Ahşap Mescidler...
AHŞAP MESCİDLER
Şehir ve Kültür, 34, İstanbul, 2017, s. 10-15.
Ülkemiz, malik olduğu kültürel değerler açısından tüm dünyanın hayranlığını taşımaktadır, sahibi olduğumuz bu binlerce yıllık kültür birikimi insanlığın vaz geçilmez mirasıdır. Zaman içinde görmezden gelinen, büyük oranda tahrip edilmesine göz yumulan kültür varlıklarımızın içinde, özellikle üzerini basa basa söylediğimiz, Beylikler, Selçuklu ve Osmanlı dönemi yapıları da büyük orandadır. Son on beş yıldır varlıklarını yeniden hatırladığımız bu yapılara gösterilen ilgi ve onların çağdaş olanaklarla zenginleştirilmesi öğünülecek bir hızla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Ancak özellikle kırsal kesimlerde, gözden ırak yerlerde bulunan ve büyük çoğunluğu XIX. yüzyılda yerel imkankarla yapılan mescit türü, renkli ve yöre insanının coşkusunu günümüze taşıyan naif ibadet yapıları ise hızla yok olmaktadır. Yeteri kadar cemaati var mı, yok mu araştırılmadan eski cami ve mescitlerin yakınına (çoğu kerede yıkılarak yerine) yapılmasına izin verilen kubbeli, hemen her yerde birbirine benzeyen kimliksiz camiler, yerel kültürün bir daha yerine konulması mümkün olmayan bu yapılarının kadro dışı bırakılmalarına ve giderek yok olmalarına yol açmaktadır.
Bu yazıda bazı örneklerini sunacağımız Aydın ve Denizli, Burdur ve Antalya illerinin dağ köylerindeki bu yapılar gerçekten acınası durumdadırlar. Basit bir mimari yapının yöre insanının coşkusu ile nasıl bir gönül okşayıcı, insanı şenlendirici mekana dönüştüğünü gösteren, ibadet etmenin yalnızca bir görev değil, içten gelen bir coşkunun tezahürü olduğunu ifade eden bu yapılar acilen kendilerinin farkına varacak ve yok olmaktan kurtaracak insaf sahiplerini beklemektedirler.
Pamukkale, Akköy Yukarı Camii: Dış duvarları kâgir olan dikdörtgen planlı yapının, çatısı ahşaptır. Giriş bölümünün üstünde iki katlı ahşap bir kadınlar mahfili bulunmaktadır. Mihrabın hemen sağında bulunan minber, çatıyı destek vermek için son zamanlarda konulan ahşap direkler nedeniyle köşeye doğru çekilmiştir. Mihrap cephesinin diğer köşesinde ise vaaz kürsüsü yer alır. Yapının tüm iç duvarları paftalar halinde düzenlenmiş olup, çoğunluğu dikdörtgen formundaki paftaların içinde vazolara konulmuş hissi veren çiçekler bulunmaktadır. Mihrabın içinde çevresi çiçek dalları ile kaplı bir kandil, her iki yanında ise uçları sağa ve sola eğik servi ağaçları bulunmaktadır.
Muhtemelen, vaaz kürsüsünde gördüğümüz türden süslemeler sahip olan minberin ise zaman içinde yeşile boyandığı anlaşılmaktadır. Dıştan kiremit örtülü kırma çatısının içinde ise içi çiçeklerle bezenmiş bir kubbe yer almakta. Yer yer çürüyen çatı kirişleri ahşap desteklerle ayakta tutulmaya çalışılan bu yapının ne yazık ki yaygıları toplanmış, anlaşılan artık bu mekanda ibadet yapılmıyor.
Baklan, Boğaziçi Camii: Dış duvarları kâgir olan caminin tavanı ile iç taşıyıcı elemanları ahşaptır. Caminin tüm beden duvarları paftalar halinde kalemişi süslemeler ve yazılar ile bezenmiştir. Yapının içinde aynı zamanda yanlara doğru uzanan kadınlar mahfili taşıyan dört adet ahşap kolon yer alır. Bu kolonları birbirine bağlayan kemerlerde ahşap süslemelerle bezenmiş olup, üstlerine ayrıca kalemişi süslemelerle yapılmıştır. Yapının tam aksında yer alan mihrap ise yöresel ustaların belki maliyeti, belki de beceri istemesi yüzünden yapamadıkları ancak gönüllerden geçen mukarnas benzeri kalemişi ile bezenmiş. Mihrap çevresindeki yazılar ise anıtsal camiler örnek alınarak eşkenar dörtgeni renkli bir kuşakla çevrelenmiş. Bir döneminin Mudanya Tahir Ağa Konağı, Burdur Çelikbaş evinde gördüğümüz mührü Süleyman motifli tavan bezemeleri ince bir işçiliği ve özeni yansıtıyor. Caminin yaygıları toplanmış anlaşılan artık burası ibadete kapalı, kim bilir belki bir himmet sahibi eline uzatmış ve bu yapıya yeniden hayat vermiştir, belki de artık bu yapı yok. Duvarlarından sökülen kalemişleri, minberinden koparılan ahşap süslemeleri kimi antikacı dükkanlarında satışı bekliyor.
Tavas, Kızılcabölük, Hanönü Camii: İlk iki yapıya göre daha sade olan bu cami ise bezemelerinden ziyade ahşap işçiliği ve oymacılığı ile ön plana çıkmaktadır. Bu yapının da beden duvarları kâgir, iç taşıyıcı elemanları ile tavanı ahşaptır. Yapının Beylikler dönemi camilerini hatırlanan, mihrap önündeki açıklığa yerleştirilmiş bir tavan göbeği bulunur. Tavanın diğer bölümleri ise kerpiç yapılarda rastladığımız şekilde yuvarlak ahşaplarla geçilmiştir. Ancak bu direkler belirli bir sıra ile mavi, turuncu ve sarı renklerine boyanmış. Uzunlamasına oluşturulan iç mekanın arka bölümü ise son cemaat yeri, onun üstü ise kadınlar mahfili olarak kullanılmış. Muhtemel daha önceki dönemlerde iç mekan duvarlarında kalemişi süslemelere de sahipti. Ama sanırım bir dönem kim bilir hangi aklı evvel, sanki marifet yaparcasına bunları badana ile kapatmış, mihrabı, minberi, mahfil bölümünün ahşap elemanlarını yeşile boyamış. Yine de bu yapıyı yapanların coşkusu kendini belli ediyor. Hanönü Camii’ninde de artık yaygıları yok, yapı içindeki dökülmeler zemine yayılmış, bu yapıda kaderine terk edilmiş. Hemen yanına yapılan ve minaresi bu güzelim yapıya dayanan yeni camii Hanönü Camii’nin ve benzerlerinin yok edilişinin en çarpıcı örneği.
Çal, Kocaköy, Şalvan (Şeyh Elvan) Camii: Giriş kapısında H. 1215 / 1800-1801 tarihli kitabe bulunan Kocaköy Camii, dikdörtgen planlı bir yapıdır. Duvarları kâgir çatısı ahşap olan yapının, çatı örtüsü sıkıştırılmış toprak iken, 1960 yılında yapılan onarım sırasında ahşap beşik çatıya dönüştürülmüş ve kiremit ile kaplanmıştır. Dışardan bakılınca basit bir köy mescidi olarak görülen binanın iç mekanı hayret verici bir mimari ve bezeme sanatı göstermektedir. Altı adet ahşap kolon, mihraba dik bir istikamette, yapı boyunca devam eden Bursa kemerine benzer kemerler, birbirlerine ve kâgir duvarlara bağlanmaktadır. Caminin tavanı ve girişte yer alan iki kolon ile giriş duvarına taşıtılan bir mahfile sahiptir. Yapının tavanları ve mahfilinin altı hem ahşap işçiliği hem de boyamaları açısından ilgi çekicidir. Muhtemelen yapının iç duvarları ve kolonları bir dönem benzeri yapılar gibi kalemişi bezemelere sahip iken, daha sonraki bir dönemde yeşile boyanmıştır. Görüldüğü gibi Kocaköy Camii’nin yeşil renkli yeni halıları bu yapının halen ibadete açık olduğunu göstermektedir. Her ne kadar düzenli görülüyorsa da, kısa süre içinde bir onarıma ihtiyacı olduğu da, özellikle mahfilini önündeki ahşap süslemelerden anlaşılmaktadır. Bu onarım sırasında duvar yüzeylerindeki boya tabakaları özenli bir şekilde kaldırılmalı ve olduğunu sandığımız kalemişi süslemeler erişilmesi sağlanmalıdır.
Acıpayam, Yazırköy Camii: Yazıroğulları adı ile anılan bir aile tarafından H. 1216 / 1802 tarihinde inşa edilen bu yapı da dikdörtgen planlı olup, iç mekan da sekiz adet ahşap kolon bulunmaktadır. Dış duvarları kâgir olan yapının çatısı ahşaptır. İç mekanda yer alan dörderden sekiz kolon mihrap duvarına dik istikamette ahşap kirişlerle birbirine ve dış duvarlara bağlanmıştır. Giriş bölümünün tek aksı üzerindeki mahfilinde, köşelerde birer, orta bir adet olmak üzere üç adet çıkma bulunmaktadır. Diğer camilerin aksine bu yapının içi mekanı, muhtemelen bezeme konusuna hakim ve dönemin bezeme özelliklerini bilen bir usta veya ustalar tarafından süslenmiştir. Mihrap duvarı ve yan cepheleri paftalar halinde gruplanmış, bazı paftaların içine manzara ve çeşitli cami resimleri, çoğunluğuna ise vazolar içinde çiçekler ve yazılar yerleştirilmiştir. Tavan ise çeşitli renklerde boyanmış ve orta bölümü kalemişi süslemeler ile bezenmiştir. Yazırköy Camii’de ne mutlu ki günümüzde ibadete açıktır. Dilerim sonsuza kadar da açık kalır ve nüfusu 2.500 kişiye ancak erişen bir yerleşmenin insanlarının bir dönem ne kadar incelikli bir sanat zevkine sahip olduklarını göstermeye devam eder. Yukarda bazı örneklerini vermeye çalıştığımız bu camii ve sayısını bilen yok. Yalnızca Denizli havalisinde değil, onu kuşatan Aydın, Uşak, Afyonkarahisar, Burdur illeri ile Muğla ve Antalya’nın dağ köylerinde benzerleri bulunan bu yapılar ne yazık ki uzun bir süredir görmezden gelinmekte ve tahriplerine göz yumulmaktadır. Yöre sakinlerinin kendi imkanları ile onarmaya çalıştığı bu yapılar Anadolu’daki Müslüman anlayışının ne köklü ve renkli olduğunun göstergeleridir. Bu yapılar yalnızca birer ibadethane olarak değil, aynı zamanda yöre kültürünün narin örnekleri olarak korunmalı ve ülke sathında tanıtılmalıdır. Hemen yanlarına veya onların yerine yapılmak istenen, betonarme, kötü işçilikle kubbeli camiler ile yok edilmelerine mani olunmalıdır...