
Eski Beşiktaş Sarayı...

ESKİ BEŞİKTAŞ SARAYI
Turing, 415, İstanbul, Eylül 2023, s. 34-47.
“Köşkler ve Kasırlar” adlı kitabın II. Cildi’nin baskı hazırlığı sırasında rahmetli hocam Sedad Hakkı Eldem masama bir fotoğraf koydu. Oldukça flu olan bu fotoğrafta, kalem işi çizilmiş bir dizi yapı görülmekteydi. Eskiler bilir, Sedad Hakkı Eldem gibi hocalara fazla bir şey sorulmazdı, sizin bilgi seviyeniz bazı konulara cevap verebilmeli veya sizi araştırmaya, neyin ne olduğu konusunda çalışmaya sevk etmeliydi. Bazı sorular ille de sözlü olmaz, size sunulan belgenin ne olduğu, neyi açıkladığı ya da bir fotoğrafın nereye ait olduğu da bir sorudur.
Bu fotoğrafın nereye ait olduğunu soramadım, ancak Eski Beşiktaş Sarayı’nın Çinili Köşk ile ilgili bölümüne çalışıyorduk ve muhtemelen oraya ait olmalıydı. Dikkatlice bakınca Çinili Köşk’ü seçebildim, ama bu fotoğraf nerede çekilmişti? O zaman ki aklımla “Hocam, bu karenin altına çekim tarihini belirtmemiz gerekir” dedim. Güldü ve “Tarihini hatırlamıyorum ama Edirne’de çekmiştim” dedi. Edirne’yi öğrendik ya, günler boyu Edirne belgeleri içinde bu fotoğrafın çekildiği yeri aradım, ama ne yazık ki bulamadım. Edirne’nin neresinde çekildiğini de kendisine soramadım. Çinili Köşk ile ilgili metnin yazımı sırasında, “Mimar Sinan Caddesi’nde 1696 yılında inşa edilen ve son senelerde yıkılan bir konağın sofasındaki duvar resmi” diyerek yaklaşık bir adres belirtti. Hangi ev bilinmiyor? Seneler boyu bu evin hangi ev olduğu konusunda bitmek bilmez bir merak içimi kapladı. Rahmetli Hüsrev Tayla ile yaptığımız bir Edirne gezisi sırasında söz konusu evin “Necmi Abi Evi” olabileceğini düşündük. Hüsrev Bey, Necmi Ağabeyi tanıdığını, Sedad Hakkı Eldem’in 1935 yılında evin rölövelerini yaparken bu fotoğrafı çekmiş olabileceğini ancak kendisinin bu duvar resmini görmediğini çünkü evin üst katının 1950 yılı öncesinde yıkıldığını söyledi.
2018 yılı sonbaharında bir grup arkadaşla yaptığımız Edirne gezisi sırasında Selimiye Camii medresesi içindeki Etnografya Müzesi’ni gezerken, bir odanın iç duvarının üzerinde söz konusu resmi gördüm. Yıllardır aradığım resim karşımda duruyordu, birden yıllardır görmediğim bir dostuma rastlamışçasına heyecan içinde fotoğrafını çekmeye başladım. Yeterli ışık yoktu ve duvar resmi yukarıya doğru asılmıştı, altındaki açıklamada, “XVIII. yüzyıla tarihlenen bu eser, Necmi İge Evi’nden müzeye getirildi” yazıyordu.
Sedad Hakkı Eldem’in 1696 yılında yapıldığını söylediği bu evin, Hüsrev Tayla XVIII. yüzyıl sonları ile XIX. yüzyıl başlarına ait olabileceğini düşünmüştü. Bu yazımda Eski Beşiktaş Sarayı ve çevresi hakkında çok önemli bilgiler içeren bu duvar resmi ve dönemin benzer çizili kaynaklarını göz önüne alarak bir dönem bu sarayı oluşturan yapıları tanıtmaya çalışacağım.
Dionysios Byzantios, “Karandas’tan (Fındıklı) sonra küçük bir koya uzanan bir burun çıkıntısı gelir. Tabanı ve su altındaki yamaçları kaya olan bu burun ‘Thermastis’ olarak isimlendirilmektedir, ardından güney rüzgârlarına açık olan kıyı gelir. Buraya yanaşan pentekonterlerden (elli kürekli tekne) dolayı ‘Pentekortorikon / Dolmabahçe’ adıyla anılır.” demektedir.
Vadi tabanı boyunca buraya akmakta olan ve daha sonraları Küçük Çiftlik Deresi adıyla anılacak olan bu derenin zaman içinde doldurduğu küçük bir koy bulunmaktadır. XVI. yüzyılda Barbaros Hayreddin Paşa’nın donanmasının bir bölümünün kışladığı bu koyda, Evliya Çelebi’ye göre küçük bir servili bağ bulunurken Sultan II. Osman Dönemi’nde (1618-1622) doldurulur. Sultan II. Osman’ın da zaman zaman cirit oynadığı büyük bir alan elde edilir, bölgede daha önceleri Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) bir köşkü ve havuzu olduğundan da söz eder.
Aynı dönem yazarlarından Eremya Çelebi ise buranın Sultan I. Ahmed Dönemi’nde (1603-1617) sadrazam Nasuh Paşa’nın vezareti (1611-1614) sırasında doldurulan beylik bostan olduğundan bahseder. Daha sonra doldurulan bu alanda Sultan I. Ahmed’in bir köşk yaptırdığını belirtir. Sultan I. Ahmed’in zaman zaman bu bahçeyi ziyaret ettiği ve kısa sürelerle kullandığı kayıtlıdr. Sultan III. Ahmed Dönemi’nde (1703-1730) genişletilmeye başlanan bu köşk padişahın ölümü üzerine yarım kalır. Gerçekte bu alanın bir bölümü “Beşiktaş Bahçesi” adıyla bir bölümü ise Sultan II. Bayezid Dönemi’nde (1481-1512) “Kaptan Paşa Yalısı” adıyla bilinen ve kaptan paşaların ikametine tahsis edilen yalı olarak tanınmaktadır. 1588-1590 yılları arasında Kaptan-ı derya olarak görev yapan Uluç Hasan Paşa’nın buradaki ikameti sırasında yapılan ve aslı Oxford Bodleian Kitaplığı’nda bulunan bir gravürde söz konusu yalı işaret edilmektedir.
Daha sonraları “Cağaloğlu Yalısı” adıyla bilinen bu yalı ve bahçesi hasbahçeye katılır. Sultan IV. Mehmed Dönemi’nde (1648-1687) Rebiülevvel 1071 / Kasım-Aralık 1660-1661 tarihinde daha önce adını zikrettiğimiz Cağaloğlu Yalısı’nın denize bakan harem duvarı ve üzeri kurşun örtülü köşkünden başka tüm yapıları yıktırılarak, yoldan ve saraya dahil edilen bostandan bir kısım yer de alınarak yeni bir saray yapımına başlanır. Öncelikle kâgir bir kasır inşaatına başlanarak, V. Vezir Kara İbrahim Paşa’nın nezaretinde on altı ay içinde tamamlanır. Bu arada harabe hâline gelen hazine, kiler ve zülüflü baltacı daireleri de yeniden tamir edilir. Büyük bahçe içindeki bostan olarak kullanılan alan da cirit meydanı olarak düzenlendikten sonra, 14 Recep 1091 / 10 Ağustos 1680-1681 günü Sultan IV. Mehmed Üsküdar Sarayı’ndan buraya göç ettirilir. Edirne’de bulunan duvar resminde, yüksekçe bir zemin kat üzerine tek katlı bu kâgir köşkün, üst kat cepheleri çini kaplıdır, çatı örtüsü kurşun olan yapının orta bölümünde üzerinde bir aydınlatma feneri bulunan büyük bir kubbe ve onun çevresinde çok sayıda, yüksek kasnaklı, aydınlatma feneri benzeri elemanlar görülmektedir. Ignatius Mouradgea d’Ohsson’un 1784-1791 tarihleri arasında Paris’te kaleme aldığı “Tableau Général de l’Empire Ottoman” isimli kitabında ki bir diğer gravürde ise yapının çatısının farklı bir düzenlemesi görülmektedir. Yüksek kasnaklı bir kubbe, üzerinde bir çatı feneri ve onu çevreleyen tepelerinde alem olan alçak kasnaklı beş kubbe dikkat çekmektedir. Beşiktaş Sarayı’nın bu dönemine ait bir diğer gravür ise Antoine Ignace Melling’in XVIII. yüzyıl sonuna ait gravürüdür. İki gravür arasında, özellikle çatı görünümlerinde bazı farklılıklar olmasına karşın yapıların bütünlüğünü koruduğu anlaşılmaktadır.
15 Şaban 1131 / 3 Temmuz 1718-1719 tarihli kayıta göre Dolmabahçe’de yol, sahilden geçmekteyken, deniz zamanla bu yolu tahrip etmiş, halk da bahçe içinden başka bir yol açmak zorunda kalmıştır. Bunun sonucu güzelim bahçe harap olmuştur. Bu bahçenin kurtarılması için, çevresinin duvarla kapatılmasına karar verilir.
Bu anlatı üzerinde detaylı olarak araştırma yapılması gerekir. “Bağçenin deniz tarafı, Sakız bağçelerinin duvarları gibi bezemeli ve ara yerleri parmaklıklı, kara yönü ise sağır taş duvarla örüldü. Arap İskelesi de halka kapatılarak buraya, dış hassa odaları ile yanına hassa kayıkhanesi yaptırıldı. Yeni açılan ana cadde ise Arap Cami’i önünden, mahalle içinden geçirilerek bağçenin ardından Kara abalı bağçesine ulaşmakta, Kara abalı mescidi önünden Beşiktaş’a doğru uzanmakta idi.” Ayvansarâyî “Hadîkatü’l-cevâmi” isimli kitabında, bu bölgede bulunan Arap Camii’nin daha ziyade Arap İskelesi Mescidi olarak bilindiğini ve yaptıranın da Tekerlek Mustafa Efendi olduğunu belirtir. Kara Abalı Mescidi ise Kanûnî Sultan Süleyman Dönemi’nde (1520-1566) yapılan ve daha çok Süleymaniye Camii adıyla bilinen yapıdır. Aradan geçen elli yılı aşkın sürede Dolmabahçe ile Karabalı / Karabâli Bahçesi birleştirilmiş olmalıdır. Muzaffer Erdoğan, en erken tarihli Mevacib (maaş) Defterleri’nde adı geçen Kara Abalı Bahçesi’ni, Karabâli Bahçesi olarak isimlendirerek Kabataş’ta olduğunun tahmin edildiğini söyler. Silâhdar Mehmed Ağa ise bu bahçenin Dolmabahçe’den sonra geldiğini ve Beşiktaş’a yakın olduğunu söylemektedir. Bu açıklamada Beşiktaş Bahçesi adı geçmez, o hâlde bazı kayıtlarda adı geçen ve günümüzde Dolmabahçe Sarayı olarak isimlendiren alan daha önce hangi bahçe adıyla anılmaktadır, zaman zaman bahsedilen Beşiktaş Bahçesi nerededir?
Sedad Hakkı Eldem’in bu duvar resminin tarihlendirilmesinde (1696) hataya düştüğünü düşünmekteyiz. O tarihlerde Dolmabahçe’de bu yoğunlukta yapı bulunması mümkün değildir. Bu duvar resmi muhtemelen d’Ohsson’un gravürünü yaptığı tarihlerde, Sultan III. Selim Dönemi’nde (1789-1807) yapılmış olmalıdır. Muhtemelen yerinde yapılan gözlemlerden sonra, o gün için oldukça uzakta bulunan bir şehirdeki duvara çizilen bu resimde bazı görüntü hatalarının bulunması veya yapının çatısının yeniden düzenlenmiş olması da çok normaldir. Çeşitli tarihlerde Sultan III. Selim’in Beşiktaş Sarayı’nı kullandığı, Harem-i Hümâyun’un burada bulunduğu kayıtlıdır. Bu bahçede yapılar olduğunu elimize ulaşan duvar resimleri ve gravürlerden bilmekteyiz. Buna karşın Hovhannesyan, 1803-1805 tarihleri arasında kaleme aldığı kitabında bölgede “Dolmabahçe” adıyla bilinen büyük bir padişah bahçesi olduğundan söz eder ve başka herhangi bir yapıdan bahsetmez. Benzer şekilde Sultan II. Mahmud’un da (1808-1839) sık sık, özellikle de yaz aylarında uzun süre Beşiktaş Sarayı’nda ikamet ettiği bilinmektedir.
Moltke 21 Ocak 1837 tarihli mektubunda, Sultan II. Mahmud’un kendisini bu sarayda kabul ettiğini anlatır; “Sabahleyin saat 10’da bütün gezintilerimde yanımda bulunan sefaret tercümanı ile birlik Mabeyine gittim. Bu bina Padişahın Dolmabahçe’deki kışlık sarayının yanı başındadır. Fakat ondan yüksek bir duvarla ayrılmıştır… Nihayet saat 11’de Haşmetpenahın huzuruna çıkmak emri aldık. Küçük bir yan kapıdan, etrafı yüksek duvarlarla çevrili avluya girdik; bu avlunun Boğaz tarafı sık bir tel kafesle kapanmıştı, buradan Üsküdar ve Marmara görünüyordu. Etrafı şimşir fidanlarıyla çevrili birkaç çiçek tarhı ve fıskiyeli iki havuz bu avluyu dolduruyordu. Avlunun sonunda üç katlı, ahşap bir ikametgâh vardı. Sultan kışları burada geçiriyordu. Bu binanın arkasını geniş harem dairesi işgal ediyordu. Beni güzel, çok geniş bir köşke götürdüler. Deniz üzerine kurulmuş olan bu köşkün muhteşem bir nezareti vardı… Koltuğu burada daima pencerelerin önünde bulunması adet olan uzun sedirin yanında idi. Sola doğru bir bakışla Haşmetpenah ülkesinin en güzel kısmını, başşehri, filoyu, denizi ve Asya yakasının dağlarını görebiliyordu…”
Moltke mektubunda bu yapılar topluluğunun Sultan II. Mahmud’un kışlık sarayı olduğundan söz eder, zaten bu ziyarette ocak ayında gerçekleşir. Buna karşın Sultan II. Mahmud’un saltanatının ilk yıllarında bu yapıları yazlık olarak kullandığı, kışın Yeni Saray / Topkapı Sarayı’na geçtiği bilinmektedir. Moltke’nin 21 Ocak 1837 tarihli mektubunda söz ettiği yapılar gerek d’Ohsson’un gerekse Melling’in gravürlerinde çizdiği yapılar ile çakışmaktadır.
Buna karşın gerek Robert Walsh tarafından 1838 yılında yayınlanan “Constantinople and the Secenery of the Seven Churches of Asia Minor” isimli kitabındaki Thomas Allom tarafından çizilen gravür, gerekse Miss Julia Pardoe tarafından metni yazılan 1837 yılında yayınlanan “Beauties of the Bosphorus” isimli kitabındaki William Henry Bartlett tarafından çizilen Beşiktaş Sarayı gravürü karmaşıklığa neden olmaktadır.
Walsh bu yapı için sultanın yeni sarayı adını vermekte olup, her ne kadar “Yeni Beşiktaş Sarayı” adını kullanırsa da bu gravürün Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılan bir başka saraya tam anlaşılamamakla birlikte “Çırağan Sarayı”na ait olduğunu düşünmekteyiz. Orta bölümünde korint başlıklı sütunlarla desteklenen, üçgen alınlıklı bir frontonun yer aldığı yapının tümünün teras çatılı olması ilgi çekicidir. Bartlett’in gravüründe yapının teras bölümlerinde dolaşan insan görüntüleri yer almaktadır. Allom’un gravürünün hemen arkasında yükselen dik yamaç Beylerbeyi Sarayı’nın arkasındaki yumuşak eğimli tepeye benzemez. Bir yıl önce yayınlanan Julia Pardoe’nun kitabındaki gravür bu sarayın Çırağan Sarayı olabileceğini düşündürmektedir. “Fazla renkli ve intizamsız inşa edilmiş olan Dolmabahçe Sarayları’ndan, Boğaziçi’nin aynı yakasında şu sıralar yapılmakta olan geniş binaya ok atsanız vasıl olur herhalde. Bu bina çok daha zevksiz ve bir mimari tafradan başka bir şey değil? Hakiki Doğu insicamsızlığının bir numunesi olarak, Beşiktaş’ın yukarısındaki heybetli saray, temeli dışında baştan aşağı ahşap yapılı ve beyaz mermerden sıra sıra yüksek sütunlarla desteklenmiş.”
Sultan II. Mahmud tarafından inşa ettirilen bu sarayın ömrü fazla uzun olmaz. Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) bu sarayda ikamet ettiğine dair bir kayda da rastlamadık. Muhtemelen teras çatının getirdiği yağmur ve kar problemi yapının uzunca bir süre kullanılmasına mâni olmuş olmalı, daha sonra Sultan Abdülaziz Dönemi’nde (1861-1876) yıktırılarak yerine günümüz “Çırağan Sarayı” yaptırılır.
Beşiktaş Sarayı’nın en ilgi çekici yapısı olan Çinili Köşk üzerine Sedad Hakkı Eldem’in yaptığı detaylı bir araştırma ve restitüsyon çizimleri bulunmaktadır. James Robertson da muhtemelen 1850’li yılların başında bu yapının bir fotoğrafını çekmiştir. Robertson’un fotoğrafında yapının çatısının tümden değiştiği, az eğimli, kurşun kaplı bir kırma çatı ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Çinili Köşk hakkında yeterli görsel belge olmasa da geniş bir bilgi birikimiyle karşılaşırız.
Burada esas problem duvar resminin soluna doğru olan esas saray yapılarıdır. Çinili Köşk’ün soluna doğru cephesinde üst üste dört pencere bulunan, çatısı kurşun örtülü yapı ilk bakışta kâgir gibi görünse de gerek d’Ohsson’un gerekse Melling’in gravürlerinden anlaşıldığı kadarıyla ahşaptır. Duvar resminde gerek zemin katı gerekse üst katı tepe pencereli olarak çizilen bu yapının yan cephesinden iki katlı olduğu anlaşılmaktadır. D’Ohsson’un gravüründe cephesi camekan benzeri pencereler ile kaplı olan yapı, Melling’in gravüründe zemin katı bitkilerle örtülü üst katı tepe pencereli olarak belirtilmiştir.
Sola doğru yer alan yapıların, en soldaki tek katlı binaların Moltke’nin tarifine göre “Mabeyn” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Moltke’nin tarif ettiği denize kafeslerle kapalı avlu geçişi özellikle Melling’in gravüründe net olarak belli olmaktadır. Deniz cephesinde, zemin katı kolonlar üzerine oturan yapı Sultan II. Mahmud’un Moltke’yi kabul ettiği bina olmalıdır. Ancak Melling burada tepe pencerelerinin getirdiği bir yanılgıya düşerek yapıyı üç katlı olarak tarif eder. D’Ohson’un gravürü Beşiktaş Sarayı’nın kullanımına dair ilginç ipuçları vermektedir. Çinili Köşk’ün soluna doğru, yüzleri denize dönük bir sıra siyahi harem ağaları dizilmiş, rıhtıma açılan kapı ile hemen önündeki iskeleye doğru yüksek perdeler konulmuş. Çinili Köşk’ün solundaki iki katlı, zemin katı dışa kapalı yapı büyük bir olasılıkla harem binası olup, kayığa binmek için hazırlanan harem mensuplarının dışarıdan görünmemesi için böyle bir tedbir alınmıştır. Ne yazık ki bugüne kadar ulaşabildiğimiz yazılı kaynaklarda bu yapılar hakkında yeterli bilgi bulamadık. Daha detaylı bir araştırma yapma gereği açıktır.
Söz konusu duvar resminde karşımıza çıkan bir başka görüntü ise gerek yazılı gerekse çizili belgelerde sık sık sözü edilen “Bayıldım Köşkü”dür.
Sultan I. Mahmud Dönemi’nde (1730-1754) burada H. 1161 / 1747-48 tarihinde iki köşk inşa ettirildiği bilinmektedir. İki yapı olarak inşa edildiği ileri sürülen bu köşklerin biri Dolmabahçe sırtlarındaki “Sayeban” mahalline, diğeri ise daha aşağıdaki “Servilik” bölgesine inşa edilir. Yukarıdaki köşk iki katlı ve “Cihannüma”, aşağıdaki köşk ise tek katlıdır. Sultan I. Mahmud burayı çok sever, ramazan aylarında iftar için buraya gelirmiş. Bunun için bu köşkün adı “İftar Köşkü” olarak belirtilmektedir. Sultan III. Osman’ın da (1754-1757) sık sık kullandığı bu köşk zaman içinde harap olmuş ve bir de yangın geçirmiştir. D’ohsson’un gravüründe cihannümalı olarak belirtilen bu köşk daha sonra Sultan II. Mahmud Dönemi’nde çevresinin genişliği nedeniyle düğün ve ziyafetlerde kullanılmaya başlanır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın düğünü münasebetiyle Julia Pardoe “Bahçe Köşkü” adıyla isimlendirdiği bu köşk ve çevresi hakkında bilgi verir. Lütfi Paşa, Mihrimah Sultan’ın düğünü için “11 Muharrem 1252 / 28 Nisan 1836 günü vükela ve diğer davetliler çarşambadan beri devam eden şenliklere katıldılar, Bayıldım Köşkü tabir edilen Kasr-ı Ali sadrazama tahsis olundu.” demektedir.
Bayıldım Köşkü’nün bir de fotoğrafı bulunmaktadır. Dolmabahçe Sarayı inşaatının tamamlanması aşamasında çekilen bu karede büyük oranda hafriyat yapılan yamacın ucuna doğru oldukça bakımsız kalan Bayıldım Köşkü yer almaktadır.
Söz konusu duvar resminin içerdiği enteresan bir görüntü de Sultan Abdülaziz Dönemi’nde büyük bir cami yaptırmak amacıyla boşaltılan ve yıkılan Süleymaniye Mahallesi’dir. Burada bulunan ve Kanûnî Sultan Süleyman Dönemi’nde inşa edilen Karabağı-Kara Abalı veya Süleymaniye Camii adıyla anılan cami, kurşun kaplı kubbesi, tek şerefeli minaresi ile seçilebilmektedir. Bu görüntü de Karabâli Bahçesi’nin Kabataş’ta değil, Dolmabahçe’den sonra Beşiktaş’a doğru yer aldığını göstermektedir.
Fotoğrafın en sağında görülen yapılar topluluğu Arap İskelesi Mescidi adıyla da anılan Tekerlek Mustafa Efendi Mescidi’ne aittir. Altında kayıkhane gözleri seçilen, kurşun örtülü saçakları ve üzerinde alemleri görülen revak kubbeleriyle büyük bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.



















