Düşüncelerin Kısıtlandığı Yerde Özgür Tasarım Olamaz...
DÜŞÜNCELERİN KISITLANDIĞI YERDE ÖZGÜR TASARIM OLAMAZ
Yenilem Proje Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Mimar Sinan Genim ile mimarlık sektörü üzerine bir söyleşi yaptık. İnsanların kurallar içinde boğulduğu ve düşüncelerin denetlenmeye çalışıldığı bir yerde tasarımın özgür olmasının beklenemeyeceğini dile getiren Genim, bu nedenle dünya genelinde tasarım ve mimari açıdan yeteri kadar söz sahibi olamadığımızı söyledi.
Yenilem Proje Danışmanlık hakkında bilgi verebilir misiniz?
Yenilem Proje Danışmanlık 1980 yılında kuruldu. Sürece uygun olarak ve yenilemeden esinlenerek yenilem ismiyle bu tarihe kadar geldik. Ama ülkemizde proje bürolarının yürütülmesi çok zor devamlı krizlerin, kaosların olduğu dönemler yaşadık. Yalnızca proje işiyle uğraşırsanız Türkiye’de fazla büyümenize imkan yok. Çünkü iş potansiyeli belli, alınan ücretler belli. Bu nedenle aynı çatı altında geniş bir kadro oluşturmak mümkün olamadı. Bazı bürolarla zaman zaman iş birliği yapıyoruz. Statik, mekanik, elektrik gibi disipleri kendi içimizde beslememiz mümkün değil. Mühendislik hizmetleri ile ilgili olarak sürekli çalıştığımız bürolar var, çok komplike yapılar olduğunda danışmanlık hizmeti alıyoruz, zaman zaman da yurtdışından bürolarla da çalışıyoruz.
İnşaat sektörü üzerine görüşlerinizi alabilir miyiz?
İnşaat sektörü müthiş bir gelişme içerisinde, hemen hemen hiçbir ülke ile kıyaslanamayacak ölçüde hızlı bir gelişim gösteriyor. Betona hortumla suyun konulduğu bir dönemden kısa sürede hazır betona, hem üretim hem de kullanım aşamasında bütün testlerinin yapıldığı disiplinli ve konusunda uzman kişiler tarafından yürütülen bir sisteme geçtik. Ek olarak teknolojik ekipman konusunda da çok önemli aşamalar kaydedildi.
25-30 yıl önce aynı renk klozet ile lavabonun bulunmadığı bir ülkeyken bugün dünyaya tasarım yapan üretimlere geçtik.
Yapı ve kent ilişkisi üzerine görüşlerinizi alabilir miyiz?
Günümüzde bir kaos yaşıyoruz, Cumhuriyet’in kültür anlayışı hızlı şehirleşme ile birleşince yeni bir kültürel görünüm oluşturdu. Her ideolojinin, her devletin kendine ait bir kültürü vardır ve bu kültürün görsel öğelerinin en önemlilerinden biri de mimaridir. Mimari kaos yaşıyoruz, çünkü Cumhuriyet’in yeni şehirleri oluşuyor. 1920’lerde, 1930’larda zaman zaman bu tür bazı şikayetler Atatürk’e ve İnönü’ye intikal ediyor, yayınlanmış bir takım kararnameler var ama Cumhuriyet’in kurucu öğeleri temel prensip olarak “Cumhuriyet’in şehirleri müze şehirler olmayacak” anlayışını benimsemişler. Bu anlayış da mevcut şehirler içinde yeni şehirler oluşmasını gündeme getirmiş. Bizim şehirlerimiz müze şehir olmayacak düşüncesi şehirlerin dokularını hırpaladı ve hırpalamaya da devam ediyor. Ne yazık ki yeni şehirler de oluşturamıyoruz çünkü ekonomik gücümüz sınırlı, arsa üretimi yapılmıyor. Ancak mevcut şehirler içerisindeki bazı düzenlemelerle hayatımızı devam ettirmek durumundayız. Mübadele ve onun getirdiği nitelikli iş gücü kaybı, yapı sektörünün çok etkilemiş, geçmişte yapıyla ilgili sanat erbabının büyük bir kısmı, gayrimüslim ustalardan oluşuyordu. Onların birden yok olması da inşaat sektöründe uzman eleman yokluğuna yol açmış.
Mimarlık sektörü üzerine görüşlerinizi alabilir miyiz?
Sosyolojinin babası Tunus’lu İbn Haldun derki “En büyük alıcı devlettir”. Devleti yönetenlerin beğenisi o ülkedeki sanatın gelişimi veya üretimini belirler. Bir mimar olarak istediğiniz kadar çalışın, düşündüğünüz, tasarladığınız ve projelendirdiğiniz yapılar hayata katılmıyorsa çalışmalarınızın bir kıymeti yoktur. Başta TOKİ olmak üzere tüm benzer organizasyonların daha çağdaş yapıların yapılması konusunda hassasiyet göstermesi gerekiyor. Bu kurumların ciddi araştırmalar, çağdaş projeler yaptırması, davetli proje yarışmaları yapıp yeni bir mimariye doğru hareketlenmesi gerekiyor ki, sanırım yakın bir zaman içinde bu da olacaktır. Ülkemizde proje ücretleri çok düşük, dolayısıyla mimarlık bürolarının ayakta kalması çok zor… Meslek odaları konulara ideolojik olarak bakıyorlar, mimarlık mesleğinin yücelmesi veya mimarlık mesleğinin büyümesi ve gelişmesi yalnızca bir grup mimarın kişisel çabalarına kalıyor.
Günümüzün önemli mimarlarından Frank Gehry; “Zaten mühendislik sorunları, jeolojik oluşumlar, müşteri istekleri gibi inanılmaz sayıda mimariyi ve tasarımı sınırlayan unsurlar var, buna bürokrasinin keyfi kurallarını da dahil ettiğiniz zaman giderek hareket alanımı kısıtlıyorsunuz” diyor. Mimaride kısıtlamalar var. Genel olarak yapılacak yapılar için çerçeveler konulabilir, ama bazı atılımlar içinde hareket kabiliyeti geniş alanlar oluşturulması gerekir. Kuralların ve kısıtlamaların arttırılması herkesi aynı şeyi yapar hale getirir. Ne yazık ki bizim ülkemizde sıkıntıların en büyüğü, tek tip adam, tek tip düşünce yaratma, herkesi düzene sokma isteğidir. Bu düşünce yapısından etkilenen mimaride çoğunlukla şekilsiz, tek tip binaların ortaya çıkmasına yol açıyor.
Dünyaya Cumhuriyeti örnekleyecek bina sunamadık ve sunamıyoruz. İnsanımızı o kadar çok kuralın içine boğmuşuz ki yaratıcılığı yok olmuş. Düşüncelerin bile denetlenmeye çalışıldığı bir toplumda tasarımın nasıl özgür olmasını ve dünyaya örnek teşkil etmesini bekleyebiliriz? Artık düşünceleri bile denetlemek üzere kurulmuş bu kurgudan vazgeçmemiz gerekiyor.
Yatırımcılarla olan ilişkiler hakkında bilgi alabilir miyiz?
Ben şanslı bir mimar sayılırım. Daha öğrenciliğimde Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı gibi bir takım restorasyon uygulamalarının içinde bulundum. Bir dönem Topkapı Sarayı’nda uygulama yapma imkanım oldu. Mensubu olduğum üniversite, beni bu işlerin uygulaması ve denetimi ile görevlendirdi. Zaman zaman da bu işlere gönüllü olarak talip oldum. Dönemin usta mimarlarının bürolarında çalıştım. Bu çalışmalar sonucu deney sahibi oldum, ortaya hoşça yapılar çıktığı için bir talep oluştu. Geçmişte yaptığım yapılar benimle iletişime geçen mal sahiplerini tatmin etmiş olmalı ki, benim söylediklerimi kabul ederler. Arada sırada bazı işverenle aramızda şöyle diyaloglarda geçer “Ya hu madem bu işi bu kadar iyi biliyorsun, projeye ne gerek var? Gidip bir desinatöre söylediklerini çizdir, neden bana geldin ve istediğim ücreti ödüyorsun?”
Disiplinler arası koordinasyona ilişkin görüşlerinizi alabilir miyiz?
Bu işin organizatörü mimardır, mimar bir anlamada orkestra şefidir. Bu orkestrada tüm disiplinler yer alır. Mimarın yalnızca teknik açıdan değil kültür açısından da belirli bir seviyede olması gerekiyor ki, dünyadan haberdar olsun.
Bir binanın ortaya çıkması yani bu organizasyonun yapılabilmesi için herkesin birbirini tanıması gerekiyor. Eskiden bu organizasyon mal sahibi tarafından mimara bırakılır ve belirli bir süre tanınırdı. Üstelik geçmişin yapıları günümüzün komplike yapılarının yanında çok daha basit çözümler isteyen yapılardır.
Artık yatırımcılar, proje için yeterli zaman bırakmıyor. Bir haftada yapılmış proje ile 1 ayda yapılmış proje arasında gelişmişlik farkı var, ücret farkı da var. Doğru etüt edilmiş, diğer disiplinler ile entegrasyonu sağlanmış bir proje, mal sahibi için de çok büyük bir avantajdır. Çünkü kötü bir proje ile uygulama süreci uzar ve görülmeyen bir maliyet artışı meydana gelir.
Tüm teknik projeler, mimari projenin üstünde toplanmalıdır. Buda zaman ve emek ister dolayısıyla da ücret artar. Bunu ödemek istemeyen yatırımcı da kötü bir proje ile kötü bina yapmış olur.
Mimar teknoloji ilişkisi hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Bir şey yapabilmek için öncelikle deney sahibi olmak gerekiyor. Teknoloji ile ilgili insanların bize gelip sunum yapması gerekiyor. Örneğin vitrifiye malzemeler, bunlarla ilgili inanılmaz broşürler hazırlıyorlar. Biz onlardan kullandığımız tipin çıkış yerini, çapını, nasıl bağlanacağını istiyoruz ki bunları projede gösterelim. Bu bilgileri çok zor elde ediyoruz.
İthal bir teknoloji kullanıldığı için bilgili adam bulmak da zor, ayrıca bize muhatap olan kişi sonradan kaybolabiliyor. Dolayısıyla her yeni malzemeyi kullanmakta endişe duyuyoruz. Teknolojinin devamlılığı çok önemli. Bunun bir yaptırımının, bir yükümlülüğünün olması gerekiyor.
Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyoruz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
İnsanımızı, diğer ülke insanları ile karşılaştırdığımızda görmekteyiz ki tasarım konusunda hiçbir eksiğimiz yok hatta fazlamız var. Çünkü ünlü mimarlar, marka olmuş mimarlar; bu işleri inanılmaz alternatifler oluşturarak yapıyorlar, büyük ebatlı maketler, canlandırmalar vs., aldıkları ücretler bu çalışmaları finanse edebiliyor. Bizler ise aldığımız ücretlerle ancak düşündüklerimizi çizme imkanına sahibiz. Hatta o kadar yetenekliyiz ki tüm bunları çoğunlukla hayal gücümüzü sonuna kadar kullanarak yapıyoruz. Çünkü bizim ne imkanımız, ne gücümüz, ne de zamanımız yeterli. Bu kadar insan da var olduğuna göre yetenek tartışılmaz...