Aynalı Kasır mı, Aynalıkavak Kasrı mı?
AnasayfaMedyaYayımlar ve Bildiriler

Aynalı Kasır mı, Aynalıkavak Kasrı mı?

KAYDIRIN

< Geri dönün

AYNALI KASIR MI AYNALIKAVAK KASRI MI?

Turing, 413, İstanbul, Mart 2023, s. 30-39.

Kavak boyu aynaları, kim görmüştür de bu kasrın adı hemen her yerde “Aynalıkavak Kasrı” olarak yazılır, bilinmez. İlk olarak kimin söylediği belirsizdir ama 18 Kasım 1639 ile 1 Şubat 1641 tarihleri arasında Sultan IV. Murad Dönemi’nde (1623-1640) İstanbul’da bulunan Clausier du Loir; “Limanın diğer tarafına geçmek için denize dökülmeden önce çok güzel bir çayırı sulayan küçük bir dereyi (Kağıthane Deresi) geçmek gerekir. Buradan sonra ilk karşılaşılan şey limanın kıyısında padişahın hoşça vakit geçirmek için yaptırdığı evdir. Bu eve, Ayne Seray yani Aynaların Sarayı denilmektedir. Zira bulunduğu yerden duvarları tıpkı bir aynanın camı gibi görünmektedir. Sarayın duvarları büyük değildir ve bahçesinde, tepenin eteklerine dikilmiş çam ve servilerden başka ağaç yoktur,” demektedir.

Dikkat edilirse Clausier du Loir yapının içinden değil, dışından bahsetmektedir. Kasrın büyük pencerelerinden yansıyan Haliç manzarası yazarı etkilemiş olmalıdır. Yapının içine girdiğinden, büyük aynalar gördüğünden söz etmez. Muzaffer Erdoğan, Silahdâr Mehmed Ağa’nın beyanı doğrultusunda, Sultan IV. Mehmed Dönemi’nde (1648-1687) H. 1088 Muharrem / Mart-Nisan 1677 ayı ortalarına doğru Tersane Bahçe ve Kasrı’nda çıkan yangından kaçan cariyelerin Padişah’ın bulunduğu camlı köşke sığındıklarından söz eder. Muhtemelen Clausier du Loir’in bahsettiği, camlarından çevre görünüşünün yansıdığı yapı bu olmalıdır.

“Evâsıt-ı mâh-ı mezbûrda sabâha karîb Tersâne Bâğçesi hareminde horanda odalarının birinin ocağından âteş isâbet idüp, içinde olan kirişe ve ba‘dehu tavana yapışup Kara Ağalar söndürememekle, ân-ı vâhidde bütün odayı ihâta ve etrâfında olanlara dahı sirâyet idecek, içindeki câriyeler ancak birer başlarıyla pâdişâh hazretlerinin olduğu camlı büyük köşke firâr ve anda dahı karâr idemeyüp, âkıbet deryâya nâzır kafesli köşke kaçdılar. Bi-emri’llâhi ta‘âlâ ol gice bir azîm tûfân olmağla şu‘le-i âteş-bürîden müşâhede olunmayup ancak anda hâzır bulunan iki yüz mi... dâr halvetci bostancılar ile Bostancıbaşı Rum Sâlih Ağa ve ocaklarının baş çavuşu Kanozlu Uzun Ali yetişüp ve zülüflü baltacılar, gerdeller ve aşcılar iri kazanlar ile deryâdan su taşıyup semender-vâr dört tarafdan kuşadup balta üşürdiler. Eski binâ olmağla fâ’ide itmeyüp gitdikce âteş işti‘âl bulup, camlı büyük köşke yapışmağa on zirâ‘ mi... dâr kalduğı mahalden baş çavuş kesdirüp bi-avnillâhi ta‘âlâ altı kalın dîvâr çıkmağla âteş teskîn oldı ve illâ hâl müşkil olurdı. Mü’ellif-i hakīr zümre-i bostâniyândan olduğumuz hasebiyle hizmetde hâzır ve ol varta-i hevl-nâk-i ibret- nümâya nâzır idim. Taraf-ı pâdişâhîden azîm lûtfa mazhâr olduk.”

Gulielmo Sanson, 1675 yılında “Anaplus Bosphori Thracii” isimli bir harita yayınlar. Bu haritada Petrus Gyllius’un, MS II. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Dionysios Byzantios’un, “Boğaziçi’nde Bir Gezinti” isimli kitabını esas alarak yazdığı “De Bosforo Thracio / İstanbul Boğazı” isimli kitabında belirttiği yapıları ve kutsal alanları işaretler ve günümüz Hasköy bölgesi yakınında üzerine “İbrahim Paşa / Abrami Başha” yazılan bir alan belirtir.

Gyllius bu alanı, “Körfezin kuzeye doğru büküldüğünü söylediğim burundan uzun ve hafifçe yaylı bir büküntü başlar ve İbrahim Paşa tarafından ekilmiş Sultan’a ait yeşil alanların burnuyla sona erer” sözleri ile tarif eder.

Daha sonraları “Tersane Bahçesi” adıyla anılacak olan bu bahçenin ilk olarak Fatih Sultan Mehmed Dönemi’nde (1451-1481) düzenlendiği söylenmektedir. Evliya Çelebi bu alanın, “Önceleri kefere asrında krallara mahsus bahçe imiş” diyerek saraya ait olduğundan söz eder. Fatih Sultan Mehmed Dönemi’nde tersanenin oluşumu sırasında, bu bahçenin de düzenlendiğinden turfanda sebzelerle, limon, turunç, nar, üzüm, şeftali, kayısı gibi meyve ağaçları ekildiğinden avlu, hamam, köşkler, çeşitli odalar, sofalar, havuz ve şadırvanlar yapıldığını belirtir. Dikkat çekici bir husus Evliya Çelebi’nin bu bahçenin önündeki denizde bulunan istiridye yataklarından ve buradaki istiridyenin kalitesinden övgüyle bahsetmesidir. Fatih Sultan Mehmed’in deniz ürünlerini sevdiği göz önüne alındığında bu bahçeye özel bir önem vermesi tabiidir. Sultan’ın ve saray ahalisinin çoğunlukla Okmeydanı’na yaptığı ziyaretler sırasında bindikleri atların da buradaki ahırlarda muhafaza edildiği bilinmektedir.

Eremya Çelebi Kömürciyan, “İskelenin (muhtemelen Hasköy İskelesi) önünden geçtikten sonra bir padişah sarayı görülür. Azap’lara ve Harem’e mahsus bu konağa vaktiyle bir defa girmiştim. Rengârenk çiçeklerle süslü bir bahçesi ve denizin üstünde bir kâh’ı (köşk) vardır. Senavber (bir tür servi) ağaçlar bu yeşilistanın üzerine bir kubbe teşkil eder ve buranın iklimi sonbaharda ve kışın mutedil olur.” açıklamasını yapar.

1675 tarihli Gulielmo Sanson tarafından çizilen “Anaplus Bosphori Thracii Haritası”nda bahsedilen İbrahim Paşa, Petrus Gyllius’un İstanbul’da bulunduğu dönem (1544-1547) göz önüne alındığı takdirde Kanûnî Sultan Süleyman’ın sadrazamı Makbul-Maktul İbrahim Paşa (1495-1536) olabilir mi? Cevabı zor bir soru.

Tersane Bahçesi ile ilgili erişebildiğimiz en eski kayıt Naîmâ Efendi’nin bir notudur. 1613 senesi vukuatı içinde Sultan I. Ahmed’in (1603-1617) Edirne’de ikâmet ettiği dönemde Tersane Bahçesi’ne bir Kasr-ı Âli inşasını emrettiği yazılıdır. Çevre binaları ile tam bir kasır istediği ve kısa süre içinde bu yapının yapıldığı, Edirne’den dönüşünden kısa süre sonra bu kasırda kaldığı belirtilir. Çiçek ve çiçekçiliğe düşkün olan Sultan I. Ahmed’in 20 Şubat 1614 günü Tersane Bahçesi’ni ziyaret ettiği, iç harem bahçesine çeşitli çiçekler ektirdiği de bilinmektedir.

Sultan IV. Murad’ın Tersane Bahçesi’ni çok sevdiği sık sık bu bahçeyi ziyaret ettiği ve zaman zaman Tersane Kasrı’nda ikâmet ettiği hatta 1638 yılında vuku bulan veba salgını sırasında İstanbul’da bulunan Trablus kadısı Ünsi Efendi’yi kızlarının, bu musibetten kurtulması için dua etmeye bahçeye davet ettiğini Naîmâ Efendi bizlere aktarır. Daha sonraki bir tarihte Sultan İbrahim’in (1640-1648) çok sevdiği bu bahçede, deniz kıyısında bir İrem Köşkü yaptırdığını, bu Köşk’ün sanki “Havernak” (Eski İran efsanelerinin birinin kahramanı olan İran Şahı Nu’mân bin Münzir’in baş mimarı Sinimmar tarafından Fırat Nehri üzerindeki Hîre şehrinde yapıldığı söylenen köşk) köşkü olduğunu dönemin tanığı Evliya Çelebi anlatır.

5 Şevval 1078 / 19 Mart 1668 tarihli bir kuyudat defteri kaydına göre; Davudpaşa, Kandilli, İstavruz, Beşiktaş ve Kağıthane’de bulunan saray ve köşkler ile birlikte Tersane Bahçesi’nde valide sultan, hazine, kiler ve ağa odalarıyla bazı hamamların sakaflarının tamir edildiği bu tamiratların tutarının 161 bin 148 akçe olduğu bildirilmektedir. Anlaşılan Sultan İbrahim Dönemi’nde yapılan yapılar eskimiş ve önemli bir tamire gerek duyulmuştur.

1088 Muharem / 1677 Mart ayı ortalarında vuku bulan bir yangın sonucu bahçede bulunan yapılar büyük oranda zarar görür.

“Evâsıt-ı mâh-ı mezbûrda sabâha karîb Tersâne Bâğçesi hareminde horanda odalarının birinin ocağından âteş isâbet idüp, içinde olan kirişe ve ba‘dehu tavana yapışup Kara Ağalar söndürememekle, ân-ı vâhidde bütün odayı ihâta ve etrâfında olanlara dahı sirâyet idecek, içindeki câriyeler ancak birer başlarıyla Pâdişâh Hazretlerinin olduğu camlı büyük köşke firâr ve anda dahı karâr idemeyüp, âkıbet deryâya nâzır kafesli köşke kaçdılar. Bi-emri’llâhi ta‘âlâ ol gice bir azîm tûfân olmağla şu‘le-i âteş-bürîden müşâhede olunmayup ancak anda hâzır bulunan iki yüz mi... dâr halvetci bostancılar ile Bostancıbaşı Rum Sâlih Ağa ve ocaklarının baş çavuşu Kanozlu Uzun Ali yetişüp ve zülüflü baltacılar, gerdeller ve aşcılar iri kazanlar ile deryâdan su taşıyup semender-vâr dört tarafdan kuşadup balta üşürdiler. Eski binâ olmağla fâ’ide itmeyüp gitdikce âteş işti‘âl bulup, camlı büyük köşke yapışmağa on zirâ‘ mi... dâr kalduğı mahalden baş çavuş kesdirüp bi-avnillâhi ta‘âlâ altı kalın dîvâr çıkmağla âteş teskîn oldı ve illâ hâl müşkil olurdı. Mü’ellif-i hakīr zümre-i bostâniyândan olduğumuz hasebiyle hizmetde hâzır ve ol varta-i hevl-nâk-i ibret- nümâya nâzır idim. Taraf-ı pâdişâhîden azîm lûtfa mazhâr olduk.”

Yangın sonrası yapılan tamiri takiben, 1 Rebiülevvel 1090 / 22 Nisan 1679 günü Sultan IV. Mehmed’in Tersane Bahçesi Haremi’nde bulunan Kafesli Köşk’ten Haliç’te yapılan şenlikleri izleyip, birkaç gün sonra Üsküdar Bahçesi’ne göç ettiğinden söz edilir.

Tersane Bahçesi’nin esas önem kazandığı dönem Sultan III. Ahmed’in (1703-1730) saltanat yıllarıdır. 1718 Pasarofça Antlaşması sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun uzunca bir barış dönemi yaşadığı yıllarda İstanbul’un çeşitli bölgelerinde yeni kasır ve köşklerin yapılmasının yanı sıra Tersane Bahçesi’nin de sık sık kullanıldığı anlaşılmaktadır. Özellikle Sultan III. Ahmed’in, Kanûnî Sultan Süleyman, Sultan Mehmed, Sultan Mustafa (III. Mustafa 1757-1774), Sultan Bayezid isimli dört şehzadesiyle; Sadrazam İbrahim Paşa’nın oğlu Mehmed Bey’in 11 Zilkade 1132 / 18 Eylül 1720 günü başlayıp bir ayı aşkın süre devam eden sünnet düğünleri sırasında Okmeydanı’nın yanı sıra Tersane Kasrı ve çevresindeki yapıların yoğun olarak kullanıldığı, gerek yazılı kaynaklar gerekse görsel belgelerden anlaşılmaktadır.

Sünnet düğününün dördüncü günü yapılan şenliklerle ilgili ilginç bir açıklama bulunmaktadır:
“Padişah Hazretleri Tersane Sahilsarayı’nın ana giriş kapısında yüceliğin, zemini güllerle bezeli otağı süsledi; talih ve mutluluğun, eşiği gökçe ulu büyük obasını aydınlattı; eli deryaca açık Sadrazam da Aynalıkavak önünde demirlemiş olan Kapudane kalyonunun, revakları süslenmiş çardağında uğurlu vücutlarıyla iri bir inci tanesinin sedefte tek başına duruş gibi oturduklarında…”

Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi burada bulunan yapılar “Tersane Sarayı”, bölge ise “Aynalıkavak” olarak tanımlanmaktadır. Vehbî Surnâmesi’nde on üç yerde “Tersane Sahilsarayı”, beş yerde “Aynalıkavak”, iki yerde “Aynalıkavak Sahili”, iki yerde de “Aynalıkavak İskelesi” adı geçmesine karşın hiçbir yerde “Aynalıkavak Sarayı” ismi geçmez. Altıncı gün şenliklerinde anlatılan bir gece eğlencesinde bu konuya açıklık getiren ifade bulunmaktadır.

“Bu sırada, Bostancıbaşı Ağa şenliğe başlanılması yolunda kutlu buyruk çıktığının iletilmesi üzerine, eli deryaca açık Sadrazam’ın işaret parmağı görüldüğünde ilkin Tophane tarafında düzülen garip biçimli Salı, ‘Emre kulak sal’ buyruğuna uyarak İskenderce mutlu Hükümdar’ın önüne çektiler ve caraskal sanatını sergilediler. İçinde zümrüt renkli kandillerle süslenmiş, karışık renkli bir direk vardı ki sanki nur âlemi bahçelerinde düzgün bir selvi ve Tur Dağı’nda belirmiş erguvan benzeri, ateş çiçekli bir fidandı. Ta tepesinde birkaç yüz kandilden düzülmüş, hayal fanusu gibi döner kümbet görünüyordu ki karanlık geceyi, gündüz güzeline döndüren ışıklı kandili bir parlak aynaya benziyordu; böylece o yere ‘Aynalıkavak’ denmesinin sırrı açığa çıkmış oldu.”

Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi Aynalıkavak adı, bölgede bulunan yapılar topluğunun ismi değil, bölgenin adıdır. Aynı şenliği anlatan Hâfız Mehmed Efendi’nin “Sûr-ı Hümâyûn”’un isimli eserinde otuz yerde “Tersane Bağçesi” adı geçmesine karşın, dört yerde “Aynalıkavak İskelesi” ismi geçer. Hiçbir yerde “Aynalıkavak Sarayı” adı geçmez. Bu metinlerden de anlaşılacağı gibi XVII. yüzyıl başlarında buradaki yapılar topluğu ve hasbahçe, “Tersane Sarayı” ve “Tersane Bahçesi” isimleriyle anılmaktadır. Her iki yazmada da dikkatimizi çeken husus “Ayvansaray İskelesi” yanındaki ağaçtır. Haliç üzerindeki gösteriler sırasında iplerin bağlandığı söylenen bu ağaç çınar ağacı olarak belirtilmektedir. Buna karşın iskeleye adını veren ağacın kavak olduğuna dikkat edilirse çınar olarak belirtilen ağacın gerçekte hangi ağaç olduğu konusu tartışılmalıdır (1970’li yılların başında Muğla’ya yaptığımız gezi sırasında yol sormak için uğradığımız bir dükkân sahibi bize “İleride çınar ağacının yanından sağa dönün” dedi. Uzun bir süre çınar ağacını aradık ve bulamadık. Tekrar dönüp sorduğumuzda “Koskoca ağaç nasıl göremediniz?” diye bir cevap verdi. “Tarif ettiğin yerde çınar ağacı yok, büyük bir kavak ağacı var!” deyince, “Biz ona çınar deriz!” cevabını aldık. Sanırım bazı yörelerde türleri ne olursa olsun bazı büyük ağaçlara çınar denilmekte. Bu nedenle metinde geçen çınar kelimesinin de bu anlamda kullanıldığını düşünmekteyim).

Söz konusu ağaç, 1685-1686 tarihli “Gazneli Mahmûd Mecmuası”nda üzerinde ayna ile birlikte, “Aynalı Kavak” olarak belirtilir. Geçmişte bazı taksi duraklarındaki direklerin üzerinde birer küçük aynanın bulunduğunu hatırlarım. Muhtemelen Ayvansaray İskelesi’ne kayıtlı olan kayıkçıların yüzlerine çeki düzen vermek için takılmış aynanın bölgeye ve iskeleye “Aynalıkavak” adını vermiş olduğu, zaman içinde bu ismin günümüzde mevcudiyetini koruyan yapı için kullanıldığı düşünülmelidir.

Sultan III. Ahmed’in tahttan indirilmesine neden olan Patrona Halil İsyanı (29 Eylül 1730) sonrası, tahrip edilmekten kurtulmasına rağmen, bu olay nedeniyle oluşan olumsuz hava nedeniyle bir süreliğine kasrın kullanımından vazgeçilmiştir. Tersane Bahçesi ve Sarayı Sultan III. Osman Dönemi’nde (1754-1757) ve Sultan III. Mustafa Dönemi’nde de (1757-1774) zaman zaman kullanılmıştır. Sultan I. Abdülhamid Dönemi’nde (1774-1789) Vezir Koca Yusuf Paşa’nın girişimiyle 22 Şevval 1201 / 7 Ağustos 1787 tarihinde başlayan esaslı onarım gördüğü ve 1787-1788 tarihli bir belgeye göre “Saray için yaptırılan perdeler için sarf edilen paranın ödendiği” anlaşılmaktadır. Bu çalışmaların hemen ardından Tersane Sarayı’nda, Fransız sefirinin ara buluculuğuyla bir toplantı düzenlenir ve 3 Rebiülevvel 1193 / 21 Mart 1779 tarihli “Ayvansaray Tenkihnâmesi” adıyla anılan antlaşma uyarınca Kırım üzerindeki Rus etkinliğinin artmasına imkân tanınır ve Rusya taraftarı son Kırım Hanı Şahin Giray’ın hanlığı kabul edilir.

H. 1195 / 1780-1781 tarihli Bostancıbaşı Defteri’nde sırası ile Tersâne Bağçesi Kasr-ı Hümâyûnu ve devamında Âyineli Kavak İskelesi kaydı yer almaktadır. Yirmi sene sonraki H. 1216-1217 / 1801-1802 tarihli defterde Tersâne-i Âmire Bahçesi ve İskelesi yanında Aynalıkavak Saray-ı Hümâyûnu, H. 1217-1218 / 1802-1803 tarihli defterde aynı şekilde Tersâne-i Âmire Bahçesi ve İskelesi yanında Aynalıkavak Saray-ı Hümâyûnu kayıtları bulunur. Aynı şekilde H. 1229-1230 / 1814-1815 tarihli defterde Tersane-i Âmire Emini Efendi’ye tahsis olunan sahilhâne, Aralık İskelesi, Aynalıkavak Saray-ı Hümâyûnu arsası, 1815 tarihli defterde ise Tersane-i Âmire Emini Efendi kullarına tahsis olunan sahilhane, Aralık İskele, Aynalıkavak Saray-ı Hümâyûnu arsası kayıtları yer almaktadır.

Görüldüğü gibi 1781-1782 tarihli defterde Aynalıkavak Sahilsarayı’ndan söz edilmemekte, buna karşın 1801-1802 tarihli defterde Aynalıkavak İskelesi’nden “Aralık İskele” olarak bahsedilerek, iskelenin Kasımpaşa yönünde Aynalıkavak Saray-ı Hümâyûnu’nun bulunduğu belirtilmektedir. 1814-1815 ve 1815 tarihli defterlerde ise bu kez Aynalıkavak Saray-ı Hümâyûn’u arsasından söz edilmektedir. Bu kayıtlara göre Sultan III. Selim Dönemi’nde (1789-1807) bu alanda hemen hiçbir kaynakta yer almayan bir sahilsaray inşa edilmiş ve bu saray kısa süre içinde yok olarak, adı Tersane Bahçesi içerisindeki yapıya mı intikal etmiştir?

1698-1711 yılları arasında İstanbul’da bulunan Aubry de La Motraye, denize çakılan kazıklar üzerine inşa edilen sarayı gezer: “Sarayı ziyaretimizin üzerinden birkaç gün geçmişti ki, sadrazam ve bazı vezirlere hizmet edende aynı saatçi, benzer bir bahaneyle beni Ayvan Saray, yani Aynalı Saray denen yere götürdü. Burası, sultanın yaz aylarının bir kısmını geçirmeyi adet edindiği, Kasımpaşa civarında bir yalıydı. Adına Aynalı Saray denilmesinin nedeni de büyük salonu ve diğer odalarının duvarlarını süsleyen Venedik aynalarıydı. Büyük salon, daha doğrusu salonun önemli bir bölümü denizin üzerinde kazıklar üstüne inşa edilmişti... Salonun tepesini, üzerine ülke zevkine uygun desenler işlenmiş çok güzel bir kubbe süslemekteydi. Bu kubbe ve yalının tamamı kurşunla kaplanmıştı... Yalının çok güzel bir bahçesi vardı. Bahçenin arka tarafındaki büyük alana Okmeydanı diyorlardı.”

Aubry de La Motraye’nin sözünü ettiği yapı ile “Gazneli Mahmûd Mecmuası”nda deniz kenarında görülen yapı arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Ancak bu yapı, söz konusu çizimde de görüldüğü gibi Aynalı Kavak İskelesi’nden önce yer almaktadır. Hâlbuki 1800’lü yılların hemen başında yazılan iki Bostancıbaşı Defteri’nde Aynalıkavak Saray-ı Hümâyûnu’nun iskeleden sonra Kasımpaşa yönünde yer aldığı kayıtlıdır. Anlaşılan Montraye’nin bahsettiği yapı ile daha sonraki tarihlerde adından söz edilen yapı farklı yapılardır.

1710-1711 tarihleri arasında İstanbul’da bulunan İsveç’li ressam ve yazar Cornelius Loos “Tersane Sarayı” adıyla andığı yapıların üç adet iç görünüşü ile hamamını günümüze taşıyan dört adet tespit yapar. Bu çizimlerden ikisi “Yalı Köşkü”, biri ise “Üst Köşk” olarak açıkladığı yapılara aittir.

Tersane Sarayı Yalı Köşkü’nün biri güney diğeri ise kuzey yönünü gösteren iç görünüşünde, yapının güney kanadında ki odanın sekili uzunca bir hacim olduğu, girişin karşısındaki duvarda, bir selsebilin ve onun önünde küçük bir havuzun bulunduğu anlaşılmaktadır. Odanın sağ ve sol duvarlarında “Bursa Kemeri” ile biten ikişerli sıra halinde üst üste üçer adet niş bulunmaktadır. Yüksek tavanın ortasında kalem işi nakışlı bir kubbe var, odaya girişin hemen sağında ve solunda birer pencere, daha üst kotta ise ikişer tepe penceresi bulunmaktadır. Kuzey kanadındaki oda da sekili olup girişin karşısında Bursa kemeri ile ayrılmış küçük bir eyvan bulunmaktadır. Güney kanadındaki odanın benzeri olan bu odanın içinde de herhangi bir ayna görülmemektedir. Üçüncü çizim olan üst köşk görüntüsü de dikdörtgen planlı bir odayı işaret etmektedir. Girişin solundaki duvarda yaşmaklı büyük bir ocak görülüyor. Zemin hizasında bazılarının kepengi kapalı pencereler ile dört adet tepe penceresi bulunuyor. Bu çizimde de herhangi bir ayna yer almıyor.

Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi ayna yakıştırması daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan bir söz. Gazneli Mahmûd Mecmuası’ndaki çizimde ağacın üzerine yazılan “Aynalıkavak” sözü bilinmeyen bir tarihte Tersane Sarayı köşklerine yapışıyor. Bu arada Cornelius Loos’un yazdığı metinlerde bu yapıdan “Ayna Sarayı / Spiegel Serail / Sale de Miroirs” olarak bahsetmesi de Saray’ın içinde aynalar bulunduğunu değil, kendisinin ayna görevi yaptığını anlatan en güzel açıklamadır. Aynalıkavak Kasrı’nın dış görünüşü ile ilgili en detaylı çizimler Şaban 1332 / Haziran 1720 tarihinde Sultan III. Ahmed’in şehzadelerinin on beş gün süren sünnet düğünü sırasında çizilen Surnâme-i Vehbî albümündeki görüntülerdir.

Geniş bir koruluk içinde inşa edildiği anlaşılan Tersane Sarayı’nın başta Has Oda Kasrı olmak üzere çeşitli yapılardan meydana geldiği, içinde bir hamamın bulunduğu, Hasköy tarafında ise saltanat kayıklarına mahsus küçük bir bağlama havuzu olduğu anlaşılmaktadır. H. 1180 / 1766-1767 tarihli bir tamir tezkeresine göre; saray alanında ahşap kubbeli bir adet kasır, bitişiğinde bir adet abdest odası, iki adet Taht-ı Hümâyûn Kasrı ve bir adet hamam bulunmaktadır. 1805 tarihli bir diğer belgeye göre ise Tersane Sarayı sınırları içinde üçü büyük, üçü küçük altı adet köşk bulunmaktadır.

Sultan III. Selim’in zaman zaman bu yapılarda kaldığı, daha sonra yapıların esaslı bir onarımdan geçirildiği kayıtlıdır. Kısa bir süre sonra Tersane Sarayı’nın özellikle deniz kıyısındaki yapıları yıktırılarak, donanmanın ihtiyacına yönelik üç adet (Valide Kızağı, Taşkızak ve Ağaçkızak) kızak ile gerekli görülen üniteler yapılır. Bu arada söz konusu yapılardan biri de Tersane Emini Efendi’ye köşk olarak tahsis edilir. Sultan III. Selim Dönemi’ne ait dört adet gravür bulunmaktadır. İkisi Choiseul Gouffier, biri Antoine Ignace Melling diğeri ise bilinmeyen bir ressam tarafından çizilen bu gravürler yapılar topluğunun en görkemli dönemini yansıtan görünüşlerdir.

Tersane Sarayı’ndan günümüze erişen yapı büyük bir olasılıkla, geçmişi Sultan I. Ahmed’e kadar uzandığı düşünülen Has Oda Kasrı’nın Sultan III. Selim tarafından iç mimarisiyle birlikte tümüyle elden geçirilmesi sonucu oluşan yapıdır. Yapının iç kapıları üzerinde Sultan III. Selim anılmakta ve H. 1206 / 1791-1792 tarihleri yer almaktadır. Tersane Sarayı Hasbahçesi’nin dışa açılan üç kapısı bulunmaktadır. Hasköy, Tersane ve Okmeydanı kapıları olmak üzere dışa açılan üç kapısı bulunmaktadır. Bu kapılardan Tersane Kapısı’nın üzerinde, yüksek pencereli, kâgir bir hacim yer alır. Bu küçük odanın, Sultan II. Mahmud Dönemi’nde (1808-1839) padişahların tersanelerde inşa edilen gemilerin denize indirilişini seyretmeleri için yapıldığı söylenmektedir. Yapılar topluluğunun bu dönemine ait detaylı bir gravür Melling tarafından yapılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında bahriye nazırlığı görevinde bulunan Cemal Paşa kasrın bahçesinin bir bölümünün daha tersaneye katılmasına karar verir, bu arada eskiyen ve bakımsız kalan bazı yapılarda yıkılır.

Uzun bir süre Deniz Kuvvetleri’nin mülkiyetinde kalan kasır ve bahçesi daha sonra Millî Saraylar İdaresine devredilir. Günümüzde Millî Saraylar İdaresinin yönetim ve denetiminde olan eski Tersane Sarayı bahçesindeki kasır, Türk köşk ve kasır mimarisinin son derece başarılı örneklerinden biri olarak, Türk Mimari ve Sanat Tarihi’nde özel bir öneme sahiptir. Söz konusu hasbahçede yer aldığını bildiğimiz yapılardan biri olan “Hasbahçe Kasrı-Aynalıkavak Köşkü” ile ilgili olarak Sedad Hakkı Eldem’in yaptığı bir restitüsyon denemesi de bulunmaktadır...

Yenilem Proje Danışmanlık Ticaret A.Ş. © 2024. Her Hakkı Saklıdır. Site: İkipixel

TAKİP EDİN