Deprem Öncesi ve Sonrası Taşınmaz Kültür Varlıkları...
DEPREM ÖNCESİ VE SONRASI TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARI
Teori, 399, İstanbul, Nisan 2023, s. 72-77.
Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuk mevzuatı içinde XIX. yüzyıl öncesi korunması gerekli kültür varlıkları ile herhangi bir belgeye ulaşmak günümüze kadar mümkün olmamıştır. Hazine-i Evrak kayıtları içinde bazı belgeler bulunmaktaysa da bu hüküm ve emirnamelerin çağdaş koruma anlayışı ile değerlendirilmesi mümkün değildir. Ancak özellikle H. 1143 / 1730-1731 ve H. 1266 / 1849-1850 tarihli iki kayıt çevre koruması açısından dikkat çekicidir. Sultan I. Mahmud (1730-1754) ve Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemlerinde yayınlanan Divan-ı Hümayun emirnamelerine göre; bir kamusal alan olan Okmeydanı’na bağ, bahçe ve bina yapılmaması, bu gibi girişimlerde bulunanlara mâni olunması istenmektedir [Ahmet Refik 1930, 112-115]. H. 981 / 1573 tarihli bir diğer kayıtta ise Ayasofya Camii etrafına yapılan fazla evlerin kaldırılması ve cami binasının arazisine tecavüz edenlerin cezalandırılması istenmektedir [Ahmet Refik 1935, 22-24].
Bu arada çok daha erken bir tarihte, XVII. yüzyıl ortalarında Evliyâ Çelebi’nin Bitlis’te başından geçen bir olay ilgi çekicidir. Evliyâ Çelebi, Bitlis’te bulunurken bir kitap müzayedesi yapılır ve bu müzayededen minyatürlü kitap alan kişi, kitaptaki resimleri tahrip ettiği gibi bedelini de ödemez. Bitlis paşasına yapılan şikâyet üzerine divanda yapılan bir toplantı sonrasında hem kitabın bedeli tahsil edilir hem de kitaba zarar veren kişi cezalandırılır. Bu yargılama sırasında paşanın tahrip edilen kitabı, “Mâl-ı pâdişâhî / devlet malı” olarak nitelemesi, korunmaya değer bir kitabın tahribine gösterdiği duyarlılık dikkat çekicidir [Evliyâ Çelebi 2010, 4-1, 341-343].
Bazıları tekraren yayınlansa da genelde tekil olan bu düzenlemelerin, ne yazık ki kural haline getirilmiş bir devamlılığı yoktur. İmparatorluk hukuk düzenlemeleri içinde korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili ilk hüküm Sultan Abdülmecid döneminde 9 Ağustos 1858 tarihinde yayınlanan Ceza Kanunu’nda görülmektedir. Bu kanunun 133. Maddesinde; “Hayrat-ı şerife ve tezyinatı beldeden olan ebniye ve asar-ı mevzuayı hedm ve tahrib veyahut bazı mahallerini kırıp rahnedar edenlerin...” cezalandırılacağı belirtilmiştir. Anlaşılan 1848 tarihinde Askeri Müze’nin açılması ile birlikte hızlanan koruma çalışmaları bazı hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmasına yol açmıştır.
Kısa süre sonra İmparatorluk kültür mirasını korumak amacıyla Takvim-i Vekayi’nin 1 Zilkade 1285 / 1 Şubat 1284 / 13 Şubat 1869 tarihli nüshasında, I. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi yayınlanır. Yedi maddeden oluşan bu nizamname korumaktan çok bundan böyle yapılacak kazı ve ortaya çıkacak eserlerin nasıl değerlendirileceğine dair hükümler içermektedir.
1869 tarihli I. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi’nin yetersizliği görüldüğü için 29 Safer 1291 / 27 Mart 1290 / 8 Nisan 1874 tarihli, II. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi yayınlanır. Otuz altı maddeden oluşan bu nizamnamenin üç maddesi taşınmaz kültür varlıkları ile ilgilidir [Can 1948, 1-5].
On yıl sonra, otuz yedi maddeden oluşan 23 Rebiülahir 1301 / 9 Şubat 1299 / 21 Şubat 1884 tarihli, III. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi yayınlanır. Bu nizamnamenin yalnızca iki maddesi taşınmaz kültür varlıkları ile ilgilidir [Can 1948, 6-12].
Osmanlı İmparatorluğu döneminde korunması gerekli kültür varlıkları ile ilgili en detaylı düzenleme Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) döneminde, 29 Safer 1324 / 10 Nisan 1322 / 24 Nisan 1906 tarihinde yayınlanan IV. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi’dir. Yedi bölüm, otuz beş maddeden oluşan bu nizamnamenin, iki maddeden oluşan üçüncü bölümü “Taşınamayan Eski Eserlere” ayrılmıştır.
Korunması gerekli taşınır kültür varlıklarının yanı sıra giderek önem kazanan taşınmaz kültür varlıkları için nizamnameler ile getirilen düzenlemelerin yetersiz kaldığı görülerek bu kere 16 Şaban 1330 / 18 Temmuz 1328 / 31 Temmuz 1912 tarihli, Muhafaza-i Abidât Hakkında Nizamnamesi ile yeni hükümler yürürlüğe konulur.
Bu nizamname hükümleri gereğince çalışmak üzere, 17 Mayıs 1917 tarihinde Heyet-i Vükela kararı ile Müzeler Müdüriyetinde oluşturulan; Müdürü Umumi Halil Ethem Bey’in reisliği altında, İstanbul Mebusu İsmet Bey, Doktor Nâzım Bey, Evkaf İnşaat ve Tamirat Müdürü Mimar Kemaleddin Bey, Tarih Encümeni azasından Efdalettin Bey, Maarif Nezareti telif ve tercüme heyeti ile İstanbul Muhipleri Cemiyeti azalarından Mehmet Ziya Bey, Şehremaneti heyeti fenniye şubesi Müdürü Mimar Asım Bey, Kadıköy Belediye Dairesi Müdürü Celal Esat Bey gibi kişilerden müteşekkil bir encümen kurulur [Arseven 1958, I, 531-534].
Korunması gerekli taşınır kültür varlıklarının koruma altına alınması, nizamnameler ile belirtilen müzelerde toplanması hükme bağlanmışken, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının tespiti, korunması ve haklarında işlem yapılabilmesi için gereken düzenlemelerin yetersiz olduğu görülerek, H. 1340 / 1924 tarihinde, İstanbul’da Müteşekkil Muhafaza-i Âsar-ı Âtika Encümeninin Teşkilat ve Vazifelerine Dair Talimatname adı altında Maarif Vekili (Vasıf Bey) [Hüseyin Vasıf Çınar: Saruhan Milletvekili kısa bir dönem Maarif Bakanlığı’da yapar]. tarafından on yedi maddelik bir talimatname yayınlanır. Bu talimatname uyarınca çalışmaya başlayan encümen, Âsar-ı Âtika Müzesi Müdürü’nün başkanlığında dört üye ile bir genel sekreter ve müze mimarından oluşmaktadır. Haftada bir müze binasında toplanması hükme bağlanan encümenin yetki sahasına, 14. Madde gereğince ağaçlar da (tabiat varlıkları) girmektedir [Can 1948, 65-67].
24 Nisan 1906 tarihinde yayınlanan IV. Âsar-ı Âtika Nizamnamesi de bazı değişikliklerle 25 Nisan 1973 tarih ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu yayınlanıncaya kadar yürürlükte kalır. Buna karşın korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili olarak yeni bir düzenlemeye gidilerek, 2 Temmuz 1951 tarih ve 5805 sayılı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Teşkiline ve Vazifelerine Dair Kanun yürürlüğe konulur [Akozan 1977, 45-46].
Bu gelişim özellikle günümüzde gelinen nokta açısından ilginçtir. Ülkemizin korunması gerekli kültür varlıkları ile ilgili işlemlerinin büyük bir bölümü imparatorluk dönemi hukuki düzenlemelerine göre yürütülmekteyken, taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili yeni bir kanun yürürlüğe konulmaktadır.
“Yurt içinde korunması gerekli mimari ve tarihi anıtların koruma, bakım, onarım, restorasyon işlerinde riayet edilecek prensipleri ve bunlarla ilgili programları tespit, tatbikatını genel olarak takip ve murakabe etmek anıtlarla ilgili olarak tevdii olunacak veya kendi vasıta ve tetkikleri ile ıttıla kesbedilecek her türlü konu ve ihtilaflar üzerinde ilmi mütalâa bildirmek üzere, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Anıtlar Yüksek Kurulu teşkil edilmiştir.” [2 Temmuz 1951 tarih ve 5805 sayılı kanunun 1. Maddesi].
On dört üyeden oluşması kararlaştırılan Yüksek Kurul’un birer üyesi, o dönem ülkemizde bulunan üç üniversite (Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri) ile Güzel Sanatlar Akademisi tarafından, birer üyesi Bayındırlık, İçişleri, Millî Eğitim Bakanlıkları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, diğer dört üyesi ise yukarıda belirlenen üyeler tarafından seçilecektir. Vakıflar Genel Müdürü ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü bu kurulun tabii üyeleridir. Yüksek Kurul’a seçilecek üyelerin tarih, arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, estetik ve şehircilik bilim dallarının birinde veya birkaçında tanınmış ve bu dallarda eser ve etütler yapmış kimseler arasından seçilmesi şarttır. Yüksek Kurul üyeliği süresizdir. Ancak, ölüm, istifa ve mazeretsiz olarak art arda üç toplantıya katılmamak şartı ile son bulur. Bu süresiz üyeliğe karşı alınan bir tedbir ise Yüksek Kurul’un herhangi bir sebeple ve üçte iki çoğunlukla bir üyenin çekilmiş sayılmasına karar verebileceğine dair hükümdür.
Kanunun 4. Maddesi gereğince kurul özerktir, kendini ilgilendiren konularda kendi çalışma kurallarını (Yönetmelik, İlke Kararı, vb.) üretme yetkisine sahiptir. Her ne kadar Kanunun 1. Maddesinde “İlmi mütalaa bildirmek” gibi bir görev tarifi yapılmışsa da Kanunun 5. Maddesi gereğince devlet kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler kendilerini ilgilendiren hususlarda kurul kararlarına uymaya mecburdurlar.
Bu kadar geniş yetki ile donatılan, kendi üyelerinin bir bölümünü seçmesine izin verilen ve süresiz üyelik gibi ülkemiz için alışılmadık bir yöntemin uygulandığı bu kurulun üyeleri acaba kimlerdir?
Örneğin; Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 25.01.1957 tarih ve 614 sayılı kararının altında isim ve imzası bulunanlar şu isimlerden oluşmaktadır.
Başkan Tahsin Öz, Başkan Vekili Orhan Alsaç, Ekrem Akurgal, Orhan Çapçı (Vakıflar Genel Müdürü), Cevat Memduh Altar, Celal Esad Arseven, Zeki Faik İzer, Arif Müfit Mansel, H. Kemali Söylemezoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Osman Turan, Ali Saim Ülgen, Behçet Ünsal, Mithat Yenen [Adı sıralanan üyelerin çoğu akademik unvanlara sahiptir, hatta ikisi aynı tarihlerde ordinaryüs profesördür. Ama hiçbirinin unvanı yazılmamıştır, çünkü onlar kanunun 2. Maddesinde belirtildiği şekilde akademik unvanları nedeniyle değil, kendi bilim dallarındaki saygınlıkları ve karar verici özellikleri nedeniyle ismen seçilmişlerdir. Ne yazık ki altmış yılı aşkın süre önce sahip olduğumuz bu duyarlılığı ve bilime saygıyı, ülkemizde bu tür kurum ve kuruluşların varlığına tahammül edemeyen merkezi bürokrasi nedeniyle kaybettik].
Kendi üyeleri tarafından hazırlanan ve 1952 tarihinde uygulamaya konulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu yönetmeliği 1959 ve 1962 tarihlerinde iki kez yenilenir.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bir süre anayasa askıya alınır ve 1961 yılında yeni bir anayasa kabul edilir. 1961 Anayasası olarak bilinen bu temel kanunun da Korunması gerekli kültür varlıklarına dair tek hüküm; VIII. Öğrenimin Sağlanması başlıklı bölümün üçüncü paragrafında belirtilen “Devlet, tarih ve kültür değeri olan eser ve anıtların korunmasını sağlar” sözcükleridir.
Cumhuriyetimizin ilanından elli yıl, 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girişinden on iki yıl sonra ilk defa, günün tabiri ile eski eserler konusunda bir kanun yayınlanır; 25 Nisan 1973 tarih 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu [Akozan 1977, 50-56]. On bölüm, elli beş esas ve beş geçici maddeden oluşan bu kanunun birinci maddesinde çok detaylı bir şekilde taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının neler olduğu açıklanmaktadır. Kanunun; “Taşınmaz Eski Eserlerin, Tarihi ve Tabii Anıtların tespit, tescil, koruma ve onarım işleri ve mülkiyeti” başlıklı ikinci bölümünü oluşturan on iki maddesinin tamamı taşınmaz kültür varlıkları ile ilgilidir.
Bu kanunun yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra 18 Haziran 1973 tarih ve 1741 sayılı “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Teşkiline ve Vazifelerine Dair 2 Temmuz 1951 tarih ve 5805 sayılı Kanununda Bazı Değişiklikler Yapılması Hakkında Kanun” yürürlüğe girer [Akozan 1977, 49-50].
Kurul üye sayısı beşi tabii, geri kalan on altısı seçilmek suretiyle yirmi bir üyeye çıkarılır.
Vakıflar Genel Müdürü, Millî Eğitim Bakanlığı Kültür Müsteşarı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, İmar ve İskân Bakanlığı Planlama ve İmar Genel Müdürü ile Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Turizm Genel Müdürü bu kurulun tabii üyeleridir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı ve İmar İskân Bakanlığı’nca seçilecek üyeler ile tabii üyelerin bir araya gelerek üniversiteler tarafından gösterilecek adaylar arasından seçecekleri on üye ile tüm bu üyeler (18 üye) tarafından seçilecek üç üye yeni kurulu oluşturacaktır. Dört madde ile bir geçici maddeden oluşan kanununun 1. Maddesinin b fıkrası gereğince; “Kurula seçilmek suretiyle girecek üyelerin yüksek öğrenim görmüş olmaları, arkeoloji, tarih, sanat tarihi, mimarlık tarihi, mimarlık, şehircilik ve restorasyon sahalarının birinde veya birkaçında temayüz etmiş ve bu sahalarda etütler yaparak eser vermiş kimseler arasından seçilmeleri şarttır” hükmü bulunmaktadır.
Bu kanunla getirilen bir diğer değişiklik ise yaş sınırlamasıdır, daha önceleri süresiz olan üyelik, bundan böyle 64 yaş sonu ile sınırlandırılmaktadır. Ancak bilgiye olan saygı ile kurul üye sayısının üçte ikisinin kararı ile bu sürenin beş yıl daha uzatılması (69 yaş) mümkündür.
Yeni düzenleme ile 21 üyeden oluşan bu saygın kurum ülkemizdeki koruma ve korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili pek çok ilki gerçekleştirmiştir. Her şeyden önce kurul üyelerinin bilgi birikimleri saygı duyulacak niteliktedir. Çünkü hepsi de kendi bilim dallarında saygın ve konu ile ilgili hemen herkesçe tanınan kişilerdir.
Ülkemizde ki demokratik yaşam 12 Eylül 1980 darbesi ile bir kez daha kesintiye uğrar. Bu kere 1961 Anayasası askıya alınır ve yeni bir Anayasa çalışması yapılarak 1982 Anayasası kabul edilir. Bu anayasada da korunması gerekli kültür varlıkları ile ilgili tek bir madde bulunmaktadır.
XI. Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması başlıklı bu madde de; “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır. Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.”
Kısa süre sonra, darbe yönetiminin hazırladığı, 21 Temmuz 1983 tarih ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu yürürlüğe girer. Yedi bölüm, yetmiş sekiz esas, altı geçici maddeden oluşan bu kanunun, on altı maddeden oluşan ikinci bölümünün tamamı “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarına” ayrılmıştır. Bir yönetmelik anlayışı ile hazırlanan bu kanun, hazırlanışındaki mantık nedeniyle yürürlüğe girişinden günümüze kadar çoğu kanunla, birkaç tanesi ise kanun kuvvetinde kararname ile olmak üzere yüz yirmi dört değişiklik geçirir.
İşin ilginç tarafı bu değişikliklerin hemen hemen tümü kanunun, “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları” ve bunlar hakkında karar verici “Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ile “Koruma Bölge Kurulları” hakkındaki maddelerinde yapılmış olmasıdır. Kanunun “Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları” ile “Araştırma, Sondaj, Kazı ve Define Arama” başlıklı ve yirmi maddeden oluşan üçüncü ve dördüncü bölümlerinde yürürlüğe girmesinden günümüze yalnızca üç değişiklik (tümü de 17.6.1987 tarih ve 3386 sayılı kanunla) yapılma gereği duyulması ilgili bakanlığın “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları” konusundaki bilgisizliğini ve konuya uzaklığını açık bir şekilde ifade etmektedir. Üstelik bu değişikliklerin on yedi tanesi 2002 yılı öncesi yapılır, daha sonra yapılan yüz yedi değişiklik ise günümüz iktidarı tarafından yapılan değişikliklerdir.
1917 yılından itibaren ülkemizdeki taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları hakkında karar veren, bir dönem üyelik süresi sınırsız, daha sonra 69 yaş ile sınırlandırılan özerk bir bilim kurulu, tüm uyarılara rağmen bazı aklı evvellerce yok edilerek, bu kanunla bakanlığa bağlı bir bürokratik kurum haline getirilir. Yeniden düzenlenen bu kurulların en üst organı olan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu başlangıçta, Bakanlık Müsteşarı başkanlığında sekiz seçimlik üye ile yedi bürokrattan oluşurken, 1987 yılında yapılan değişiklik sonucu bakanlık müsteşarı başkanlığında, sekiz bürokrat, altı seçimlik üyeden oluşur hâle getirilmiştir. Bu bürokratik düzenlemelere, çok sayıdaki ilke kararı, yönetmelik, tebliğ, yönerge, genelge ve ülkemizin hemen her ilinde açılan sayısını hatırlamakta güçlük çektiğim Koruma Bölge Kurulları’na rağmen koruma ve kullanma konusunda sıkıntıların giderek büyüdüğü bir gerçektir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, merkez bürokrasisinin bilgi ve birikimlerinin çok üstünde, çözüm bekleyen konuları bilim ve bilgi birikiminin ışığında rahatlatacak tedbirler almak yerine giderek daha bürokrasi içi çözümler arayan, emir ve komuta ile çözüm bulacağını sanan bir zihniyet taşımaktadır. Bu nedenle de 08.08.2011 tarih ve 6348 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile korunması gerekli tabiat varlıkları ile ilişkin yetkilerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devretmek mecburiyetinde kalır. Bürokratik bir kurumun hem değerlendirici hem de karar verici nitelikleri kendi bünyesinde ve aynı genel müdürlük çatısı altında toplaması çözüm üretmeye mâni olan en önemli yanlıştır. Hukuk dili ile savcı ve hâkimin aynı kişi veya kurum olması kabul edilebilir bir yöntem değildir. Bakanlık bürokrasisinin bilgi yetersizliği ile çözüm üretmede zorlanması sonucu Koruma Bölge Kurulları konuları çözüme kavuşturucu kararlardan çok, suç duyurusu kararları almaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı bürokrasisi bu ölçüde suç oluşmasının temel nedenini araştırmak ve çözüm oluşturmak için çalışmak yerine, kurul sayısını artırmak ve suç duyurularını çoğaltmak yoluyla korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları için çözüm üretebileceğini düşünmek yanılgısını sürdürmeye devam etmektedir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, ne yazık ki 1983’den bu yana geçen kırk yıl süresince Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun oluşturduğu ve giderek azalan saygınlığı kullanmakta olduğunun ve bu kurumun yarattığı kültürel birikimi yok etmekle uğraştığının ne yazık ki farkında değil. Otuz üç yıl önce, 14-16 Mart 1990 tarihleri arasında Ankara’da yapılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurultay’ında da [Genim 1990, 49-54] belirttiğim gibi çok uzun bir süredir bakanlığın siyasi görüşüne göre yandaşlarına iş ve aş bulma kurumu haline dönüşen Koruma Bölge Kurulları merkezi bürokrasi eliyle gerçekten endişe verici bir hâle getirilmiştir. Bakanlığın atadığı bazı üyelerin kanunda belirtilen şartları taşımamasına rağmen bir dönem beş, şimdilerde ise üç yıl süre ile üyelik yaptıkları bir kurumun bugünkü yönetim tarzı ile devamı ne kadar mümkündür?
Böylesi oranda hırpalanmış ve ülke genelinde kendi bilgi ve bürokratik yönlendirmeler konusunda karar üretmesi beklenen bir onay makamının olması beni yapılacak restorasyonlar için korkutmaktadır. Alelacele yeterli araştırma yapılmadan hazırlanan projeler ile yapılacak restorasyon onarımdan öte bir iş değildir. Son deprem sırasında gördüğümüz çoğu yanlış ve hatanın bu onarımlar sırasında da tekrarlanması kaçınılmazdır. Ülkemizin işçi ve usta kalitesinin ne olduğunu bundan daha net bir şekilde göremezdik. Söz konusu restorasyonlar da büyük oranda aynı kişiler tarafından yapılacaktır. Bu kişilerin yaptıkları iş ortada, bundan böyle onlardan gelecek hayır ne olabilir? Bence onarım ve restorasyon işinde acele etmemek, öncelikle dünya da yapılan benzer çalışmaları dikkate alarak yeni bir bürokratik düzenleme yapmak gerekmektedir. Korunması gerekli kültür varlıkları yalnız bizim değil, tüm insanlığın malıdır. Gelecekte bu ülkede yaşayacak insanların gurur duyacağı uygulamalar yapılması gereklidir. Acele ederek kısıtlı kaynaklarımızı yanlış yapılan ve geleceği olmayan onarımlar için ziyan etmemeliyiz.
Kültür turizmi yapan ülkelerden Fransa’da, “Fréjus amfitiyatrosu”, İspanya’da, “Sagundo ve Mérida Roma tiyatroları” ile Barselona’da, “Arenas de Barcelona”, Avusturya’da, “Carnuntum Roma şehri”, Almanya’da, “Saarburg Roma kalesi” gibi restorasyon ve yeniden yapımlar bizim ufkumuzun açılmasına yardımcı olacak örneklerdir. Bu konu ile ilgili hüküm üretenlerin bir an önce bu örnekleri yerinde görüp incelemeleri ve içinde bulundukları bağnaz tutumdan kurtulmaları gerekir.
Ülkemizdeki deprem gerçeğini unutmadan yeni yollar, yeni çözümler üretmeliyiz. Alışılmışta ısrar etmenin anlamsızlığı ortada, bu konuda yeni bir başlangıç yapmadan harcanacak her kuruşun ziyan olduğunu düşünmekteyim. Restorasyon faaliyeti öncelikle özümsenmiş bir mimarlık bilgisi ve uygulama tecrübesi ister. Deprem sonrası gördüğümüz görüntüler bu birikimlerden ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor ne yazık ki. Mimarlıktan öte bir faaliyet olan restorasyon konusunda ise karşımıza çıkan örnekler gerçekten hüzün verici.
KAYNAKÇA
Ahmet Refik 1930
Ahmet Refik (Altınay), Hicri On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul, 1930.
Ahmet Refik 1935
Ahmet Refik (Altınay), On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), İstanbul, 1935.
Akozan 1977
Feridun Akozan, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, İstanbul, 1977.
Arseven 1958
Celâl Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, I, İstanbul, 1958, s. 531-534.
Can 1948
Nurettin Can, Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Ankara, 1948.
Evliyâ Çelebi 2010
Evliyâ Çelebi, (Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, İstanbul, 2010.
Genim 1990
M. Sinan Genim, “Koruma Olgusunda Onama ve Denetleme Mekanizmaları: Koruma Kurulları-Kurul-Yerel Yönetim İlişkileri”, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurultayı, Ankara, 1990, s. 49-54.