Yedikule Hisarı...
YEDİKULE HİSARI
Milliyet Gazetesi, 18 Ocak 2015, s. 22.
... Yedikule Hisarı, erken dönemde İstanbul’da yaptığımız askeri amaçlı üçüncü büyük anıtsal yapıdır. Hisarın, Altın Kapı girişi dışında, Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan, kuleli, anıtsal bir giriş kapısı ile daha sonraları kapatılan küçük bir koltuk kapısı vardır. Fatih Sultan Mehmed döneminde İmparatorluk hazinesinin muhafazası için inşa edilen yapı uzun süre bu görevi üstlenir. III. Murad döneminde saraya taşınan hazine sonrası Yedikule Hisarı hapishane olarak kullanılır...
“Sultan, şehrin surlarının top atışlarıyla yıkılan kısımlarının en iyi şekilde yeniden inşasını kara ve deniz surlarının zamanla hasar görmüş olan diğer taraflarının onarılmasını emretti. Daha önce de söylediğim gibi, şehrin en güzel ve en geniş alanını seçerek sarayının temellerini attı. Bunlara ek olarak, Hrysi Pyli (Altın Kapı) yakınlarında bir zamanlar imparatorların hisarının bulunduğu yerde sağlam bir hisar inşa edilmesini buyurdu. Bütün bu işlerin süratle bitirilmesini, buralarda esir Romalıların çalıştırılmasını, her birinin altı ya da daha fazla sikke yevmiye almasını emretti.”
Dönemin tanığı Kritovulos, Fatih Sultan Mehmed’in Yedikule Hisarı’nın yapımını böyle başlattığından söz eder.
Roma imparatorlarının Rumeli’de yaptıkları savaşlar sonrası büyük zafer alaylarıyla şehre girdikleri ve “Altın Kapı” olarak isimlendirilen üç geçitli, kare planlı ve iki kuleli zafer takının, onun sağ ve solunda yer alan iki burcun gerisine yapılan üç kule ile oluşturulan beşgen planlı hisar, erken dönemde İstanbul’da yaptığımız askeri amaçlı üçüncü büyük anıtsal yapıdır.
TARİHİ ‘ALTIN KAPI’
Yedikule Hisarı bir yana, başlı başına “Altın Kapı” İstanbul’un ön plana çıkarması gereken önemli anıtsal yapılarından ve tarihi miraslarından biridir. Roma İmparatorluğu döneminde “Porta Auera” olarak adlandırılan kapı, Ayasofya’nın önünden başlayarak buraya kadar uzanan Mese (Divanyolu) caddesini, Via Egnetia olarak bilinen ve Roma’ya kadar devam eden anayola bağlayan kapıdır. Bir dönem, dış yüzündeki Latince kitabede “Tiranı yok ettikten sonra Teodosius burayı süsledi” yazmaktaydı. Burada adı geçen imparatorun II. Theodosius (408-450) olduğunu göz önüne alırsak, bu kapının 1500 yılı aşan bir öyküsü olduğunu söyleyebiliriz.
Günümüzde hangi şehir, hangi yerel yönetim bu denli zengin bir tarihi geçmişe sahip bir anıtı görmezden gelir? Hadi diyelim ki “Altın Kapı” kimilerimizin aymazlıkla reddettiği bir geçmişe ait olduğu için görmezden gelinmektedir. Peki, o halde hemen her fırsatta yüceltmek için bir birimizle yarıştığımız Fatih Sultan Mehmed’in inşa ettirdiği yaptığı Yedikule Hisarı’nı hangi gerekçe ile görmezden geliriz?
HAZİNE ODASI
Yedikule, Altın Kapı ve Roma surları tarafından oluşturulan batı bölümü hariç, Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılan, dairesel planlı üç büyük kule ve onları birleştiren, ortalarında hafifçe içe basık üç uzun beden duvarından oluşmaktadır. Beden duvarlarının orta bölümünde birer üçgen burç, hisarın Roma surları ile birleşmeye yakınlaştığı noktalarda ise yarım yuvarlak iki burç bulunmaktadır. Düz bir arazide yedi kuleli olarak kurulan hisar, kısa süre sonra bulunduğu yere adını vererek Yedikule Hisarı olarak anılmaya başlanır.
Hisarın, Altın Kapı girişi dışında, Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan, kuleli, anıtsal bir giriş kapısı ile daha sonraları kapatılan küçük bir koltuk kapısı vardır. Fatih Sultan Mehmed döneminde İmparatorluk hazinesinin muhafazası için inşa edilen yapı uzun süre bu görevi üstlenir. Sultan III. Murad (1574-1595) döneminde saraya taşınan hazine sonrası Yedikule Hisarı’nda yabancı suçluların yanı sıra savaş esnasında düşman ülkelerin elçileri ve devlet adamları hapis edilir. Hisarın hiç şüphesiz en tanınmış tutuklusu 1622’de tahttan indirilen Sultan II. Osman’dır (1618-1622). Yerli, yabancı çok sayıda tanınmış tutuklunun kapatıldığı bu yapı, Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde hapishane olarak kullanılmaktan çıkarılır.
1831’de Topkapı Sarayı yakınında bulunan ve “Arslanhane” olarak bilinen yapıda tutulmakta olan aslanlar buraya nakledilmiş, bir süre sonra ise baruthane olarak kullanılmıştır. 1869’da Hisar’ın orta avlusunda Midhat Paşa tarafından, 1896’ya kadar faaliyet gösterecek olan, kız sanat okulu “İnas Sanayi Mektebi” açılmıştır.
1700’lü yılların ilk çeyreğinde yapılan bir gravürde hisarın orta avlusunun yoğun yapılarla kaplı olduğu, burada büyükçe bir mahalle oluştuğu görülmektedir. 18. yüzyılın ortalarında İstanbul’da bulunan Joseph Grelot, burada bulunan tutuklu Hıristiyanların dışarıdan ibadet için rahip getirebildiklerini, küçük bir mabette de ayin yapıldığını bildirir. Varlığı bilinen küçük şapelden günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Buna karşın Fatih döneminde yapılan ve Yedikule Camii adıyla anılan mescidinin minaresinin şerefeye kadar olan bölümü ile kaidesine bitişik Çeşmevarlığını günümüzde de muhafaza etmektedir.
Ayvansarayi’nin belirttiğine göre mescidin yakınında Darülsaade Ağası Beşir Ağa’nın yaptırdığı bir sıbyan mektebi bulunmaktadır. Varlığını bildiğimiz bu mahalle muhtemelen 1782’de meydana gelen yangın esnasında yok olmuştur. 19. yüzyılın başlarında İstanbul’un planını çizen Melling’in çizimlerinde de görüleceği gibi hisarın içi büyük oranda boştur.
KADERİNE TERK EDİLDİ
Yedikule Hisarı 1895’te müze olarak ziyarete açılır ve Müzeler Umum Müdürlüğü’ne tahsis edilir. 1927’de hisar avlusunda bir dizi araştırma kazısı ve bazı yapılarda güçlendirmeler yapılır. 1961’de başlayan restorasyon çalışmaları çeşitli onarımlarla 1970’e kadar devam eder. 1968’de İstanbul Hisarlar Müzesi’nin kuruluşunu takiben bu müdürlüğe bağlı bir birim halinde faaliyetini sürdürmeye başlar. Zaman zaman çeşitli konser ve benzeri etkinliklerin yapıldığı Yedikule Hisarı çekiciliği nedeniyle rağbet görmeye başlar. 2004’te kültür ve turizm amaçlı olarak kullanılmak üzere özel bir şirkete devredilir, ancak yapılan itirazlar nedeniyle mahkeme kararıyla bu devir işlemi durdurulur ve tam anlamıyla kaderine terk edilir.
Günümüzde bu şehirde yaşayan çok az kişi geçmişi beş yüz yılı aşan, anıtsal bir yapıya sahip olduğumuzun farkındadır. Hisarın sahibi konumundaki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çok az mensubu, adres sormaksızın bu yapıya gidebilir. Her ne kadar Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü adını taşıyan, müzeleri ve ören yerlerini çağdaş olanaklara kavuşturması beklenen bir kuruma sahip olsak da, son zamanlarda Kültür Varlıklarını Koruma Kurulları ile hem hal olmaktan, müzeler ve ören yerlerine bakmaya vakit bulamayan bu kurumun, bu günkü yapısı ile çözüm üretmekte yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır.
İstanbul’un malik olduğu Güzelce Hisar, Rumeli Hisarı ve Yedikule Hisarı, yüzyıllardır varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Daha öncede belirttiğim gibi Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez bölgelerindeki kaleleri onarmak için harcanan para ve emeği gördükçe üzülüyorum. Acaba bu kalelere restorasyon adı altında yapılan müdahaleleri görmediğimiz için mi öncelik tanınmaktadır? Bu hisarları onarıp, kurşun çatılı külahlarını yapıp, görkemli beden duvarlarını beyaz badanalar ile ortaya çıkarıp, şehrin fethini simgeleyen elle tutulur, gözle görülür, geçmişi öğrenmeyi meraklandıran mekânlar olarak kullanmayı neden beceremeyiz? Niçin bir dönem içlerinde var olan mahalleleri ayağa kaldırıp, onlara yeniden hayat vermeyi düşünmeyiz?Geçmişin ve bu şehirdeki varlığımızın bir efsane ve hikâyeler dizisi olmayıp, içinde yaşanan mekânlar haline dönüşmesi için ne bekliyoruz? Yeteri kadar para mız mı yok, yoksa aklımız mı?
Bugün Yedikule Hisarı’nı gezmeyi bir yana bırakalım, bu yazı için günümüze ait bir fotoğraf çekme girişimlerimiz bile yapının kilitli ve mühürlü olması nedeniyle mümkün olamamıştır.
Tevekkeli atalarımız “Bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır” dememiş...