Anadolu Hisarı...
AnasayfaMedyaYayımlar ve Bildiriler

Anadolu Hisarı...

KAYDIRIN

< Geri dönün

ANADOLU HİSARI

Turing, 403, İstanbul, Eylül 2020, s. 44-51.

Bizim Göksu’ya yerleşmemiz Sultan Yıldırım Bayezid’ın (1389-1402) 1395 veya en geç 1397 tarihindeki üçüncü İstanbul kuşatması sırasındadır. Âşık Paşazâde, “Tevârîh-i Âli Osmân” isimli eserinde; “... Padişah büyük bir ordu toplayarak İstanbul üzerine geldi. Kocaeli’nden Yoros’a çıktı. Ayrıca Yahşi Bey’i gönderdi. Şile’ye gelip anlaşarak şehri aldı. Padişah Yoros’a geçti. Sonra Boğazkesen’in üst yanında bir hisar yaptı. Güzelcehisar derler. Kale tamamlanınca içine asker koyarak kuvvetli şekilde kapattı...”

Güzelcehisar’ın yapım tarihi konusunda farklı yorumlar vardır. Âşık Paşazâde H. 793 / 1390-1391 tarihini verirken, Nişancı Mehmed Paşa H. 797 / 1394-1395 tarihinde yapıldığını söylemektedir. Albert Gabriel her iki tarihi belirtmekle iktifa eder. Ekrem Hakkı Ayverdi ise H. 797 / 1394-1395 tarihini kabul etmektedir. Âşık Paşazâde’nin açıklıkla belirttiği gibi Güzelcehisar’ın yapımı Şile’nin fethinden sonradır. Şile H. 798 / 1395-1396 veya H. 799 / 1396-1397 tarihinde teslim olur. Bu kaydı esas alırsak hisarın yapımı en erken 1395-1396, en geç de 1397 tarihinde olmalıdır. Bu arada, devrin kaynaklarını detaylı olarak inceleyerek İstanbul’daki bu ilk yapımızın kesin yapılış tarihini net olarak tespit etmek gerektiğini belirtmek isterim.

Günümüzde daha çok Anadolu Hisarı adıyla anılan bu yapının pek çok adı da vardır. İlk yapıldığı dönemde Güzelcehisar olarak isimlendirilen yapı, Neşrî’nin Taescher tercümesinde belki de bir okuma hatası olarak Gözlüce Hisar olarak belirtilmektedir. Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) döneminde ise Yenice Kal’a olarak söz edilir. Hoca Sadeddin Efendi ise “Akça Hisar” demekte. Bir dönem de “Güzelhisar” adı ile anılır.

Güzelcehisar, Göksu’nun Boğaz’a karıştığı, dere yatağına paralel uzanan kireçtaşı ve şist tabakalarından oluşan dil üzerine yapılır. Yapıldığı dönemde günümüze nazaran denize daha yakın olmalıdır. Günümüzde kıyıdan oldukça uzak kalan hisar yapıldığı dönemde deniz kıyısındadır. Fatih Sultan Mehmed döneminde kısa zaman içinde dolan kara parçasını da içine alacak şekilde hisarpeçe yapılacaktır.

Sultan Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan iç kale-ahmedek, yaklaşık 20,00 x 24,00 metre ebadında bozuk bir dikdörtgen formundadır. Bu dikdörtgen’in Göksu kıyısında, 8,70 x 10,50 metre ebadında dikdörtgen, dört katlı, günümüzde külahını kaybetmiş bir kule bulunmaktadır. Bu hisarın deniz yönünde iki adet, kara yönünde iki adet, olmak üzere toplam dört adet burcu vardır. Deniz yönündekilerin içinde geçişe imkân verecek boşluklar olmasına karşın, daha narin olan kara yönündekilerin içi doludur. Yer yer zeminde 10,00 ile 15,00 metre yüksekliğinde olan hisar duvarlarının, özellikle ateşli silahların bulunmadığı dönemde tam bir koruma sağladığı anlaşılmaktadır. Daha sonra Fatih Sultan Mehmed döneminde 1452 yılında yapılan hisarpeçeye toplar konulduğunu Tursun Bey nakleder. Gerçekte hemen karşısında bulunan Rumelihisarı’nın hisarpeçesi ile bu hisarpeçe arasında dönemin atış mevzileri bakımından büyük bir benzerlik bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı hisarpeçe üç burç ile takviye edilir. Kuzeybatı yönündeki iki burcun içinde katlar olmasına karşın, batı yönündeki burcun içi boştur. Büyük bir avlunun bulunduğu orta alandan Yıldırım Bayezid’ın yaptırdığı hisara girilmektedir. Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı bölümlere bakıldığında tümüyle denize hâkim bir düzen kurulduğu anlaşılmaktadır. Çünkü aradan geçen elli yıl içinde çevre tümüyle Türk hakimiyetine geçmiş olup, kara yönünden gelecek bir tehdit söz konusu değildir. Anadolu Hisarı’nda yapılan bu yeni düzenlemeden çok kısa bir süre sonra İstanbul 29 Mayıs 1453 günü fethedilecek ve bu hisar günümüze kadar fonksiyonsuz kalacaktır. Bu arada Sidney Toy’un Anadolu Hisarı’nın Bizans döneminde II. Andronikos Palaiologos tarafından Latin ilhamı ile büyütüldüğüne dair açıklamalarının gerçekle bir ilgisi olmayıp, yazarın bir yakıştırması olduğunu da belirtmek isteriz.

Anadolu Hisarı’nın yapımından sonraki ilk esaslı onarım Sultan II. Bayezid (1481-1512) döneminde meydana gelen ve tarihimizde Küçük Kıyamet denilen 1509 depreminden sonra yapılır. İstanbul’un hemen her yerinde büyük hasara neden olan bu deprem sonrası Mimar Murad oğlu Hayreddin tarafından 29 Mart 1510 günü başlanan inşaat faaliyeti 1 Haziran 1510 günü tamamlanır.

1544-1550 yılları arasında bölgeyi gezen Petrus Gyllius gördüklerini şöyle anlatır; “... Türklerin Göksu, yani “yeşil su” dediği Aretai Deresi doğudan batıya doğru ilerleyerek Neokastron yakınında denize dökülür… Derenin ağzından, sağ yan boyunca ilerleyenler, Sultan’ın sık meyve ağaçlarıyla gölgelenen çok güzel ve çok büyük bahçesini görürler; solda ise Neokastron vardı., Asya’da Boğaz’ın su geçidini daraltır…”

Evliya Çelebi ise XVII. yüzyıl ortalarında gezdiği Anadolu Hisarı’nı şu sözlerle tarif eder; “Deniz kıyısında Göksu nehrinin denize karıştığı yerde alçak kayalar üzere … tarihinde Fatih Sultan Mehmed yapısıdır. Şeddâdî yüksek yapı ve sağlam kaledir ancak küçüktür, büyüklüğü bin adımdır. Batıya bakan bir kapısı var, içinde dizdâr evi ve neferât evleri var. 200 timar ehli neferdir. Köyleri tamamen Kocaeli sancağındadır. Cephanesi deniz kıyısında karşı Rumelihisarı’na Akıntıburnu’na bakan toplardır.”

XVII. yüzyılın sonlarına doğru bölgeyi gezen Eremya Çelebi Kömürciyan, Anadolu Hisarı yerleşmesinin tümüyle Türkler’den oluştuğunu söylemenin dışında hisar ile ilgili herhangi bir bilgi vermez. Yüz yılı aşkın bir süre sonra İnciciyan’da Anadolu Hisarı’ndan hemen hemen aynı sözlerle bahseder. 1830’lu yıllarda çeşitli İstanbul görünümleri çizen Thomas Allom’un, yayımladığı albümdeki metinleri yazan Robert Walsh, gerek Anadolu Hisarı’nın, gerekse Rumeli Hisarı’nın zaman içinde ihmaller nedeniyle birer harabeye döndüğünden söz eder. Allom’un çizdiği gravürde Anadolu Hisarı’nın askeri önemini kaybettiğini hisarın büyük oranda harap olduğu, ana yapı ve burçların üzerindeki kurşun kaplı külahların artık olmadığı görülmektedir. Buna karşın Pertusier’in kitabında yer alan gravürleri çizen ve 1796-1827 tarihleri arasında İstanbul’da bulunan Préaulx’un desenlerinde gerek hisarın gerekse hisarpeçenin burçlarının üzerinde kurşun külahlar bulunmaktadır. John Lewis tarafından çizilen 1837 tarihli bir gravürde ise gerek hisarın gerekse hisarpeçe burçlarının üzerinde kurşun kaplı külahlar görülmektedir. Bu gravürlerden hangisi gerçeği yansıtmaktadır? Muhtemelen XVIII. yüzyılın en geç XIX. yüzyılın başlarında yok olan külahlar bazı çizerler tarafından daha önceki dönemlerde çizilen görüntüler esas alınarak tekrarlanmış olmalı ve etkili bir görüntü elde etmek için yerinde olmamasına rağmen kurşun külahlar varmış gibi çizilmiş olmalıdır. Büyük bir olasılıkla XIX. yüzyılın başında meydana gelen bir yangın veya kurşunlarına ihtiyaç duyulduğu için yapılan bir yıkım sonrası külahlarını kaybeden hisar, ilk görünümünden büyük oranda uzaklaşmıştır.

Fatih Sultan Mehmed’in, Anadolu Hisarı’nın kuzeyinde, günümüz iskele meydanında, denize nâzır bir cami yaptırdığı bilinmektedir. Ayvansarâyî’nin bu caminin fevkani olduğunu söylemesine karşın H. 1026 / 1617 tarihinde Nev’izâde Atâî’nin kaleme aldığı “Hamse-i Atâî” deki bir minyatürde görülen cami, tek minareli ve tahtâni bir görünümdedir. Önünde bir namazgah sofasına benzer alçak bir duvarla çevrili çimenlik bir alanın da görüldüğü bu minyatürde, hisar ve hisarpeçe burçlarının üzerinde kurşun külahlar bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu arada hisarpeçenin içinde üzerleri kiremit örtülü çok sayıda yapı da yer almaktadır. Caminin üzerinin kubbe mi, yoksa kırma çatıyla mı örtülü olduğu anlaşılmamasına rağmen, üzerinin kurşun örtülü olması bir padişah yapısı olduğunu göstermektedir. Muhtemelen zaman içinde harap olan yapının bilinmeyen bir tarihte yenilendiğini ve bu kere fevkani olarak yapıldığını düşünmek gerekir. Bu caminin yakın geçmişi konusunda pek çok kaynakta yanlış bilgi bulunmaktadır. Söz konusu caminin 30 Ekim 1878 günü meydana gelen yangın sonrası, bugünkü yerinde Sultan II. Abdülhamid tarafından yeniden inşa edildiği söylenmesine karşın, 1890-1900 tarihli çok sayıda fotoğrafta caminin bu kere fevkani, ancak kırma çatılı olarak eski yerinde, yani iskele meydanında yapıldığı görülmektedir. Caminin yeni yerinde inşa tarihi çok daha sonra olup, 1928 yılında yapılan Boğaziçi sahil yolu nedeniyle yapılan istimlakler sırasında yıkıldığı, ancak Sultan II. Abdülhamid döneminde yapılan camiye ait H. 1301 / 1883-1884 tarihli kitabenin yeni camiye takılması nedeniyle böyle bir yanlışa düşüldüğü anlaşılmaktadır. Necib Bey’in 1924 tarihli haritalarının Anadoluhisar bölümünde söz konusu cami iskele meydanındaki yerinde bulunmaktadır.

Hisarın bu kadar yakınında, hünkâr mahfili de olan bir cami olmasına rağmen, muhtemelen XVII. yüzyılda bu kere hisarın batı yönüne mihraplı ve minberli büyükçe bir namazgah da inşa edilir. Zaman içinde derenin getirdiği alüvyonlar nedeniyle dolan alanda inşa edilen bu namazgah da herhangi bir süsleme ve kitâbe yoktur.

Claude-Marie Ferrier’in 1855 yılında çektiği fotoğrafta hisarpeçenin duvarları üzerine inşa edilmiş klasik tarzda evler yer almaktadır. İki katlı olan bu evlerin alt kat pencerelerinin hisarpeçe dendanlarının boşluklarında yer aldığı görülmekte. Pascal Sebah’ın 1865-1870, Vasilaki Kargopoulo’nun 1875’de çektiği karelerde hisarpeçenin üzerinden dışa doğru eli böğründeler üzerinde taşan bu yapıların zaman zaman yenilendiği veya yeniden yapıldıkları anlaşılmaktadır. Her iki fotoğrafta da hisarın önündeki alanın günümüze nazaran daha küçük olduğu ve burada tek katlı küçük bir yapı dışında herhangi bir bina bulunmadığı görülmekte.

30 Ağustos 1878 günü Anadolu Hisarı iskânı büyük bir yangın felaketi ile karşılaşır. Ergin’e göre on iki hanenin yandığı bu yangın muhtemelen iskele meydanındaki bir yapıdan başlamış olup, cami ve devamındaki yapılardan sonra hisarpeçe üzerinde yer alan konutların yok olmasına neden olur.

Anadolu Hisar iskânı ile Hisar’ı etkileyen en büyük olumsuz girişim Emin Erkul’un İstanbul Belediye Başkanı (8 Haziran 1924-12 Ekim 1928) olduğu dönemde inşasına başlanan Boğaz sahil yolu nedeniyle yapılan istimlakler ve hisarın içinden geçen yolun genişletilmesidir.

Muhtemelen 1878 yılında meydana gelen yangın sonrası Göksu Deresi’nin başlangıcına bir ahşap köprü yapılır. Bu köprüden geçen ve devamında hisarın yanındaki sokaktan iskele meydanına ulaşan dar sokağın genişletilmesi sonucu hisarpeçenin bir bölümü ile iskele meydanında, içlerinde camide olan bazı yapıların yıkılmasına yol açar. Bundan böyle iskele meydanı çevresinde kümeleşen iskânın ortasından geçen yoğun bir taşıt trafiği oluşacaktır. Hisarpeçe üzerindeki son ahşap yapı da 1971 yılında vuku bulan bir yangında yanar. İstanbul’un fethinin 500. yıl dönümü olan 1953 yılında hisarın onarımı ve yeni bir fonksiyona kavuşturulması için bazı çalışmalar yapılırsa da herhangi bir neticeye ulaşılmaz.

XIX. yüzyılın sonlarına doğru hisarın önünde giderek büyüyen ve muhtemelen bir bölümü doldurulan alanda çeşitli boyutta yalılar ve yapılar yapılmaya başlanır. Yeni yapılan bu binalar büyük oranda hisarın görüntüsünü etkilemektedir. Ancak yine de bütün bu karmaşa içinde hisar varlığını belli etmektedir. Bir dönem hisarın içinden geçen yolun kapatılması ve derenin içine doğru başka bir güzergâhtan, mezarlığın bir bölümünün altından geçirilecek bir tünel ile Boğaz yolu bağlantısının sağlanması gündeme gelirse de çok rağbet görmez ve unutulur. Bu kere biz Anadolu Hisarı’nın restore edilerek bir bütün haline getirilmesi, kule ve burçlarının kurşun külahlarının inşası, beden duvarlarının badana ile boyanmasını öneren bir çalışma yaptık, umarım bu canlandırmalar hisarın görkemini bize bir kere daha hatırlatır.

Anadolu Hisarı bizim bu şehirde inşa ettiğimiz ilk yapıdır. Bu şehirde yaşayanlar için çok önemli ve değer verilmesi gereken bir anıt olması gerekir. Bu yapının ihmal edilmesi ya da günümüzde olduğu gibi kaderine terk edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. En kısa süre içinde ilgili kurumların Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin konuyla ilgilenmelerini ve geçmişi altı yüz yılı aşan bu yapının şehrimiz için önemli bir anıt olarak varlığını sürdürmesine yardımcı olmalarını dilerim. Son günlerde yazdığım bir yazıda belirttiğim gibi; “Ne yazık ki neye malik olduğunun farkında olmayan insanlar için malik olduklarının da bir değeri olmuyor.”

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN