Yalan Üzerine...
YALAN ÜZERİNE
Milliyet Gazetesi, 1 Ekim 2023, s. 4.
Dilimizdeki “Yalan” kelimesi sözlüklerde; “Aldatmak maksadıyla bilerek söylenen gerçeğe aykırı, asılsız söz. Asılsız, uydurma, gerçek tarafı olmayan beyan” olarak açıklanıyor. İnsanlığın ilk günlerinden beri “Yalan” tüm ahlaki ve dini inançlar tarafından lanetlenen bir eylemdir.
Kur’an-ı Kerim’de yalan
Kur’an’ı Kerim’deki yirmi dört sûrenin bazılarında bir ayette bazılarında ise birkaç ayette yalan lanetlenir. Yalan söyleyenlerin cehennem azabına mahkûm olacakları belirtilir. Buna karşın giderek daha muhafazakâr ve mütedeyyin olduğu düşünülen toplumumuzda yalan hiç bu kadar rağbet görmemişti.
Mürselât Sûresi’nin on beşinci ayetinde;
“O gün vay hâline hakikati yalanlayanların!”
Münâfikûn Sûresi’nin ikinci ayetinde;
“Onlar yeminlerini yalan ve sahtekarlıklarına kalkan yapmakta ve böylece başkalarını Allah yolundan saptırmaktadırlar. Yaptıkları, gerçekten çok çirkindir; böyledir, çünkü onlar imana erdiklerini iddia ederler, hâlbuki içlerinden hakikati inkâr ederler ve böylece, kalplerine bir mühür vurulmuştur, artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlayamazlar.”
Hucurât Sûresi’nin altıncı ayetinde;
“Ey imana ermiş olanlar! Yoldan çıkmışın biri size yalan haber getirirse, muhakemenizi kullanın; yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.”
Ğâfir Sûresi’nin yirmi sekizinci ayetinde;
“Allah, kendileri hakkında yalan söyleyerek kendi kişiliklerini harcayanları doğru yola ulaştırmaz.”
Zümer Sûresi’nin elli dokuzuncu ayetinde;
“Mesajlarım sana ulaştığı hâlde sen onları yalanladın, yersiz gurura kapıldın ve hakikati inkâr arasına girdin.”
Nûr Sûresi’nin on birinci ayetinde;
“Başkalarını yalan yere iffetsizlikle suçlayanlar içinizden bir güruhtur; siz bu haksızı suçlamaya maruz kalanlar, bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın; tersine bu sizin için hayırdır!”
Mâide Sûresi’nin kırk ikinci ayetinde;
“Her türlü yalanı can kulağıyla dinleyenler, kötü olan her şeyi aç gözlülükle yutanlardır!”
Âl-i ‘İmrân Sûresi’nin yetmiş sekizinci ayetinde;
“Onlardan öylesi var ki, söyledikleri Kur’an-ı Kerim’den olmadığı hâlde ondan olduğunu düşünesiniz diye dilleriyle Kur’an-ı Kerim’i çarpıtırlar ve Allah’tan olmadığı hâlde, ‘Bu Allah’tandır!’ derler; böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar.”
Bunca ayette “Yalan söyleyenlerin cehennemlik oldukları” beyanına karşın yalan giderek toplumumuzda büyük rağbet görmekte ve özellikle gençler yalan haber konusunda sosyal medyada büyük yer işgal etmekteler. Çoğu yalanın yetkili kişi ve kurum tarafından asılsız olduğunun beyan edilmesine rağmen “Çamur at izi kalsın” özdeyişi nedeniyle iz bırakması da ne yazık ki kaçınılmaz olmakta, çoğu insan bu yalanlara sorgulamadan, araştırmadan itibar etmekte.
Mahkemelerde yalan
Çoğu kez üzülerek şahit olduğum ve giderek yaygınlaşan bir durumla da mahkemelerde karşılaşmaktayız. Çoğu kişinin “Size sorulan sorular hakkında, gerçeğe uygun cevap vereceğinize ve hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin eder misiniz?” sözüne karşılık ısrarla yalan söylemesidir. Bu nasıl bir ahlak anlayışıdır ki gerek kendi çıkarı gerekse kendine yakın gördüğü birinin çıkarı için namusu ve vicdanı üzerine yemin etmesine karşın yalan söylemekte ısrar etmektedir? Kişisel menfaat için giderek artan oranda yalan söylemeyi hüner sanan bir toplumun geleceği nasıl olabilir?
Hileler kitabı
Son zamanlarda hicap duyarak okuduğum; “Hileler Kitabı Arap Kültüründe Siyasi Stratejiler” isimli kitabı okurken notlar alıyorum ve sizlerle de paylaşmayı arzuluyorum. Arabik toplumların hüner saydığı çoğu kez yalanla üstünü örtmeye çalıştığı ahlak dışı olayların hile olarak nitelenmesini kabul etmek mümkün değil... Tüm açıklamalara rağmen gerçek olmadığı bilindiği hâlde yalan söylemek ve yalanda ısrar etmek nasıl bir ruh hâlidir? Acaba aldığımızı sandığımız bunca eğitim bizi yanlış yollara mı sevk ediyor?
Tehzîbü’l-Ahlâk
Yahya İbn Adî, “Tehzîbü’l-Ahlâk” isimli kitabının bir bölümünü; “Düşünen (Nâtık) Nefs”e ayırmıştır; “Düşünen nefs, insanın diğer canlılardan ayrıldığı nefstir. Bu nefsle düşünme, hatırlama ayırt etme ve anlama meydana gelir. Bu nefsin de fazilet ve rezaletleri vardır. Faziletlerine gelince bunlar; ilimleri ve adabı elde etmek, sahibini rezaletlerden ve çirkinliklerden alı koymak, diğer iki nefsi (şehvânî ve gazabî nefsler) kontrol edip ona edep eğitimi vermektir… Bu nefs sahibini iyi işlere, sevgi ve inceliğe, iyi niyetliliğe, yumuşak huyluluğa, utanma duygusuna, iffete, takvalı olmaya, güzel ve meşru yollardan liderlik isteğine yönlendirir. Bu nefsin rezaletlerine gelince; kötü niyetli olmak, yalan, hilekârlık, dalkavukluk, haset, fenalık ve riyakarlık bunlardandır. Bu nefs tüm insanlarda bulunmaktadır. Ancak insanların bazısında faziletler galip gelir, bu insanlar faziletleri güzellikle benimser ve onları eyleme geçirirler. Bazısında ise rezaletler baskın olursa insanlar ona alışır ve böylece rezaletler kalıcı hâle gelir. Kimi insanlarda ise fazilet ve rezaletlerin bir kısmı bir araya gelmiş olabilir.”
Yahya İbn Adî’nin ölüm yılı 973’tür. Vefatının üzerinden bin elli yılı aşkın zaman geçmiş. Çok eski dönemlerden beri bazı bilgeler yaşamın iyiliği ve güzelliği için bitmez tükenmez öğütler vermiş, bu öğütleri yazıya dökerek unutulmaz olmasını sağlamışlardır. Ancak tüm bunlara rağmen insanlar yalan söylemekte ve kendi küçük menfaatleri için hilekârlık yapmaya devam etmektedirler. Anlaşılan insanlığın fazilet için kat edeceği çok uzun bir anlamda bitmez tükenmez yol bulunmakta. Bilim kurgu romanlarında rastladığım ve şimdilerde bazı kişilerin kuşkuyla baktıkları “Yapay zekânın” hukuk alanına adaptasyonu yalanı hayatının amacı yapmış bazı kişileri denetim altına almak için tek yol gibi görülüyor. Her ne kadar bazı ülkelerin adalet sisteminde “Yalan makinası” gibi bir uygulama yapılıyorsa da bunun yaygınlaşması ve neticelerin yapay zekâ tarafından değerlendirilmesinin daha olumlu sonuç alınması açısından faydalı olacağını düşünmekteyim...