. Yalnızca devletin ve onun yönetimini üstlenen bir avuç insanın elinde toplanan ekonomik güç yaygın bir üretim ve onun getireceği uygarlık düzeyine erişmek için kâfi değildir. Ülke sathına yaygın bir ekonomik güçle, ülke sathına yaygın bir şehirleşme, gerek yerleşmeler gerekse buralarda yaşayan insanlar açısından rekabeti teşvik edeceği için kısa süre içinde o ülkenin uygarlık seviyesinde daha üst basamaklara çıkmasını sağlayacaktır.
Çoğu insanımızın yaşamak istediği veya hayranlıkla izlediği batı dünyası, bu düzeye erişmek için büyük fedakarlıklarda bulunmuş ve bugünkü refah seviyesine erişmek için bedeller ödemiştir. Sömürgelerde uyguladığı vahşeti her ne kadar kendi insanına uygulamamış gibi görülse de özellikle sanayi devriminin ortaya çıktığı XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl boyunca nerede ise 10-12 yaşındaki çocukların kız erkek ayrımı yapılmaksızın günde on sekiz saate varan çalışma temposunu unutmamak gerekir.
Anlaşılan, uygarlık için, bugünkü anlayış ile gelişmiş ülke seviyesine ulaşmanın tek bir yolu vardır; çalışmak, üretmek ve ticaret alanlarımızı geliştirmek mecburiyetindeyiz. Niall Ferguson “Uygarlık” isimli kitabında 1990 yılında bir Amerikan vatandaşının ortalama bir Çinli’den yetmiş üç kat zengin olduğunu söylemekte, acaba aradan geçen otuz yıl içinde bu oran ne oldu, doğrusu yaşadığımız günleri değerlendirmek açısından merak edilmeye değer?
Niall Ferguson, Uygarlık, Çev. Nurettin Elhüseyni, İstanbul, 2012.