Ergiri (Gjirokastra) Zekate Evi ve Diğerleri...
ERGİRİ (GJİROKASTRA) ZEKATE EVİ VE DİĞERLERİ
Şehir ve Kültür, 64, İstanbul, Kasım 2019, s. 8-11.
Günümüzde Gjirokastra adı ile anılan, Unesco Kültür Mirası Listesi’ne alınan, 25.000 nüfuslu şehir, bizim tarihimizde Roma Dönemi’ndeki Argyrokastro (Gümüş Kale) isminin Türkçeye uyarlanmış şekli olan “Ergirikasrı” kısaca “Ergiri” olarak bilinmektedir. Geçmiş dönemlerde Ergiri, yerleşim bölgeleri Mali Gjeri dağının eteklerinde gelişmiş, şehre hâkim tepe üzerinde büyük bir kalesi olan şehirdir. Osmanlı öncesi dönemde bir süreliğine Arnavut Beyleri’nden Zenebizi Hanedanı’nın ikametgahı durumunda olan şehir, 1417 yılında Osmanlı topraklarına katılır. 1431 yılında Arvanid sancağı teşkil edildiğinde Ergiri, sancağın merkezi olur.
Osmanlı hakimiyetinin ilk dönemlerinde sivil nüfusun tamamı Hıristiyan olup, yalnızca kalenin muhafızı olarak Osmanlı askeri ve ailesi bulunmaktadır. H. 1081 / 1670-1671’de Ergiri’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, kasabada sekiz cami, yedi mescit, üç medrese ve üç tekke bulunduğunu belirtir. Kalede ise 150 kadar ev ve II. Bayezıd Camii olduğunu söylemektedir.
XIX. yüzyılın başlarında burayı ziyaret eden W. Martin Leake, kasabada 2000 Müslüman, 100 kadar Hıristiyan ailenin yaşadığını belirtmektedir. Anlaşılan XVII ve XVIII. yüzyıllardaki gelişmeler sonucu Müslüman nüfusu hızla artmıştır.
H. 1306/1888-1889 tarihli Yanya Vilâyeti Salnâmesi’nde kasabada, 1415 hane, 336 dükkân, bir rüştiye, çok sayıda mektep ve dokuz adet han bulunduğu belirtilmekte olup Muhtar Ağa Medresesi ile kütüphaneden de söz edilmektedir. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı döneminde, Ergiri Bölgesi zaman zaman eşkıya saldırısına uğramışsa da büyük bir tahribat olmaz. Büyük oranda eski dokusunu koruyan şehirde ki, cami, tekke ve medreseler, H. 1168 / 1754-1755 yılında inşa edilen Çarşı Camii hariç, 1967 yılında uygulanmaya başlayan kültür ihtilâli sırasında yok edilir. Son büyük onarımı XIX. yüzyıl başlarında Tepedelenli Ali Paşa tarafından yaptırılan kalenin bir bölümü hâlen müze olarak ziyarete açıktır.
Ergiri’de anıtsal nitelikli çok sayıda sivil mimari örneği bulunmaktadır. Bunlar arasında özellikle ziyarete açık olan Zekate Evi, Skëndulate Evi ve hâlen Etnoğrafya Müzesi olarak hizmet veren Babameto Evi geleneksel Türk Evi’nin en güzel örnekleri olarak dikkat çekicidir.
H. 1226 / 1811-1812 yıllında inşa edilen Zekate Evi, genellikle Güney Arnavutluk’ta görülen ve kule ev denilen tiptedir. Üst katlarının biçimlenişiyle ilgi çeken bu evler, şehrin çeperlerinde yer almaları sebebiyle bir nevi savunma amaçlı yapılar olarak inşa edilmişlerdir. Zekate Evi, Tepedelenli Ali Paşa’nın danışmanı Bekir Zeko’ya aittir. Yapı, ikiz kule şeklindeki dış görünüşü, ilk üç katının ön cephesinde yer alan çift kemerli açıklığı, üst katının her iki kanadındaki, geniş saçaklı baş odaları nedeniyle çok uzaktan fark edilen anıtsal yapı özelliğine sahiptir.
Dört katlı olan yapının birkaç basamakla çıkılan zemin katında, taş döşeli orta avlusunun her iki yanında birer büyük oda bulunmaktadır. Girişe göre solda kalan ve iki kat yüksekliğinde olan tonozlu odanın tahıl öğütmek ve depolamak için kiler olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Sağdaki hacim ise yağmur sularını biriktirmek için yapılan büyük bir sarnıç olarak kullanılmaktadır. Birinci katta, sarnıcın üzerinde yer alan ve tavanı oldukça alçak olup, pişirme, tuvalet ve küçük bir yıkanma yeri olan mekân, ev sahipleri tarafından kışlık oda olarak kullanılmaktadır. İkinci katta, sağlı sollu iki büyük mekân yer almaktadır. Her ikisinde de tuvalet bulunan bu odalardan soldakinin duvarlarında kalemişi süslemeler ve bir ocak bulunmaktadır. Evin yaz aylarında kullanılan üçüncü katının tavanları diğer katlara göre daha yüksektir. Bu kattaki Baş Oda gerek mekân oluşumu, gerekse süslemeleri açısından muhteşemdir. Ön cephesi ahşap konstrüksiyon olan odanın diğer üç duvarı taştır. Bayramlaşma, düğün ve benzeri toplantılar için de kullanılan bu odanın, Bekir Zeko’nun gücünü yansıtması açısından özel bir itina ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Baş Oda’ya Orta Sofa’dan girilmekte olup, küçük bir seki altından sonra ana mekâna geçilmektedir. Ana mekân, arka bölüme geçiş sağlayan dar koridordan yüklük denilen ahşap bir bölme ile ayrılmaktadır. Yüklüğün gerisindeki dar koridor ile yapının genel konturlarının dışına inşa edilmiş tuvalet ve yıkanma yerine ulaşılmaktadır. Yüklük olarak kullanılan alanın, ahşap parmaklıklı üst bölümüne, yüklüğün içinde oluşturulan ahşap merdiven ile çıkılmaktadır. Bu bölümün Bursa kemerine benzer ahşap girişinin simetriğinde, tuvalete ulaşmak için dolap kapağı tarzında yapılmış gizli bir kapı bulunmaktadır. Dolap kapakları ile taşıyıcı sistemin hemen her noktasında, çok sayıda ve çeşitli renklerde çiçek motifi görülmektedir.
Baş Oda’nın üç bir tarafında sedir bulunmaktadır. Girişe göre solda kalan duvarın ortasında, günümüze çok az örneği erişen, alçı bir ocak yer almaktadır. Ocağın tavana kadar yükselen baca bölümü, duvarın üzerine çizilen iki kolona oturan bir girişi temsil eden ve ortadaki açıklığı perde benzeri, saçakları püsküllerle süslenmiş bir panoya yerleştirilmiştir. Ocağın, bölümlere ayrılan ön cephesi, bazıları buketler halinde düzenlenmiş çok sayıda bitki motifiyle süslüdür.
Baş Oda’nın, üç duvarı da telek adıyla bilinen ahşap raf ile iki bölüme ayrılmıştır. Teleğin altında kalan duvar yüzünün beyaz badana olmasına karşın, üst bölümü tümüyle kalemişi süslemelerle doludur. Panolar halinde düzenlenen duvar yüzeyinde çoğu vazolar içine yerleştirilmiş, çiçek buketleri ile meyve grupları yer almaktadır. Odanın tavanı sekizgen olarak düzenlenmiş, karelere bölünmüş çıtalardan oluşmakta, tam ortada sekizgen bir göbek bulunmaktadır. Duvarların ve yüklüğün aksine tavanda herhangi bir boya izi bulunmamakta olup, ahşap olduğu gibi bırakılmıştır.
Üst katın Orta Sofası da oldukça ilginçtir. Alt katlardan bu kata ulaşan ahşap merdiven yapının ön cephesinde yer aldığı için, sofanın kullanım alanı, cephenin gerisinde kalmıştır. Merdiven ile cephe arasında dar bir teras bulunmakta olup, bu terasın pek kullanışlı olduğu söylenemez. Ancak burada, merdivenin üstünde, çevresi parmaklıklarla çevrili, küçük ahşap merdivenle çıkılan bir köşk bulunmaktadır. Muhtemelen sıcak yaz günlerinde, evin reisi tarafından kullanılan bu alanın benzerlerine Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki evlerde de rastlamaktayız. Evin üst katının görkemini artıran bir diğer husus ise iki büyük odanın, yanlara doğru dönen geniş saçaklarıdır. Üst kat duvarlarına oturan, eğik ahşap desteklerle anıtsal bir görünüme sahip olan bu düzenleme, geniş saçakların yapımından vazgeçilmesi ile birlikte yok olmuştur.
Zekate Evi’nin dış cephesinde herhangi bir süsleme izi görülmemektedir. Buna karşın ne yazık ki içinden resim çekmeye izin alamadığımız Sekëndulate Evi ile yamaçta bulunan benzer bir evin dış cephelerinde kalemişi süslemeler bulunmaktadır. İkiz kuleli olan Sekëndulate Evi’nin sol kulesinin, üst katının her iki yanında, arka ayakları üzerinde doğrulmuş birer aslan motifi ile girişin sağ duvarında, tüfekle bir geyiği avlayan, yarı uzanmış bir avcı figürü bulunmaktadır. Kalenin yakınındaki bir yamaçta yer alan, diğer ikiz kule evin, sağ kule cephesinin yakın bir tarihte onarım geçirerek beyaza boyanmasına karşın, sol kule cephesinin tümünün kalemişi bitkisel süslemelerle kaplı olduğu görülmektedir.
Ergiri Evleri’nin önemli bir özelliği çatılarının kayrak taşına benzer geniş taş plakalarla kaplı oluşudur. Gezdiğim diğer Arnavut şehirlerinde benzerlerini görmediğim çatı örtüleriyle, daha uzak bir bölge olan Mostar’da karşılaştığımı hatırlıyorum. Ergiri ve evlerinin, özellikle sözünü ettiğim üç evin görkemini anlamak için bu şehri gezmek, kısa bir sürede olsa onun içinde yaşamakla mümkün olduğunu düşünmekteyim...